Ama bir dakika. Akşener’in en büyük hasarı deprem felaketini ikinci plana atacak bir hamle yapmış olmasıdır. Akşener’in titremesi ve titretmesi en fazla deprem bölgesine zarar verdi ve kısa süreliğine de olsa gündemi değiştirdi. Oysa deprem sarsıntısı ve acısı hâlâ devam ediyor. Bunu hiç unutmayalım.

Ülkücülerin meşhur “titre ve kendine gel” şiarıyla yaşayan Akşener titredi ve kendi aslına rücu etti. Ama yeterince titretti mi? Göreceğiz… Akşener’in tuhaf tutarsızlıklarını ve daha doğrusu saçmalıklarını izah etmeye çalışmak fuzuli enerji kaybıdır. Siyasi aklı ve tercihi bu kadarmış deyip geçmek lazım.

Bu konuda Doğan Tılıç’ın berrak tespitini tekrarlamak yeterli: “İlk günden beri başbakanlığa aday olduğunu söylüyordu. Hep o doğrultuda adımlar attı.

Kılıçdaroğlu’na ‘kazanamayacak aday’ olduğu için değil, o kazandığında ‘başarı’nın İyi Parti’den çok CHP’ye yarayacağı ve parlamenter sisteme geçildiğinde başbakanlığı garantileyemeyeceği için karşı çıkıyordu. Yavaş ya da İmamoğlu’nu aday yapar ve onlarla kazanırsa, o başarının daha çok kendi partisine yazacağını ve başbakanlığına giden yolun taşlarını döşeyeceğini hesap ediyordu.”

Şimdiden kaybetmiştir

Tabii ki sınıfsal bir tercih de var. Bilhassa beşli çetelerden ısrarla hesap sorulacağı konusunun Akşener’in bu hamlesinde belirleyici olduğu da görülmeli. O bakımdan Babacan ve Davutoğlu’na göre daha “radikal” davrandığı dahi söylenebilir. Açığa vurduğu stratejisi o sermaye kesimlerinin umudu haline gelip “Erdoğan diliyle/niyetiyle” ama hâlâ Erdoğan’a karşıymış gibi “Erdoğanizm”in daniskasını yaparak (uzun vadede) iktidara oynamaktır. Nitekim adeta bunun farkındaymışçasına ve Akşener’e cevapmış gibi, Kılıçdaroğlu’nun tekrar "418 milyar dolar ile ilgili çok kararlı olduğumun tekrar altını çizmek isterim” demesi anlamlıydı. Velhasıl Akşener bir kumar oynamıştır. Şimdiden kaybetmiştir.

Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun adaylığına HDP ve sosyalist güçlerin itiraz etmemesi, Akşenerlerin belli ki canını sıkan en önemli konuydu. Çünkü bu gidişat sermaye, bürokrasi ve derin devletin ve küresel efendilerinin hiç arzulamadığı bir sürece yol açabilirdi. Her neyse, kim bilir, henüz bilmediğimiz daha neler var neler.

Bildiğimiz ve gördüğümüz tek husus kısa vadede Saraylıların keyfinin yerine geldiğidir. İkinci tur seçeneğinin tekrar konuşulmaya vesile olduğudur. Muhalefet kesimlerinde elbette kısa süreli bir moral bozukluğu yarattı. Ama moral bozukluğundan çok öfkenin artmış olması daha da önemlidir. Ve bu kalıcı öfke Akşener’le birlikte Saraylılara karşı da çoğalmıştır ve muhalefeti daha kararlı hale getirmiştir.

Taşlar yerine oturdu

Zoraki ve çelişkili AKP-MHP iktidar ittifakı karşısında zoraki ve çelişkili muhalefet ittifakı çıkmıştı. Akşener hoyratlığı bu zoraki olma durumunu ispatladı ama çelişkilerden birini de eksiltmiş oldu. Şimdi Kılıçdaroğlu’nun eli nispeten daha serbest hale geldi. HDP ve sosyalist kesimlerin adaylığına itiraz etmemesini de beraberinde getirdi. Böylece Akşener sarsıntısı, taşların bu anlamda da yerine oturmasına katkıda bulundu. Akşener boşluğunun doldurulamaz olmadığı böylece kısa sürede görüldü.

Depremle birlikte bütün taşlar yerinden oynamıştır. Bu felaketin siyasal sonuçları elbette önem taşıyacaktır ama ne tür dönüşümlere yol açacağı tam olarak kestirilememektedir. Muhalefet güçleri bu dönüşümlerde belirleyici olabildiği ölçüde söz sahibi ve iktidar sahibi olabilecektir. Siyaseti bu zeminde inşa edebilmek için ilk koşul ise seçimden sonra eşit yurttaşlık taleplerinin gereğini yerine getirmekte inandırıcı olabilmektir.

Saraylılar istifa etmezler istifade ederler. Akşener de bu kervana katılmış, istifade siyasetine ortak olmuştur. “İsmiyle müsemma”, adı verilmiş demektir. Ve işte o da ismiyle müsemmaymış, yani hakikaten AK-Şener’miş.

Kısacası bunlar bilinince önümüzdeki günlerde cevaplar basit, çözümler zahmetli olmaktadır. Cevabımız Saray Rejiminden her halükarda kurtulmaktır. Çözüm ise ancak ve ancak siyasette artık yeni bir durumun ortaya çıktığı bilinciyle ve bu yüzden taşları yeniden dizebilme zahmetiyle sağlanacaktır.