RT Erdoğan’ın askeri danışmanı SADAT Başkanı Adnan Tanrıverdi’nin “Mehdinin gelişine hazırlanmalıyız” açıklamasıyla, Erdoğan’ın “şehirlerimizi korumak için kolluk gücü yeterli değil” sözleri üst üste geldi. Aynı günlerde ABD, İran için hem sembolik hem pratik önemi büyük biri olan Kasım Süleymani’yi öldürdü. Elinde binlerce insanın kanı olan Süleymani’nin öldürülmesi Şii’lerin Mehdi inancını kışkırtmaya yetti. Bu arada Netflix’te başlayan “Messiah” dizisi de tuz biber ekti.
Otoriterleşen yönetimler kendilerini Mehdi-Mesihleştirirken, düşman(lar)ını şeytanlaştırma işine dört elle girişiyorlar. Kitleleri, fanatikleşmiş sürüye dönüştürme yolunda din, yine yeniden en kullanışlı araç haline geliyor (mu)?

Görünen o ki iktidardakiler, 20. yüzyıldan çıkarken laikliği de geride bırakmışlar. Şimdi İran’a, Suriye’ ye, Irak’ a, Afganistan’ a bakanlar çok değil elli yıl öncenin fotoğraflarındaki hallerine inanamıyorlar. Türkiye’ de farklı değil. Sosyal medyada sık sık 1930’ların Türkiye’ sinden, yeni kuşakların vay canına diyecekleri, kılık kıyafet, hayat tarzı fotoğrafları paylaşılıyor. Bazılarına şaşırtıcı gelse de benzer durum, başta ABD olmak üzere “batı” için de geçerli. ABD’ de kürtaj karşıtlığı ile LGBT karşıtlığı el ele gidiyor ve Avrupa’ da sağcı- ırkçı partiler biraz utangaçça olsa da Müslüman karşıtlığı üzerinden Hristiyanlığa dönüyorlar.

Seksenlerde başlayan dincileştirmenin, Sovyet karşıtlığı ve antikomünizm için üretildiği tezlerini yeniden değerlendirmek gerekebilir.

Bu tezler, laik olduğu varsayılan kapitalist egemenlerin yükselen sosyalizme karşı kitleleri din üzerinden “uyuşturarak” antikomünizmi yayma planları olarak yorumlanır. Önemli bileşeni yöneticilerin laik olduklarını düşünmesidir.

Bu günkü durumu o planın bir sonucu olarak görmek hala mümkün mü? Yoksa günümüzün “şeytanı” sosyalistler değil de bizatihi her türden ezilenler mi?
Demem o ki, bu gün “dine doğru gerileyenler” ezilenler değil de “ezenler” olabilir mi?

Son Davos Zirvesi öncesi açıklanan Oxfam Raporu’na göre en en zengin 26 kişinin serveti dünya nüfusunun yarısı olan 3,8 milyar insanın servetine eşit. Sadece bu veri ile küresel iklim felaketini bir arada düşündüğümüzde bile, ezenlerin gelmekte olan “kıyamet günü”n den ne anladıklarını bilmek zor değil.

Zenginler ve onların yardakçısı yönetimler her geçen gün gelmekte olanın ne olduğunu daha çok seziyorlar. Öyle sivil toplum yardımlarıyla, Birleşmiş Milletler programlarıyla, zekatla, sadakayla geçiştirilemeyecek bir fırtına yükseliyor.

Kapitalizmin ağa babaları artık eşitsizliğin güncel haliyle değil azaltılmak, üstü örtülmek her geçen gün daha da daha da derinleşeceğini görüyorlar. Ellerinden gelecek hiç bir şey yok. Artık kapitalizm içinde kapitalizmi yaşatacak ve kitleleri inandırıp, rıza üretebilecek bir yol kalmadığını en çok onlar biliyor.

Bu kez kapitalistler dindarlaşmaktan başka çare üretemez duruma geliyorlar galiba. Kendilerini seçilmiş, kitleleri ise Tanrının düzenine karşı gelen şeytan tohumları olarak görmek, onlara korkularını aşmak için bir sahte inanç sağlıyor olabilir.

İster Trump üzerinden okuyun bu durumu ister Putin, isterseniz bizim çakma “Trump-Putin” inimiz üzerinden. Üçünün de diline yansıyan “ruhaniliği” n aynı olduğunu görebilirsiniz.

Tam da bu yüzden ezilenlerin enternasyonalizminin bayrağı laiklik olmak zorunda. İran’daki, Detroit’ teki, Bağdat, Rio De Janeiro, Diyarbakır, İstanbul, Erivan ve Kiev’ deki ezilenler, Paris banliyölerindekiler ve Suriye, Mekke’ dekiler; bizi birbirimize bağlayan ezenlerin dinine karşı ezilenlerin laikliği olmalı.
Onlar bizi bu çağın Yecüc Mecücleri olarak görüyorlar. Haklı çıkaralım.