Adamın üstünde pıren vardı, bu uzun beyaz bir elbisedir, eski devirlerde patiskadan yapılırdı, dikimi kolay ve zahmetsizdir, üstten baş için bir, alttan ise ayaklar için iki delik açarlar olur biter, bu ucuz elbise ölümle cesareti çağrıştırır, eskiler bu elbiselerle bir yerde kefenleri üstlerinde dolaşır, dosta düşmana meydan okurlardı, neyse konu bu değil.

Ama bu karaltı gibi adamın elbisesinde beyaz azınlığa düşmüştü, sür daha çoktu, bıyıkları kırmızıydı, dişleri kırılmıştı sanırım, gözleri de az önce ağladığını gösteriyordu, ikisi de küçücük kovuklarında kıpkırmızıydı, sesi boğuk boğuk çıkıyordu. Dağdakilere ekmek vermişti, kendisine bir şey soruyorlar, ama o hiçbir şeyi hatırlamıyor, ağlıyor, bağırıyor, ne söyleyeceğini de bilmiyordu, gözleri bağlıydı, kimsenin gözüne bakıp yalvarma imkânı da yoktu, öfkeyle bağıran düzgün, tepeden ve genç seslerin arasında ihtiyarcığın sesi bir viyaklama gibiydi.

Getirip yanıma attıklarında üstündeki pıren bir ‘süren’e dönmüştü, pıreniyle önce gözlerini, sonra burnunu sildi, karanlıkta birden beni fark etti, sustu, kanlı elbisesini toparladı, burnunu çekmeye son verdi, doğruldu ve güven dolu bir sesle bana -tüm sözcükleri uzatarak- “Nerooo tu kamaaa? Cigera’m meterseee Mehdi yenoo!” deyiverdi (Oğlum sen kimsin? Korkma Mehdi gelecek!). Sonra bu yıkılmış adam, mehdinin gelmekte olduğunu periyodik aralıklarla kendi kendine mırıldandı.

Sene doksan altıydı, iki bin yılına az kalmıştı, aralık ayının otuz biri, dışarıda okullar paydos etmiş, neşeyle yakınlardan geçen öğrencilerin sesleri kulaklarımıza geliyordu, yılbaşı yani Gağan hazırlıkları vardı. Bizim ihtiyar o sesler içinde uykuya daldı.

On ikinci ve son imam Mehdi, tanyeri atarken dünyaya teşrif etti, bu Hasan’ül Askeri’nin oğlu, İmam Cafer Sadık soyundandır. O gaybete ermiştir, ismiyle anılırsa yayılır, mekanı bilinirse bulunur. Mehdi yeryüzü zulümle dolu olduğunda aşağı inecek, dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracaktır.

Tarih boyunca iktidar olmak isteyenler, iktidarları yıkmak isteyenler Mehdilik ileri sürdüler. Mehdilik adına ta Afrika’da, Fatimiler’de devletler kuruldu. Baba İlyas, Baba İshak, Şeyh Bedrettin de takipçilerince mehdi olarak taltif edildiler. Hristiyanlara göre mehdi, Meryem oğlu İsa mesihti.

Eli sünnete göre mehdi, On İki Halife’nin sonuncusudur. Onlara göre Mehdi yalanın, rüşvetin, faizin, zulmün yayıldığı, kan dökmenin önemsiz sayıldığı, İslam’dan yalnız ad kaldığı bir zamanda zuhur edecektir. Bu iki bin yılıdır.

İnsan, tarih boyunca bir kurtarıcı aradı, tanrı, peygamber, veli, deli, ermiş fikri böyle doğdu, şu yapay zekayı bulan, Avustralya’yı yakan, Farsların mehdisi Kasım Süleymani’yi tek füzeyle vuran, şu koskoca insan, sorunlarını çözemediği her devirde, mehdiye bel bağladı.

Bundan yaklaşık çeyrek asır evvel, o yeraltı mahzeninde bizim pırenli ihtiyarın çağırdığı axir zamanda sır olmuş mehdi kuşkusuz gelmedi, ama o adam işkence ve baskıya direnmek için ona sarılmış, darlıktan kurtuluş dilemişti.

Ama günümüz İslamcıları, Adnan Tanrıverdi gibileri, siyasi ömürlerinin günbatımında, İslam’dan geride yalnızca bir ad bıraktıkları halde, mehdiyi -bizim o gariban ihtiyar gibi- iyilik, adalet ve eşitlik adına değil, düpedüz cihat için dünyaya çağırmaktalar.

cukurda-defineci-avi-540867-1.