Altınordu Kulüp Başkanı Mehmet Bey'in yapmış olduğu açıklamalar; bizim için bir şanstır. Yönetim mekanizmasına dair genel değerlendirme yapmak için bir şanstır.
Yönetim mekanizmalarında; az gelişmişlik sendromuyla beraber, yöresel kültüre sıkı sıkıya sarılıp, bilgi açığını algı manipülasyonlarıyla kapatmak artık kaçınılmaz bir strateji olmuştur.
Bunun en temel nedeni; sebep sonuç ilişkisi içerisindeki diyalektik süreci dikkate almadan, hatta, mecburen (!) reddederek, hasbelkader ve bu kaderci anlayışın kuvvetli feodal ilişkisi içerisindeki gruba ait olmak güvencesi, kendine ait bir yönetim anlayışını beraberinde getirmiştir.
Tabii buradaki en önemli çabalar; bilgi yetersizliğinin açığa çıkmaması için ve bu açığı nasıl kapatılacağı ile ilgili stratejiler belirlenerek, yönetim anlayışı oluşturulmasıdır.
İşte bu anlayış içerisinde, kendilerince çok doğru olduğuna inanılan, ya da en iyisini yapma egosuyla harekete geçmeye çalışılan andan itibaren, bu açıklar kimsenin peşini bırakmaz.
Çünkü bu bir kader değil bir zorunluluktur.
Bu açıklar ile deşifre olunur ve bu işin aslında farklı olduğu ile bu işi yöneten kişinin de; bu işin iç dinamiklerini yönetecek düzeyde olmadığı ortaya çıkar.
Hele hele evrensel kuralların ve etik değerlerin egemen olduğu bir alanda, bu anlayış ile bu profile uygun kişiler veya kişi tarafından yönetilmiyorsa, işte var olması zorunlu kaçağın, ortaya çıkma süresi çok kısa olur.
Ve yakalanırlar…
Spor ve futbol böyle bir güce ve acımasızlığa sahiptir.
Bu kişileri, ne devşirmeler kurtarır, ne “Vatan Millet Sakarya” edebiyatı, ne görkemli tesisler, ne güzel malzemeler, ne de algı manipülasyonu ile ortaya çıkartılan bilgi kirliliği…
Çünkü karşılarında evrensel bakımdan kocaman bir başarısızlık ve yetersizlik durmaktadır.
Hem sonuç olarak başarısızlık, hem de yönetme becerisi olarak yetersizlik…
Bunun farklı versiyonlarını, lokalize şekillerini, ülkenin çeşitli bölgelerinde çok net bir şekilde görebiliyoruz.
En kötüsü, kullanılan bilgi kirliliği stratejisinin, özellikle medya yolu ile tek doğru buymuş gibi pazarlanarak topluma empoze edilmeye çalışılmasıdır.
Algı manipülasyonunun gücüne güvenilir, çünkü tutmuştur…
Ve içi boşaltılmış şehir efsaneleri ortaya çıkartılır.
Diğer bir kötü durum, bu stratejiyi yanlış olduğunu bile bile pazarlayarak nemalanan, sözde uzmanların ortalıkta dolaşmasıdır.
Eğer bu yanlış, toplumda karşılığını buldurulmuşsa, artık algı manipülasyonu hedefine ulaşmıştır ve yetersizlikler kamufle edilerek zaman kazanılmıştır.
Ben buna “deve kuşu misali” stratejisi diyorum.
Algı manipülasyonu sayesinde; sadece kuma gömülmüş kafayla ilgileniyoruz.
Altınordu Futbol Kulübü Başkanının yaptığı açıklamaları da bu analiz çerçevesinde değerlendirmek gerekir...
Çünkü bu açıklamanın şekli değil, içeriği beni ilgilendiriyor.
Bu zihniyetin ve yukarıda açıklamaya çalıştığım tüm eksikliklerin bu güne kadar nasıl devam ettirildiği ve çaresiz kalındığında, futbolculara yönelen cadı avı hamlesinin nasıl ortaya çıktığı, beni çok ilgilendiriyor…

“…Ama kafalarının içindeki BEYİNLERİ SALATA olanların en üst liglere kadar tırmanmalarına imkan tanımayan bir ÜST DÜZEY REKABET branşıdır !”
Bu açıklama, yöresel kültür figürlere sahip ve hiçbir evrensel normlarda futbol bilgisiyle ilgilenmeyen, bir yöneticinin futbolu algılama şeklidir.
“Yani benim için sizler, eski jenerasyonsunuz, geleceğe dair sizlerle işim yok benim. Sizler bizim yetiştirmekte olduğumuz evlatlarımızdan önceki, “Ucuz, Semiz, Temiz” kriterlerimize göre seçilmiş Öncü Grup’sunuz. Altınordu forması ile işiniz bittiği zaman, zaten biz söylemeden kendiniz gidin kardeşim.”
Bu da; yönetim başarısızlığının futbolcuya yansıtılarak onların suçlanması ve bir cadı avına dönüştürülmesidir. Çünkü bu futbolcuların bonservislerini kendisi satın aldı ki; futbolcuların paralarının ne kadarı ödendiği hep muammadır ve en önemlisi; futbolu çok iyi bildiğini iddia ettiği halde satın aldı…
Esas olan, her iki açıklamadan çıkan sonuçtur, sonuç: hiçbir sistematik kurgunun kurulamayacağı gibi, prensiplerden oluşmuş kurumsal bir yapılanmanın oluşmasının mümkün olamadığıdır. Kişiye özel ve egemen bir feodal yönetim şeklinin geçerli olduğudur.
Prensiplerin olmadığı yerde egolar devreye girer. Bu egolar; evrensel futbolda karşılığı olmayan yetersizliklerdir.
Futboldaki cadı avları, en çok gerçeğin dayanılmazlığı karşısında bir yetersizlik bastırma hamlesidir. Aslında iç hesaplaşmanın alanının kaydırılmasıdır. Yüzleşmekten korkmaktır.
Bu yönetim yetersizliğinin ilk kurbanları futbolcular ve antrenörler olmaktadır.
Çünkü bu yönetim şeklinin kendi başarısızlığı ve yetersizliğini kabul etmesi mümkün değildir. Böyle bir yönetim olgunluğunu gösterecek entelektüel olgunlukta bir yöneticinin bu ülkede olacağını sanmıyorum.
Eğer bir açıklama yapmak istiyorsa, bu kendi başkanlık davranışlarıyla yüzleşmek için olmalıydı…
Mesela, antrenörlerin işine nasıl son verdiğini, aslında nasıl kovduğunu, kamuoyuna açıklaması ile işe başlasın…
Maç anında, antrenman anında, dinlenme sırasında bir telefonla insanların meslek hayatıyla, dolayısıyla normal hayatıyla nasıl oynadığını açıklasın…
Bir aylık, iki aylık, bir senelik çalışan antrenörlerin, tüm düzenlerini bozarak, İzmir’e gelip yeni düzen kurmaya çalışan antrenörlerin işlerine nasıl son verdiğini açıklasın…
Üzerinde tartışılması gereken konu Altınordu A-Takımın başarısı ya da başarısızlığı değildir. Olmayan prensiplerle, antrenörlerin ve futbolcuların karşılaştıkları olumsuzluklardır.
Altınordu ancak bu yüzleşme ile gerçek kimliğini bulur.
Kötü olan ise bu yetersiz stratejilerin toplumda karşılık bulmuş olmasıdır.