Mehmet Sürücü’nün Ah Kâmila’sının ağdası yok, okurun eline diline yapışmıyor

Serap FİDANCI

Mevcut yaşamak uğraşının içinde birbirinden bihaber birçok insan aslında ne çok kesişip duruyor. Bambaşka bedenlerde, bambaşka hislerle ama benziyoruz birbirimize. Sallanıp duruyoruz zaman denilen sarkacın ucunda. Zamansızlık ustalık gerektiriyor, birden çok kez yaşamış ya da birden çok yaşama şahit olmuş gibi.

Ne zamana yenik ne zamana esir, yaşamak hengâmesinde zamandan sıyrılmış bir yazar Mehmet Sürücü. Ah Kâmila adlı öykü kitabında kimi zaman denizden kıyıya, kimi zaman da dalgalarla kıyıdan açıklara yol alan yaşanmışlıklardan bahsediyor. Küçücük anların içinden kocaman zamanlar çıkarıp okurlarını bulundukları köşelerden öykülerin içine çekiyor. Başka hayatların denizlerinde kımıldanan berrak mahremiyetleri kıyıya vuran dalga telaşsızlığıyla netleştirip flulaştırıyor. Dalganın getirdikleri kıyıda bekleyen kumlara ve okurlara doğum lekesi misali işlenip kalıyor.

On dört öyküden oluşan Ah Kâmila’da mor bir soğan kabuğu hafifliğiyle okuyanların zihnine yayılan sıradan günler ve o günlerin yaşayanları her hikâyenin içinde apaçık duruyorlar karşımızda. Bir çakal yavrusunda, kumla dolmuş bir avuç ayasında, odun arabasında, peygamberdevesinde, kanadı iyileşen kırlangıcın kafesinde, su deposunun yosunlu kurnasında, arı kovanında, keçilere ayrılan tuzlarda, henüz budanmış zeytin ağacında, boz bir eşeğin avareliğinde, küçük su kanalında, yağmur öncesinde, yeleğin ceplerinde, alamananın yelkeninde apaçık duruyorlar. Her öyküde bir aşinalık var bu hayatta yaşıyor olana.

Boz adlı öyküsünde kış gecelerini, “… kış gecelerinin kanadını hiçbir kırlangıç kanadı kesmezken, çatı arasındaki rüzgârın uğultusunu hiçbir kurbağa vıraklaması da bölmez. Kış geceleri, gülsüz, kekiksiz, lodossuz, meltemsizdir. Kırlangıçlar uzak diyarlarda, kurbağalar kat be kat toprağın altındadır. Damlara balyalarca saman yığılmıştır. Örümcekler ortalık yerlerdeki ağlarını söküp taşların kuytularına sığınmıştır. Damarın en loş köşeleri, ılık ılık, beygir soluğu, gübre, tezek, küf kokar. Güzün sokaklarda, rüzgârda savrulan mor soğan kabukları, duvar diplerinde çoktan çürümüştür. Bacalar poyraz poyraz soluk alır verir. Nefesleri anca gece yarılarına yeter. Soğuktur. Geç saatlerde en kalın odunlar bile küle dönmeye durduğunda, halsizlikten hiçbirimiz maşingalara odun atmaz. Çekilir üzeri üzeri kalın yorganlar. Bir ıslıklı poyraz, bacadaki külü bile çeker, savurur gökyüzünün koyusuna grisine. Gece daha çok kararsın koyulsun diye” şeklinde anlatan Sürücü, betimleme ustalığını öykülerin satır aralarına özenle serpiştiriyor. Fırça darbeleri ayan beyan belli olan bir yağlıboya tablosu misali detaylı betimlemeleri. Anlatırken acele etmiyor. Akıcı dili ve zengin gözlemleriyle oluşturduğu betimlemeleri öyküleri durdurmuyor ama okurun hızını kesiyor. Okuru durdurup soluklandırıyor telaşsızlığıyla, dinlendiriyor. İnce bir denge kurmuş öykülerinin betimlemelerinde, bir kelime eksiltmekle veya bir kelime eklemekle özündeki bütünlük bozuluyor.

Ah Kâmila, hiç tanışmadığımız insanların bizlerden de bir şeyler barındırdıklarını gözler önüne seriyor. Farklı dilleri konuşmakla aynı şeyleri anlatabilmenin imkânını gösteriyor. Bir umudun peşi sıra denize açılmanın, özgürlük uğruna başıboş bir eşeğe özenmenin, sevdiğin her şeyi olanca gücünle savunmanın her dilde aynı olduğuna inandırıyor. Üstelik ağdası yok sözcüklerinin, okurun eline, diline yapışmıyor.

Ah Kâmila’nın öyküleri doğayla iç içe; bazen denizde, bazen dağlarda, bazen de Eğridere’de. Şehir hayatından uzak insanların yaşamlarını merkezine alıyor. Kentli olmamanın ‘sıradanlığı’yla kendi halinde yaşayan ‘sıradan kahramanlar, karakterler’ yaşıyor öykülerde. Bu kendi halindelik tanımsız, işaret edilmeyen zaman dilimlerinde yankılanıp duruyor. Küresel gelişmelerden, her an kendini yenileyen teknolojiden bihaber onun öykülerinde insanlar, dağlarda keçisinin, kovanda arısının, denizde balıklarının peşinde…

Öyküler farklı zaman dilimlerinde kurulurken, aynı zamanda farklı kişilerin dilleriyle de anlatılıyor. Hem zamanda ileri geri, her insanda seni ve beni aktarıyor. İnsana zamansızlığı öğretiyor Ah Kâmila kendi lisanınca.

Hâlbuki insan olanın zamanı bir harfle ayrılıyor: Önce an diyoruz, sonra anı oluyor.