“Ustalar” sergisi ile sanatseverlerle buluşan Mehmet Turgut, “İstanbul’a ilk geldiğimde benim akli dengem üzerine tartıştılar. Acaba deli mi yoksa dahi mi dediler… Bir süre sonra adapte oldular” diyor.

Mehmet Turgut: Bana ya deli ya dâhidir dediler

Işıl ÇALIŞKAN

Fotoğrafçılık kariyerinde çeyrek asırı dolduran Mehmet Turgut, vizöründen yansıttığı ustaları bir sergide buluşturdu. Sergide, Yaşar Kemal, Şener Şen, Ayşen Gruda, Tuncel Kurtiz gibi sanatın farklı alanlarında faaliyet gösteren birçok ismin fotoğraflarına rastlamak mümkün. Aydın'ın Kuşadası ilçesindeki Ada Modern Sanat Galerisi’nde gösterilen 'Ustalar' isimli fotoğraf sergisi 22 Ocak'a kadar ziyaret edilebilir. Turgut ile nisan ayında İstanbul’daki sanatseverlerle de buluşacak Ustalar sergisini ve kariyerini konuştuk.

Fotoğrafın içine doğduğunuzu biliyoruz. Fotoğrafçılığın olmadığı bir dünyada nasıl bir Mehmet Turgut olurdu?
Ben çalıştığım zaman sakinleşen bir insanım. Çalışmadığım zamanlarda konsantrasyon sorunu yaşayabiliyorum. Ciddi bir hiperaktivite problemim var. Sürekli hareket halindeyim. O yüzden her zaman fotoğraf ve sanat benim için kurtarıcı olmuştur. Genetik zincirimde de var. Babam, dedem, babaannem, amcalarım, herkes fotoğrafçıydı. Normalde çocuklar okuldan çıkınca evlerine gidip ödevlerini yapıp çizgi film izleyip yatarlar ya benim hayatımda hiç böyle bir şey olmadı. Ben hep okuldan çıkıp babamın stüdyosuna giderdim. Zaten bütün aile oradaydı. Akşama kadar onlarla beraber stüdyoda vakit geçirirdim. Okullarım bile babamın stüdyosuna yakın yerlerden seçilirdi. Standart bir çocukluk yaşamadığım için bunun cevabını vermem çok zor. Herhalde kişiliğimle ilgili ciddi problemler olabilirdi. Üretmek benim hayata tutunmamı sağlıyor.

Çekeceğiniz fotoğrafı önden zihninizde oluşturuyor musunuz? Hayko Cepkin fotoğrafı vardı mesela… O öyle bir fotoğraftı sanırım.
Evet, müdahalesiz. Fotoğrafçılık aslında doktorluk gibi. Bir parantez açıp fotoğrafçılık yazıp o parantezi kapatamazsınız. İçinde bir sürü uzmanlığı olan bir iş. Benim seçtiğim taraf fotoğrafta resimselleşmek ve fotoğrafın sanat olduğunu insanlara gösterebilmek üzerine. İlk zamanlarda benim fotoğraflarım çok da olumlu tepkiler almadı. Yaptığım slayt gösterilerinde salonları terk edenler oldu.

Neden?
Rahatsız oldular. Onların ezberlediği ve gözlerinin alıştığı fotoğraflar var. Güzel manzara, yaşlı teyze kedi fotoğrafı ve sümüklü çocuk fotoğraf serileri var ya, onların dışında çekilen fotoğraflar görünce rahatsız oldular.

Ne çekmiştiniz?
Ankara’dayken Modern Dans Topluluğu ile havada uçan dansçılar, tozlar, bulutlar, figürler. Yerçekimsizlik üzerine bir seri yapmıştım. Sonra maskeler diye bir seri yapmıştım. İlk hikâyeler bunlar. İstanbul’a ilk geldiğimde benim akli dengem üzerine tartıştılar. Acaba deli mi yoksa dahi mi dediler… Çok arada kaldılar. Röportaj fotoğrafına yeni bir soluk getirdik, az ışıkla da çok iyi bir fotoğraf çıkabileceğini gösterdik ve bir süre sonra adapte oldular.

TEKNOLOJİ YAŞIM 18

25 yılı doldurmuşsunuz. Kariyerinizde kendinizi şu anda nerede görüyorsunuz?

Çok emek verdim, çok mücadele ettim. Hâlâ da uğraşıyorum. Öyle bir meslek ki gün geçmiyor ki kabuk değiştirmesin… Benim dedem körüklü makinelerle cam filmle fotoğraf çekerken babamlar plastik ve siyah beyaza geçmişler. Sonra renkliye geçiyorlar. Onu başarmak bir çaba. Ben askere gidip geliyorum bu sefer dijital diye bir şey çıkıyor. Ben bu sefer ona ayak uyduruyorum. Tam sistem oturdu derken başımıza NFT diye bir şey çıkıyor. Dijital art vs. gibi konular. Şu anda mesela oraya evrimleştim. Ben 44 yaşındayım ama teknoloji yaşım 18.

mehmet-turgut-bana-ya-deli-ya-dahidir-dediler-963249-1.

NFT yeni bir trend. Ancak henüz ülkemizde çok yaygın değil. Sizin nasıl projeleriniz var?
Halihazırda yaptığın işi herkesin alabileceği bir formata sokuyorsun. Aynı zamanda sosyal sorumluluğunu da yapabiliyorsun içinden bağışını da yapabiliyorsun, kendi kısmını bir sonraki iş için ayırabiliyorsun, bir sürü insanın karnını doyuruyorsun. Bu işte çok başarılı olan birçok kişinin bütçesel problemleri kalmıyor sadece sanatına odaklanabiliyor. Muhteşem bir şey bu. Bunun satış pazarının bir kısmı Amerika’da bir kısmı Avrupa’da burada henüz çok fazla yok ama ilerleyen süreçte gelişecektir. Ben ilk çalışmamı bundan iki ay önce yaptım. Rock drop diye bir iş yaptım. Ozzy Osbourne ve Alice Cooper gibi isimlerin fotoğraflarındaki can alıcı noktaları hareket ettirerek güzel bir seri çıkardım. 181 tane edisyon vardı 61 dakikada bitti. Bir sanatçı için aşırı keyif verici bir şey.

Sizin işinizin çok büyük bir kısmı da kurgu aslında. O sanatçının evrenine nasıl yolculuk yapıyorsunuz?
Aslında kurgu meselesi iki türkü işliyor. Biri benim başkaları için yaptığım kurgular, diğeri ise kendim için yaptıklarım. Başkaları için yaptıklarım bir sinema afişi, bir reklam fotoğrafı veya bir albüm kapağı olabilir. Çünkü karşıda bana gelen bir done var. Bir senaryo var. Bir müzik var. Bir dert var. İkincisi benim kendi dertlerimle ilgili yaptığım kurgular. Benim kişisel sergilerim. Bunda da benim kendi hikâyelerim var. İlgimi çeken konular üzerine yorumumu katıp sıfırdan yeni imajlar elde ediyorum. En keyif aldıklarım bunlar.

Ustalar sergisindeki kolaj çalışmaları da bu saydıklarınız arasında değil mi?
Evet, o benim parça sergim. 20 parçaydı, 4 tane kaldı. Gerçek malzemeyle fotoğrafı birleştirdim. Onu tek tek elimle kesip yaptım. 1 edisyon. Onun ikincisi yok. Yaşar Kemal’in gözüne koyduğum bıçağı Feriköy’de bir pazardan aldım mesela başka yok. Veya deri eldiveni, küçük kaseti…

Yaşar Kemal’in fotoğrafında kullandığınız malzemeleri neye göre seçtiniz mesela? Onlarca seçenek arasında…
Yaşar Kemal’in fotoğrafında kör olan gözünün altından bıçak geçiyor. Yaşar Kemal’in hayatında ilginç bir şekilde hep bir bıçak var. Amcası kurban keserken bıçağı elinden kaçırıyor ve gözü öyle kör oluyor. Sonra amcası cuma namazında sırtından bıçaklanıyor. Elinde tuttuğu pamuk Adanalı olmasından kaynaklı Çukurava’ya gönderme. Arkada duran kaset yaptığı her şeyi kaydetmesiyle alakalı. Kurşun kalem olmasının nedeni de hep kurşun kalemle yazması. Bu parçaları birleştirince ortaya benim Yaşar Kemal’im çıktı. Onu özetleyebileceğim şeyleri seçtim. Bazılarında hiç böyle şeyler yapmadım. Ara Güler’e çektiğim fotoğraflardan kare dikdörtgen boyutlarda kesip kübik bize doğru gelen bir imaj elde ettim. Erol Büyükburç’ta çektiğim fotoğraftan yüzün çıkarttım. Sadece saçları, kostümü ve elleri var. Arkada tavus kuşları var.

Ustalar nasıl bir seçkiyle bu sergide buluştu?
Benim bazı sergilerim organik oluşuyor. Bu da onlardan biri. Bu sergi aslında büyük bir lansmanla İstanbul’da açılacak. Arşivime dönüp baktığımda usta diyeceğimiz o kadar çok kişiyi çekmişim ki... Ara Güler, Aydın Boysan, Erol Büyükburç, Seyfi Dursunoğlu… Bunu 25 fotoğrafla bir araya getirelim dedik. Ve bu isimler yan yana nasıl duracak bakmak istedim. Onun için de en uygun yer Ada Galeri’ydi. Hepsinin ortak noktaları olduğunu sonradan fark ettik. Vatansever olmaları. Ülkesini çok seven ve hep örnek teşkil etmişler insanlara. Bir sürü insanı sanata kazandırmışlar. İstanbul’dakinde çok daha fazla isim olacak. Sesiyle, konseptiyle bir bütün olacak. Nisan gibi düşünüyoruz.