Ahmet Antmen’in ‘Suda Halkalar Vardı’ romanı, iktidarın yerleşik düzenine itirazı olanların izdüşümlerini, diri bir bellekle yaşam sürdürmenin çelişkisini, gerçeğe yakın mekânlar ve insanlarla bir araya getiriyor.

Mekân ve zamanın içsel yolculuğu

Umut ÜNALAN

Ahmet Antmen, ilk romanı 'Beri Zaman Mahallesi’ni 2016’da Yazılama Yayınları etiketiyle yayımladı. 5 yıl aradan sonra, ilk kitabın devamı niteliğinde okunabilecek 'Suda Halkalar Vardı' adlı ikinci romanını aynı yayınevince yayımladı. İlk romanda olduğu gibi bu romanda da bizi özenle inşa edilmiş karakterler sarıp sarmalıyor. Karakterlerin iç dünyalarındaki gelgitlere tanıklık ederken görüyoruz ki, her bir roman karakterinin hikâyesi, birbirlerinden farklı görünse de günün sonunda tek ve ortak bir hikâyeyi besliyor. Zaman geçişlerindeki ustalık ve seçilen mekânların çeşitliliği, geniş bir coğrafyaya uzanan bu bütüncül serüven içinde hayli dinamik bir kurgu evreni yaratıyor.


Romanı okurken Kilikya’da çamurlu yollardan, sarp kayalardan geçerken, kendinizi birden Paris’te bulabilirsiniz sözgelimi. Ya da darbe dönemi cezaevlerinden birinde işkenceye hem tanıklık eder hem de uğrarken, kendinizi birden korsanlarla açık denizlerde de bulabilirsiniz. Hatta bu karakter zenginliği ve çeşitliliğinin içinden, yaşam tarzıyla da verili ve yerleşik değerler dizgesiyle uyumsuzluğunu ortaya koymaktan çekinmeyen biri çıkıp zihninde sürekli diyalog halinde olduğu hayâli korsan arkadaşlarını sizinle gerçek hayatın antitezi ve bir ütopyanın temsilcisi gibi tanıştırabilir. Birbirine zıt iki 'sanatçı imgesi' arasındaki gerilimi tek bir karakter üzerinden bize duyurur sözgelimi.

İlk romandaki gibi karakter inşasındaki tutarlı doku işçiliği, sembolik anlamda her bir ilmeği temsil eden olayların, kırılmaların ve metaforik öğelerin yerindeliği 'Suda Halkalar Vardı’da da göze çarpıyor. Sözgelimi, darbeye gönülden bağlı, despotluğu ile nam salmış cezaevi komutanı Radi’nin çocukluğu şu tümcelerle anlatılıyor: “Tahtaları soyulmuş, rengi atmış terzi kulübesiydi sı­ğınağı. İçine saklanır, arkasında gözden ırak oyunlar icat ederdi. Karıncaları bir ince kâğıda çıkmaya zorlar, sonra toprağı kazarak yaptığı küçük havuza atardı hepsini. Elindeki pipetle suyu dalga­landırır, suda çırpınışlarını izlerdi. Ölenler ufalır, büklüm bük­lüm olurlardı. Sona kalanı, sadece sonuna kadar direneni çıkartır, salardı toprağa. O da kendisi gibi düşe kalka, kesik soluklarla sağ çıkmıştı nedensiz itildiği bir savaştan. O da yalnızlığı taçlandır­mıştı. Annesinin başka bir adamla kaçıp gittiğini, onu bu enkazda bıraktığını bilirdi.”

Çağrışımlar silsilesinin, mekânsal ve zamansal geçişlerde kullanılması da okuyucu için durmadan önünde açılan yeni kapılar anlamına geliyor bu süreçte.

Örneğin, cezaevindeki kısık bir çeşmeden bir şelaleye, oradan anılarda yer tutmuş bir olay aracılığıyla başka bir zaman dilimine geçiş yaparken buluyor okur kendini.

Darbenin, toplum ve insan psikolojisi üzerinde hedeflediği etkiyi, cezaevindeki Halim Yüzbaşı ve bir erin diyaloğundan da okuyucusuna duyuruyor.

Darbeden sonra mahallelerde devrimciler toz buhar olunca, oluşan bu boşluktan türeyen mafyavâri mahalle abilerinin, çetecilikten sermaye sahibi oluşlarına giden yolların, bugünün sermaye ve güç sahipleriyle benzerliklerine de ışık tutacak şekilde çizildiğini de görüyoruz romanda.

Sonra, ülkenin karanlık günlerinin ciğerlerinde biriktirdiği bayat havayı, ilk romanda top koşturdukları o toprak sahaya yıllar sonra gelerek, çocukluk günlerinin taze havasıyla değiştirenlere rastlıyoruz. Romanda, darbe döneminin cezaevinden tünel kazarak firar eden devrimcileri de görüyoruz; kaçış esnasında nöbetçi askerler tarafından fark edilişlerini…

İkişerli gruplar şeklinde ayrılıp farklı yönlere dağılarak uzaklaşmak üzere mevcut planlarını değiştirmek zorunda kalırlarken biz de sarılıp vedalaşıyoruz onlarla, “tez vakitte görüşmek üzere” diyerek birbirimize. “Tez vakitte görüşebildikleri bir ül­keyi de dilemiş oldular” diyor Antmen sonrasında. Aynı anda biz de o ülkeyi dilerken yakalanıyoruz kendimize.

Zamanın berisinde bir mahalle vardı ilkin bu serüvenin başlangıcında. Şimdi suda halkalar var. Bir taşın yarattığı halka, her kara parçasına bir kasırgayı müjdeliyor bu serüvende. 'İnsan'ın hikâyesi sınırlarını aşıyor. Tarihte, insan için uzun süren her esaretin sonunu, bu serüvene yakışır biçimde şu tümceyle muştuluyor roman:

“Binlerce sayfalık esaret, hep kırılıp gidecek bir pranga içindir.”

Kırılacak, kıracağız!