Gündelik konuşmalarda köyümüzün-kasabamızın ismini söylerken genellikle eski isminden de bahsederiz. Çünkü yerleşim yerlerinin çoğunlukla Müslüman-Türk kimlikleriyle ayrılan yeni ve eski olmak üzere iki ismi bulunuyor.

Mekânlara isim verilirken modern zamanlara kadar daha çok inançsal-geleneksel; sonrasında ise etnomilliyetçi politikalar etkili olmuştur. Dönemsel olarak hakim sistemler, kendi verdikleri isimlerle mekana kimliklerini giydirmişlerdir.

Modern zamanların hâkim kimliği, referansını milliyetçilikten aldığı için, vatanın her birimine kendi dilinden isimler vererek, mekân üzerinden ulusal kimliğini kurmuş ve önceki kimlik(ler)i tasfiye etmeyi hedeflemiştir. Bu nedenle ulus devletlerin her birinin yer isimleriyle ilgili yasa ve uygulanma detaylarını içeren yönetmelikleri bulunur.

Türk modernleşmesi de ulusal kimlik inşasında mekan/yer isimlerini değiştiren düzenlemeler geliştirmiş; hâkim kimliğin dışında kalan ve yüzyıllarca yerel dillerle tanımlı mekan isimlerini değiştirmiştir. Türkiye’nin Etnik Coğrafyası: Anadil Haritaları adlı araştırmaya (MSGSÜ Yayınları, 2015) göre erken Cumhuriyet yıllarında Türkiye’de 21 anadil konuşuluyor ve bunların baskın olduğu mekanlar kendi dilinden isimler taşıyordu. 1925 yılından başlayarak bu isimlerden ‘gayri milli’ olarak nitelenenler ara ara değiştirilmiştir. 1949’da çıkarılan 5442 sayılı Köy Kanunu (ki referansının 1924’te çıkarılan 442 sayılı kanundan alır) uyarınca yeni isimleri belirlemek için bir de Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu kurulmuştur. 1984 tarihli resmi verilere göre tüm yerleşimlerin yüzde 36’sının ismi Türk kültürüne uygunluk çerçevesinde değiştirilmiş; bu oran Mardin’de yüzde 91, Bitlis’te yüzde 86, Hakkari’de yüzde 80’e çıkmıştır.

Sevan Nişanyan’ın Adını Unutan Ülke kitabı ve 1984’te yapılan Yer İsimleri Sempozyum yayını bu konuda detaylı bilgiler içerir.

Alevi toplumunun yaşam mekânlarının isimleri de bu değişiklikten nasibini almıştır kuşkusuz. Ancak bunların isimleri genelde içinde yer aldıkları etnik grubun diliyle bilindiği için Alevileri görünmez kılmayı tercih eden sistem politikalarına uygun olarak Alevi kimliğine karşı sistemin nötr olduğu görüntüsünü vermiştir. Ne var ki doğrudan Aleviliğe gönderme yapan yerleşim isimleri söz konusu olduğunda bu yanıltıcı görüntü deşifre olmuştur.

İşte bir tipik örnek: Yıl 1944. Devlet arşivlerinde yer alan TC Dahiliye Vekaleti V. İ. U. Müdürlüğü’nün, Mucib Sebepler Lahiyasından olduğu gibi aktarıyorum:

Amasya Vilayeti merkez kazası dahilinde, Samsun-Sivas demiryolu üzerinde ve Boğazköy ile Hacıbayram İstasyonları arasında bulunan Alevi Durağı, istasyon olarak her türlü muameleta açılacağından (Suluca) olarak adlandırılması Münakalat Vekaletince talep edilmesi üzerine, istasyonun kurulduğu Alevi köyü aynı zamanda Suluova Nahiyesinin merkezi olması hasebi ile posta muhaberatı ve demiryolu muamelatında vukua gelmiş melhuz karışıklığı önlemek maksadı ile bu köy adının da, mevkiinin tabii teşekkülü nazara alınarak istasyonla birlikte (Suluca) olarak adlandırılması İdare Heyeti ve Daimi Encümen Kararlarına dayanılarak adı geçen Valilikten teklif edilmektedir. Vekaletimizce yapılan incelemede bu köy ve istasyon adının (Suluca) olarak değiştirilmesi hususundaki teklif muvafık görülmüş ve muamelesi de 4025 sayılı kanunun (D) fıkrası hükümlerine uygun bulunmuş olduğundan ilişik kararnamesi ona göre yapılmıştır.

Bugün artık Suluova’nın bir mahallesi olan bu yerleşim adının ALEVİ olması nasıl bir melhuz karışıklığa neden olmuş ve SULUCA olarak değiştirilmesi bu karışıklığı nasıl gidermiştir acaba? Bu sorunun cevabı elbette yoktur. Dahası, arşivlerde belgesi olduğu halde Suluova ve Amasya’nın resmi web sayfalarında bu bilgi bile yoktur. Herhalde görünmez kılma politikasının bir gereği ve devamı olarak.

Şüphesiz isimlere bu müdahaleler toplumsal hafızayı manipüle etmiş; mekanlar zamansız ve tarihsiz bir yere dönüştürülmüştür. Oysa mekanların tarihsel isimlerinin olduğu gibi korunması kültürel sürekliliğin ve geçmişiyle kopmamış köklü bir gelecek kurmanın asgari gereği değil midir?