Baskıyı daha da artırmak istediler ama planları işlemedi. Dört bir yandan gelen desteğe bakıp, Boğaziçi Üniversitesi’nin de yalnız olmadığını gördüler. Aksine belkide özgürlüğe gidecek ateşin kıvılcımını yaktılar.

Melih Bulu yalnız değildir

İLKER BİRBİL

Elbette değildir. Üstelik öyle uzağa bakmaya gerek yok. Alın size Boğaziçi Üniversitesi’nin tam da içinden yılların hocaları Naci İnci ve Gürkan Kumbaroğlu. Bu iki hocanın rektör yardımcılığına soyunmaları, Melih Bulu’nun istenmediği yerde ısrarla kalmaya çalışmasından çok daha fenadır. Keşke bununla kalsa marifetleri. Kumbaroğlu’nun direnişin başında rektörlüğe sırtını dönenlerin yanında yer alıp, sonradan görev verilince hemen önünü iliklemesi yenip yutulacak şey midir? Ya da İnci’nin kampüste kendisini protesto eden öğrencilerinin karşısında bir şeyler gevelemek zorunda kalması yüzünü yere düşürmez mi? Meğer yutulacak şeymiş, meğer yere düşürmezmiş. İkisi de biliyor ki yalnız değiller.

İşin aslı, iktidar uzun zamandır tüm hıncıyla akademide bir değişim peşinde. Öyle eğitim kültürü, araştırma atmosferi ya da bilimsel yetkinlik ile kaybedecek bir dakikaları yok. Bu akademisyen denen nane de maalesef ağaçta yetişmiyor. Üstelik yabancı dil bilgisi, intihal yapmama gibi zorlu çıtalar var. Sıkıcı tabii ama bu çıtalar bir şekilde aşılmalıydı. Önce her çıta aşağıya çekildi, sonra bir daha çekildi. Çıta yere değdi, fakat yine de arzu edilen sayılara ulaşılamadı. Aksi gibi muhalif hocaları üniversitelerden atınca, daha da çok yer açıldı. Boşalan yerleri doldurmaları istenen yöneticiler ise güdük kaldılar. Daha çok düdük. Böylece toprak, iktidara büyük bir sempati besleyen hızlı profesörler için ekilmeye uygun hale geldi.

Yazının tam bu noktasında sahneye Erişah Arıcan’ı davet ediyorum. Niye mi kendisi? Eh, kendisinin ve akademik soyağacının marifetlerine bakınca, tek elden çıkan mevki ve derece bolluğunu izah edecek daha iyi bir örnek düşünemiyorum. Hazır olun bomba bir bilgi geliyor: Arıcan toplamda 40 küsur doktora öğrencisi mezun etmiş! Benim o küsurat kadar doktora öğrencim henüz olmadı. Olur belki. Hesaplarıma göre 250 yaşımda kendisine yetişiyorum. Sayının çokluğu bir yana, onca doktora öğrencisinin arasında öyle isimler var ki şaşarsınız. Ama ikisi kesinlikle müstesna; biri eski ekonomi bakanı, diğeri de Merkez Bankası’nın mevcut başkanı. Hoş, Merkez Bankası Başkanı’nın tezindeki bazı paragrafları kopyala-yapıştır ile yazdığı iddia edildi. Ama neyse ki o intihal pürüzünü de hızla kurulan bir komite hallediverdi. Akademik omertà. Açıkça gördük ki Erişah Arıcan da yalnız değil.

Dönelim Boğaziçi’ne. Oradakiler liyakatin, akademik özerkliğin, demokratik bir üniversitenin mücadelesini veriyorlar. Boğaziçi öğretim üyelerine geçmişteki tavırları yüzünden kızgın insanlar olduğunu biliyorum. Bazılarına da hak veriyorum ama günün sonunda kendime hep şunu hatırlatıyorum: Nöbet tutan bu insanlar üniversitede katılımcı, demokratik bir kültürü korumak için direniyorlar. Bu insanlarla konuşabilir, tartışabilir, gerekirse kızgınlığınızı yüzlerine söyleyebilirsiniz. Çünkü eksiği gediği de olsa, tüm bunları yapabileceğiniz bir atmosferi kurmak için yılmadan deniyorlar. Tam da bir üniversitede olması gerektiği gibi. Öte taraftan, üniversiteleri ele geçirmek için her yolu mubah gören, biat dışında hiçbir vasfı olmayan karşı gruptaki insanlarla bir araya gelecek alanı dahi bulamazsınız. Sinsidir onlar. Bazıları hırçınlığa, mevkii zorbalığına, hatta kaba kuvvete başvururlar. Özetle tamamı ödlektir. İnsanı utandıracak kadar ödlek. Konuşamazsınız.

Ben yine de Melih Bulu vakası iyi oldu diyorum. Bu noktadan sonra akademik özerkliğin sadece Boğaziçi ile ilgili olduğu yanılgısını kırmak gerek. Nöbetteki bazı arkadaşlar da bunu söylüyorlar. Açıkçası bugüne kadar iktidar görece özgür bir alan bırakarak, Boğaziçi gibi belli başlı üniversitelerden gelecek itirazı sınırlı bir alanda tutmayı başarıyordu. Böylece diğer üniversitelerdeki dönen kepazeliklerin fazla duyulmamasını sağlıyordu. Sonra da hızla tekeline aldığı bu kurumlarda istediği gibi at koşturuyordu. Bazen sopayla, bazen de havuçla.

Bu sefer baskıyı daha da artırmak istediler ama planları işlemedi. Dört bir yandan gelen desteğe bakıp, Boğaziçi’nin de yalnız olmadığını gördüler. Aksine belki de farkında olmadan üniversitelerin özgürleşmesine gidecek bir değişimin ilk kıvılcımını yaktılar. Keşke… Bilemiyorum… Her halükârda, inanıyorum ki Türkiye’deki pek çok üniversitede Boğaziçi’ne destek veren, akademik özerklik için çırpınan arkadaşlar var. Onun için bundan sonraki başlıca iş, o arkadaşları duymak ve onlarla yan yana durmak olabilir. Çünkü bugünkü toz duman dindiğinde, asıl yalnız kalacaklar onlar.

Bu yazı, Naci İnci rektör olarak atanmadan önce kaleme alınmıştır.