Terörle mücadeleymiş: ‘Parasız eğitim’ pankartı açan liseliyi terörden yargılayıp yıllarca hapiste tutan, terörle mücadele etmiyor, etrafa terör, yani dehşet salıyordur.

Terör, dehşet ve/veya etrafa dehşet yaymak demektir; ama, meczupluktan değil, kendi hedeflerine ulaşmak için, kendisine karşı çıkabilecek insanları sindirmek, susturmak, yıldırmak üzere.

Şerefsizlikleri beyinsizlikleriyle yarış hâlindeki bölücü faşistler, HDP’nin Meclis’teki varlığını kabûl edemiyorlarmış: Esas, siz çekip gidin o Meclis’ten. Amerika ve hempaları sizin gibilere Afrika ormanlarında, diğer canlılara zarar vermeyeceğiniz bir yerler bulur belki; ama, en iyisi aramızda para toplayıp sizler için sunî bir ada oluşturtmak Dubai sahillerinde; nasıl olsa yüzme de bilmezsiniz, yani biz insanların dünyasına kendinizi bulaştıramazsınız.
Yok eğer, bizim buraları kirletmekte kararlı, sevgili Türkiye’yi illaki kana bulayacağız diyor iseniz, biz insanlara sizsiz bir parlamento ve ülke bahşedin: Allah, sizin gibi bölücü kan-oburların belasını versin.

Allah var mı, yok mu, bilemiyorum, ama “inşallah vardır” diyorum; zira, kendimden eminim ve de ‘Öbür Dünya’da, ‘Kahramanlar Locası’ olmasa da ‘Dürüstler Locası’nda oturup cehennem zebanîlerinin sizlere neler yaptığını seyretme konusunda pek bir hevesliyim.

Cennet’ten sizi seyredecek olduğum kesin de, tek derdim, cennetin bedava şarabını nasıl rakıya dönüştüreceğim.
Espri bir yana, AKP, daha doğrusu Erdoğan, çok ama çok kan dökülmesine yol açacak bir mekanizma kurdu.
Bu cumhuriyet düşmanları, demokrasi yolunda adım atmak yerine, daha doğrusu böyle bir adım atmamak üzere post-modern/sosyalist eskisi ‘kültürel çoğulculuk/inancına göre yaşama özgürlük’çüsü soytarıların da desteğinde etnik/mezhebî ‘açılım’lar modasını başlattı. En son ve en alçakça numaraları ‘çözüm/barış süreci’ oldu: Cumhuriyetin vatandaşlarını Kürtler ve Kürt olmayanlar (Türk?) diye ikiye böldü ve Kürtleri kimin, hangi örgütün temsil edeceğine kendisi karar verdi. Bu, her şeyden önce, Kürtlerin temsilcisi olarak kabul ettiği örgütü desteklemeyen, onun önderliğini ettiği hareket içinde yer almayan vatandaşlarını harcamaktı, satmaktı. Daha da önemlisi, devletin muhatabı ancak yine bir devlet olabilirdi ve bir devlet kendisine muhatap olarak bir örgütü alırsa, oturulan masadan anlaşarak kalkmanın ön koşulu, muhatap alınan örgüte devletin egemenlik haklarından bir bölümünü devretmesi idi. Daha daha da önemlisi, özgürlük/eşitlik isteyen vatandaşlarının değil de Kürtlerin temsilcisi olarak silahlı bir örgütü muhatap alırken, sivil siyasetin önünü açmamanın ötesinde silahsız Kürt siyasetini/siyasetçileri en hak/yasa tanımaz şekilde cezalandırıp tıkamasıydı: Kürt siyasetçiler, Belediye meclis üyelerinden milletvekillerine, binlerle hapiste tutulurken, hem de ‘terör örgütü’yle ilişkili oldukları suçlamasıyla, onları içeride tutan devlet, ‘terör örgütü’ ve onun lideriyle eşit eşite muhataplık ilişkisi içine giriyordu: Bu, doğrudan doğruya, silahlı siyaseti ödüllendirmekti ve de silahsızlar içeri atılıp cezalandırılırken, elindeki silah ve/veya silahlılara hükmetme gücü sayesinde devlet tarafından muhatap alınanın bırakacağı en son şey de yine elindeki silah olacaktı.

Toplumsal grupların, örgütlerine indirgenemeyeceği bir veri iken, sesini duyurup sözünü dinletmenin yolunun sivil değil, silahlı siyaset olduğunun devlet tarafından tescillendiği bir durumda, silahlanmak/elindeki silahı kullanmak, örgüt içinde yükselip söz sahibi olmanın yolu hâline geleceği, örgüt ve/veya öörgüt lideri, şu ya da bu şekilde silahlılıktan vaz geçse bile bunun grup/hareket üzerinde etkili olamayacağı, etkili olmaktan vaz geçmek istemeyen bir liderliğin, kendisi istemese bile silaha sarılmaktan tümüyle vazgeçemeyeceği, silaha sarılan unsurları tümüyle dışlayıp onlar üzerindeki kontrol ve sözünü dinletme gücünü tümden kaybetmeyi göze alamayacağı açıktır.

Erdoğan ve şürekasının, Öcalan’ı kafakola alma hesabı üzerinden başlattıkları ‘çözüm süreci’ maskaralığının, bizlere daha nelere mal olacağını konusunu daha da derinleştirmek üzere, önümüzdeki haftaya, inşallah…