Tatsız olan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın birden bire düşman kesildiği “arena” sözcüğünü neredeyse sözlüklerden atmak istemesi değil, her kafasına eseni yapma gücünü bir de bu sözcüğü yasaklayarak bize anımsatmış olmasıdır.

Bakın işin tadı her geçen gün kaçıyor. Gerçekten ama. Recep Tayyip Erdoğan hayatımızın her alanına el atmaya hakkı olduğunu düşünüyor ciddi ciddi. El attığı o konularda da uzmanlaşmış olanları hesaba katmıyor. Yaptığının iyi olduğuna inanması kendisi için yeterli çünkü.

Oysa mesele “iyi olan” her neyse, sadece iyi olduğu için dayatma yoluyla onu kabule zorlanmamızla ilgili. Binlerce yıl önceki anlamını yitirmiş, dolayısıyla günümüzde, dünyanın her yerinde disko, spor salonu, yayın organı, haber programı adı da olagelmiş “arena” sözcüğünü, eski anlamıyla anlayan tek kişi olduğu için çıkarıp atma hakkı yok Erdoğan’ın. Ama “talimatı verdim, arena isimlerini statlardan kaldırıyoruz” deyiverdi. Yani “Tek adam”lık hangi kelimeyi nasıl kullanacağımıza bile karar verici hale getirdi genel başkanı.

Vahim olan bu tutumunda da “muhteşemlik” görenlerin olması. Postal yalayıcı, “boksever” o malum prof fırsatı kaçırmayıp Recep Beyin dilimizdeki yabancılaşmaya karşı olduğunu sanarak bu son müdahalesi için övgüler yağdırdı örneğin. “Benden de bir bravo” dediğini okuduk. Oysa Recep Bey, dilde sadeleşme yanlısı biri değil anladığım kadarıyla. “Külliye”de otururken nasıl sadeleşebilir dile bir insan?

Kararlarında tek başına olmadıkları, içinde yer aldıkları yapının kurallarına uymak zorunda kaldıkları iddia edilse de günümüz iktidar sahiplerinin de geçmişte, devletlerini, halklarını keyiflerine göre yöneten güç sahiplerinden pek farkları yok aslında.

Eski zaman, adı üzerinde “eski zaman” işte. Bu kavram, en azından, “geçmişin insanları diktatörlüklerde yaşamaya layıktılar” türü bir düşünceyi, önyargıyı içerir. Demokrasinin sadece günümüzde yaşam bulmuş olduğunu sandığımız için böyle düşünürüz. Böyle düşündüğümüz için de o zamanların iktidar sahiplerinin dilediği kararları alabilmeleri doğal gelir bize.

Keyfi karar deyince, akla hemen Türkmenistan Devlet Başkanı Sapar Murat Türkmenbaşı geliyor haliyle. Ömür boyu cumhurbaşkanlığını parlamentoya (!) onaylatan, 2003 yılına anasının adını veren, vatandaşlarına cennete gidebilecekleri yolu, kendi yazdığı din kitabı “Ruhname”de gösteren, herhangi bir nedenle kızdığında memurlarının maaşını ödetmeyen Türkmenbaşı unutulur gibi değil. Abbasi halifelerinden El Hakim’in halkına balık yemeyi yasaklaması da tek adamlığın iyi örneğidir.

Appius Cladudius Caecus diye Romalı birinden söz eder tarih kitapları. Bu zat yüksek dereceli bir memur. M.Ö. 312’den söz ediyorum. O dönemlerin güçlü devletlerinden Roma Cumhuriyeti’nde Cencor’du Caecus. Beş yılda bir seçilirlerdi Cencor’lar. İşleri de vatandaşların servetlerinin sayımını yapmak. Bu adamın bizim “Zeta” olarak bildiğimiz Z harfini resmi Roma alfabesinden çıkarttığı söylenir. Bu harfi seslendirirken çıkan sesin, Romalıların diş yapısına uygun bir ses oluşundan rahatsızmış meğer.

Bu, küçük iktidara sahip bir adamın bile elindeki gücü nasıl kullanabildiğine iyi bir örnektir. Alfabeden çıkardığı harfi, “ses” olarak yaşamdan çıkaramadı besbelli. Bakın eski bir harf de olsa hâlâ biliyoruz Z’yi. Bu harf operasyonunun (!) sonucu yararlı mı oldu, zararlı mı bilemem, ama yararlı da olsa keyfi bir tutum değil mi Caecus’un yaptığı.

Caecus’un Z harfini alfabeden attırması gibi masum bir müdahale bile, dilbilimcileri yıllarca uğraştırmıştır, derler. Arena sözcüğünün iki bin yıl önceki anlamına kafayı takmasının nedeni ne olabilir Recep Beyin?

Hakkın, hukukun, vicdanın, tartışma kültürünün, danışma geleneğinin katledildiği (Recep beyin anladığı anlamıyla) bir “arena”ya döndü memleket.

Çok tatsız bu.