Son günlerde pek de alışık olmadığımız olaylara tanıklık ediyoruz

Son günlerde pek de alışık olmadığımız olaylara tanıklık ediyoruz. Bilgi Üniversitesinde bir öğrenci bitirme tezi olarak "porno" film çekiyor, ardından üniversite yönetimi öğrencinin tezini değerlendiren biri bölüm başkanı üç öğretim üyesinin görevine son verdiğini açıklıyor. Alın size kocaman bir tartışma konusu; üniversitede özgürlüğün sınırları nerede başlar nerede biter? Müşteri kaybetme korkusu (paralı eğitim) üniversite kavramıyla ne kadar bağdaşır? Genel ahlak kurallarının ya da resmi ideolojinin dışladığı görüşler üniversite özgürlüğü içinde ele alınmalı mıdır?
Sadece üniversite de değil; son günlerde nurtopu gibi bir Kanuni tartışması da var gündemimizde. Önce Can Dündar'ın Mustafa'sı üzerinden bir tartışma yürümüştü, şimdi de başka bir tarihsel kişilik olan "Kanuni Sultan Süleyman"ın yanlış yansıtıldığından söz ediliyor. Sorun sadece tartışma olsa neyse Bülent Arınç resmen yasaklama ya da cezalandırmadan söz ediyor. Bugüne değin onlarca kez yapılmış tartışmalar yeniden ortaya çıkıveriyor. Sanat nedir? Sanatın gerçekliği mutlaka hayatın gerçekliğini mi yansıtmalıdır? Tarih ya da tarihsel kişilikler üzerinde konuşulamayacak tabular mıdır? Her dünya görüşüne bir tarih görüşü de eşlik ettiğine göre tek bir "tarih"ten söz etmek mümkün müdür? Sorular uzayıp gidiyor.

Sanat, tarih, üniversite özgürlüğü derken yargı da yaşananlar da adeta bir korku filmini andırıyor. Türkiye'de yaşayan hemen herkes yargının ne denli ağır işlediği konusunda hem fikirdir sanıyorum; bırakın koca koca dosyaları olan siyasal yargılamaları en basit bir alacak verecek davası bile yıllarca süren yargılamanın konusu durumundadır. Yargının nitelik ve nicelik sorunları üst üste yığılarak bugün çökme noktasına gelmiş durumdadır. Bırakın hukuku akla ve mantığa sığmayan onlarca yargı kararı olduğu açık ortada duruyor. Uzun tutukluluk hali bu artık etkinliğini yitirmiş olan yargı sisteminin en adaletsiz yanlarından biri.

Buraya kadar tamam; ama Avrupa Birliği'ne uyum için yalap şap yapılan bir düzenlemenin bu adaletsizliği ortadan kaldırmak yerine yeni adaletsizliklere kapı araladığı da net olarak ortaya çıkmış durumda. Kanunun hangi suçta ne kadarlık tutukluluk süresi öngördüğü üzerine hukukçular arasında bile bir uzlaşma yok.

Sonuç Hizbullah sanıklarının tahliyesiyle kanayan kamu vicdanı. Şöyle bir hatırlayalım Hükümetin "Kürt Açılımı" Habur sınır kapısında kitlesel olarak karşılanan PKK'lılar nedeniyle akamete uğramıştı. Barış umuduyla toplanan binlerce insanın görüntüleri televizyon ekranlarına defalarca yansıtılmış bu durum Batı yakasında savaşın kaybedildiği duygusunun derinleşmesine yol açmıştı.

Aynı kitlesellikte olmasa da tahliye edilen Hizbullah sanıkları, halaylarla sloganlarla karşılanınca benzer bir durumun yaşanıp yaşanmayacağını göreceğiz. On yıl önce PKK'yla mücadele için devlet tarafından desteklenip korunduğu çok açık olan o nedenle de halk arasında "Hizbulkontra" olarak adlandırılan bir örgütün kadrolarının "Hizbullah açılımı" nedeniyle mi salıverildiği kocaman bir soru işareti olarak ortada duruyor. Yeniden faili meçhuller ve Hizbullah terörü hortlarsa bunun hem bölge açısından hem de Türkiye için bir felaket senaryosu olacağı çok açıktır.

Bütün bu manzaranın ortaya çıkarttığı şey şu; bir yandan Türkiye "muhafazakârlaşıyor" ve buna bir devlet baskısı eşlik ediyor. Öğrenci ve işçi protestoları karşısında polisin tutumu; Ankara ve Aydın'da içkili lokantalara yapılan baskınlar, sanat tarih vb. Konularda yasakçılığa varan muhafazakar tepkiler. Allah adına hunhar cinayetler işleyen bir örgütün bütün kadrolarının bir hukuk garabeti marifetiyle serbest bırakılması vb…
Diğer yandan üniversite özgürlüğünün sınırları porno filimle bitirme tezi vererek, sanat özgürlüğünün sınırları sanat galerisi açılışında "sevişme" görüntüleriyle; tarihsel tabuları sorgulama özgürlüğü ana bir televizyon kanalında bir Osmanlı padişahını ele alarak zorlanıyor.
Toplumsal çeşitliliğin yıllarca devlet eliyle bastırıldığı; etnik dinsel kimliklerin tekleştirilmeye çalışıldığı bir "rejim" özellikle soğuk savaşın sona ermesinden bugüne çok fazla kan kaybetti. Askeri darbeler yoluyla ya da başkaca yollarla devletin toplumsal hayata her düzeyde müdahale ettiği bir durumu uzunca süre sürdürebilmek mümkün değildi.Şöyle ya da böyle bu dönemin sonuna gelindi ya da gücü kırıldı.
Şimdi yeni bir sınavla karşı karşıyayız. Toplumda kendini dışa vuran pek de alışık olmadığımız yeni ve aykırı protesto biçimlerinin yerleşik muhafazakar değerlerle çatışması nasıl sonuçlanacak? Elbette bu farklılıkların ve bireysel özgürlük kullanım biçimlerinin solun toplumsal özgürlük kavramının yerine ikame edilmesi mümkün değil ama muhafazakar değerlerin her düzlemde sorgulanması son derece önemli.
"Adalet yok, üniversite özgürlüğü yok, sanat özgürlüğü yok; ileri demokrasi var "görünen o ki bu denklemi bu şekliyle sürdürmek gittikçe zorlaşıyor.