İzmir’e bağlı Seferihisar ilçesinin Ulamış köyünde bir başarı öyküsü yazılıyor. Köylüler ürettiklerini satabiliyorlar. Başrolde ise kadınlar var

Memleket Hikayeleri: Ulamış’ta kadınlar var… Hayat var...

Editörler: MURAT GÜLTEKİN - ONUR KILIÇ

Ulamış, Seferihisar’ın “şirin” sıfatını bütün çağrıştırdıkları ile hak eden bir köyü...

Seferihisar Belediyesi, 2009 yılında “Yerel Üreticiyi Destekleme” projesi kapsamında, Seferihisar, Sığacık ve Orhanlı köyü üretici pazarlarından sonra geçtiğimiz yıl Ulamış Pazarı’nı hizmete açtı. Neredeyse tamamı kadın yetmişten fazla üretici tezgâh başındaydı. Eşzamanlı olarak düzenlenen festivale katılan binlerce kişiye, yöreye özgü Karakılçık Buğdayı’ndan üretilen Ata Ekmeği ve meşhur Armola Peyniri ikram edildi. Köyün kültürel ve sanatsal birikimi sergilendi.

Her geçen hafta daha da renklenen ve şenlenen pazar, kadınların başrolde oldukları bir sahneydi artık.

İşte o kadınlarla Ulamış’ta kadınların öncülüğünde gerçekleştirilen değişim ve dönüşümü konuştuk.

Ulamışlı edebiyatçı ve ressam M. Necati Özsu’nun eserlerine hayat verdiği, mekânda ağırladılar bizi.

»M. Necati Özsu’dan ve bu mekandan başlayalım isterseniz…
Özlem:
Ben Turgut köyünden buraya 12 sene önce gelin geldim. Necati Özsu, eşimin dedesi. 1922’de burada doğuyor. İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü’ne gidiyor ancak bırakmak zorunda kalıyor. Köye dönüp çiftçilikle uğraşıyor. Bu dükkânda berberlik, bakkallık yapıyor. Eserlerini de burada üretiyor. Nasır ve Saban dergilerini çıkarıyor. Kitaplar yazıyor. Aynı zamanda ressam… 1999’da vefat ediyor.

»Bu mekân nasıl gündeme geldi?
Şevkat:
Köyde işlettiğimiz kadın mutfağını buraya taşımaya karar verdik. Necati Bey’in anısını yaşatacak bir yer olsun istedik. Kendisini yüzeysel olarak biliyorduk. Araştırdık, kitaplarını, çıkardığı dergileri. Onun dergilerinden birinin adını verdik: Saban. Resimleri duvarlarda… Peynir atölyesi, ekmek atölyesi, edebiyat etkinlikleri, Necati Özsu’dan kalan plaklarla dinletiler yapmayı planlıyoruz.

»“Saban”a gelene kadarki hayatınız?
Şevkat
: On yıl önce İzmir’den geldim. Emekli olmuştum. Başta çocuğum için doğal beslenip, yaşayabileceğimiz bir yer araştırıyordum. Buranın havasını, suyunu, insanını çok sevdim. Bir yer aldım. O gün bugündür buradayım. Arıcılık kursuna gittim; bahçeme iki kovan koydum. Tavuklarımız, köpeklerimiz var. Bahçemiz ekili. Üretken buranın kadını. Bahçede iki elma ağacı olan sirke yapar. Erişte keser. Tarhanası, salçası, aklınıza ne gelirse… Onlara ayak uydurdum.

»Köy pazarı nasıl ve ne zaman faaliyete geçti?
Suna:
2009’da Tunç Soyer belediye başkanı olunca ilk hedeflerinden biri köylünün özellikle kadınların üretip kazanmasıydı. 2009’da Kadın Emeği Evi açıldı önce köyümüzde. Ne yapabiliriz, ne üretebiliriz, konuştuk, öğrendik. Sonra Karakılçık Buğdayı iyi bir başlangıç oldu. Yöremize özgü bu buğdayın tohumu bulundu, çoğaltıldı, üretimi yapıldı.

Bu buğdayın unundan kara fırında yöresel yöntemlerle pişirilen Ata Ekmeği’nin, Armola Peyniri’miz ile ikram edildiği bir festival düzenledik geçen sene. Binlerce insan geldi. Pazar da o zaman açıldı.

Aslı: Biz üç kadın arkadaş çok kararlı şekilde Belediye Başkanımız’dan pazar açılmasını rica ettik. O da ‘Pazar açmak kolay ama gerisini getirebilecek misiniz?’ dedi. Biz yapacağız dedik. Eşi Neptün Hanım, kadınların çalışmalarına destek olan biri. O ve köyde evi olan eski bir avukatla bir toplantı yaptık. Sonra gönüllü kadınlar bir araya geldik. Bütün köye kapı kapı kireç dağıttık ve evlerin dış duvarlarını boyamalarını sağladık. Bize gülenler de oldu, kirece de battık ama bütün evler boyandı. Köyümüzde yaşayan emekli bir resim öğretmeni, arkadaşlarını çağırdı. Köyde hangi ürünler, meyveler yetişiyorsa onları evlerin duvarlarına çizdiler. Belediye’den çiçekler geldi; ekildi. Köyümüzü tertemiz edip süsledik. Pazarımıza, festivalimize, misafirlerimize hazır ettik.

»Pazar, başta siz kadınlar olmak üzere köyü ve köylüyü nasıl etkiledi?
Suna:
Ben burada doğdum, burada büyüdüm. Kendimi bildim bileli köyümde, çiftçiliğin içindeyim. Önce bağ sonra mandalin, zeytin. 15 senedir zeytinyağı ve sabun yapıyorum. Salça, tarhana... Son 4-5 yıldır üretici pazarlarında para kazanıyorum. Fuarlara katılıyoruz, yeni şeyler öğreniyoruz.

Aslı: Ben çoban kızıyım, koyun-keçilerimiz var. Babam erken vefat etti. Çiçekçilik yaptım, seralarda çalıştım. Seferihisar’da salı pazarına çıktım. Daha sonra 2009’da Kadın Emeği Evi kurulunca kurslara katılmaya başladım. Eski usülde erişte kesmeyi öğrendim oradan ve halamdan. Tavuklarım var, yumurta üretiyorum. Suna abla ile fikir alışverişinde bulunarak sirke yapmaya çalışıyorum.

Şevkat: 10 yıl önce İzmir’den geldiğimde kadınlar bahçe işlerine, ev temizliğine giderlerdi. Şimdi ürettiklerini yerel pazarlarda satıyorlar. Boşta gezen kadın bulamazsınız köyde.

»Kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmalarına erkeklerin yaklaşımı nasıl oldu?
Suna:
Biz çiftçiyiz. Kadın, erkek, çoluk çocuk birlikte çalışırız. Kadın işin içindedir yani. Çiftçi çok kötü zamanlar geçiriyor, bildiğiniz gibi değil. Sattığımızın parasını alamaz olduk. 3-5 bin lira avans ile ürünümüzü verdiğimiz tüccarlar sırra kadem bastılar. Torunlar var, üç tane çocuk okutuyoruz, üniversite, dershane paraları. Eğer bu pazarlara çıkmasak eşimin emekli maaşına kalmıştık. Biz bu pazarlar kurulduğu için çok şanslıyız. Erkekler de farkında bunun.

»Erkekler rahatsız oluyor mu bu değişimden?
Şevkat:
Bazen evet. (Gülüyor) Bir gün kahveye gittik bir grup kadın. En ön masalarda oturup etrafı seyreden erkekler var. Hep aynı masada otururlar. Biz gittik onları oradan kaldırdık. Çünkü o anda en önde biz oturmak istiyorduk. Oturduk, kahvemizi içtik, 1-2 saat orayı zapt etik. Bugün, kadınlar kahvede istedikleri yerde otururlar. Kahve ve önü bizim kültür-sanat etkinlikleri yaptığımız bir alandır. Tiyatro yaparız, müzik dinleriz, dans ederiz.

»Kültür-sanat, müzik, tiyatro dediniz…
Suna:
Köyümüz sanatı sever. İşte burası. Necati Özsu, burada yazmış; çizmiş. Dergiler, kitaplar, sergiler… 1950’lerden önce köyümüzde herkesin evinde bir çalgı varmış. Kahvede konserler oluyor o kadar güzel, keyifle dinliyoruz ki. Bir şeyler kalmış demek ki.

Aslı: Eski yıllarda yazlık sinema varmış köyümüzde. Bütün köy toplanır film izlermiş. Sinema, tiyatro sevgisi o zamanlardan. Ben Ulamış Köy Tiyatrosu’nda oyuncuyum. Yirmi dört kişiyiz. Birkaç erkek var gerisi kadın. Bundan iki-üç yıl önce Seferihisar Belediyesi Çocuk Tiyatrosu’na yeğenimi yazdırmıştım. Benim de eskiden beri oyunculuğa yeteneğim olduğunu söylerler. Kendim de başladım. Köyümüze otobüs girmiyordu o zamanlar. Zor oluyordu gidip gelmek. Bırakmak zorunda kaldım. O dönemki hocamız, daha sonra köyümüze kurs açmaya karar verdi; beni buldu. Ben başlayınca, bütün sülalem, 73 yaşındaki halam bile tiyatroya başladı.

»Köyde yaşanan değişimin olumlu etkilerini konuştuk. Negatif, olumsuz etkileri?
Aslı:
Ben köyümüzün köy olarak kalmasını istiyorum. Gezmek, görmek isteyenlere kapımız sonuna kadar açık. Ama köyü şehre çevirmeye kalkmasınlar. Köy burası. Tarım olacak, hayvancılık olacak. Tozu toprağı, hayvanın sesi, kokusu olacak. Hem bunlar olmasın hem köy olsun. Mümkün mü? Köyde apartman hayatı olmaz. Köydeki evlerin, arazilerin satılmasını, şehrin köye taşınmasını istemiyorum bu yüzden.

Şevkat: Köy statüsünden mahalleye geçilmesiyle Aslı’nın bahsettiği olumsuzluklar arttı. Köy, şehrin mahallesi gibi idare edilmez ki. Mesela komşunun ineği var, şehirden gelen onu şikayet ediyor. Kokudur, sinektir. Bu insanlar ineğin sütüyle geçimini sağlıyor. Böyle olunca kendisi de doğal mis gibi sütten mahrum kalıyor farkında değil.

Aslı: Zaten mahalle statüsüne geçilirken köylüye de kimse fikrini sormadı. Benim yerimin dibinde iki tane çiftlik var. Birinde 60 inek, diğerinde 200 tane koyun var. Ben onların kokusunu seviyorum.

•••
Suna Abla, “Olumsuz etkisi olmaz mı? İşler çoğaldı. Çarşı-Pazar işleri bir yandan. Ev işleri bir yandan.. Müsaadenizle kalkayım. İşlerim var.” diyip kapıya yönelirken Aslı; “Birbirimize yardım ederek hallediyoruz işleri. Bizim köyümüzde dayanışma çoktur. Düğün yemekleri birlikte yapılır. Sofralar kurulur, kaldırılır.” diye ekliyor ve Suna Abla’nın peşinden “Benim de işlerim var.” diyip çıkıyor başıyla selam vererek. Şevkat Yayla, Özlem Toptaş ve Seher Özkul ile yapmayı planladıkları yeni işleri konuşuyoruz bir süre daha ve heyecan, coşku, umut ile ayrılıyoruz “Saban”dan.

***

Çocuk Belediyesi bir model olacak

memleket-hikayeleri-ulamis-ta-kadinlar-var-hayat-var-442398-1.

Ceren Dokel’in ailesinin taşınmasıyla gidip gelmeye başladığı “Sakin Şehir” onu kendisine bağlamış ve “sakini” yapmış.
Kızının etkinliklerine katıldığı Çocuk Belediyesi’nin, getirdiği öneriler ile önce kurumun katılımcısı sonra da ayrılmaz bir parçası, çalışanı olmuş.

Dokel ile Çocuk Belediyesi ile başlayan, Ulamış köyünde süren yeni bir hayat kurma macerasını konuştuk.

»Seferihisar macerası ne zaman, nasıl başladı?
Doğma-büyüme İzmirliyim. İlk, orta, lise, üniversite... Bilişim ve sağlık sektörlerinde çalıştım uzun yıllar. Bildiğiniz şehir hayatı. İş-güç, koşuşturma. Üç yıl önce ailem buraya taşındı gidip gelmeye başladım. Şehrin keşmekeşinden, gürültüsünden, tozundan başka bir hayat yaşamanın mümkün olduğunu gördüm ve ben de taşındım. Bu kararımda Çocuk Belediyesi'nin büyük etkisi oldu. Şehirde hatırı sayılır ücretler ödeyerek katılabileceğiniz etkinlikler burada ücretsizdi. İki yıl kadar İzmir’de çalışmaya devam ettim. Gidip geldim. Sabah 6 kalk işe, akşam 9 dön eve. Yoruldum. Tükendim. İşten ayrıldım ve tamamıyla burada yaşamaya karar verdim.

»Çocuk Belediyesi, Seferihisar'a yerleşmemde etkili oldu dediniz. Biraz anlatır mısınız, nedir, ne yapar? Siz nasıl dahil oldunuz?
Çocuk Belediyesi, belediye kurumunun bire bir çocuklar tarafından yürütüleni. 4-14 yaş grubu, çocuklar kendi başkanlarını ve meclislerini seçiyorlar. Kararlar alıp uyguluyorlar. Kararlarını hayata geçirecek yetkileri de bütçeleri de var. Büyüklerin Belediyesi'nin verdiği tüm kararlarda da söz hakına sahipler. Bu tesis ve çalışanları çocukların hizmetlerinde. Bilim, yaylı çalgılar, satranç, sera, akıl oyunları, resim gibi otuz üç farklı branşta çalışmalar yürütülüyor.
Söylediğim gibi, kızım etkinliklere katılıyordu. Ben de ona eşlik ederken dahil oldum. Şöyle de bir şey yapsanız, şunu öyle değil de böyle yapsanız gibi öneriler getiriyordum. Önerilerim karşılık buldu ve sonra da “Madem o kadar iyi biliyorsun kendin yap! Oldu.” (Gülüyor)

Dokel’in yolu, Çocuk Belediyesi'nden Ulamış’a uzanmış. Üretici pazarına gelen misafirlerin ve üreticilerin çocukları için Kadın Emeği Evi'nin bahçesinde etkinlikler düzenleyerek köye adımını atmış. Devamını kendisinden dinliyoruz:
memleket-hikayeleri-ulamis-ta-kadinlar-var-hayat-var-442399-1.
“İlk anda ulaşabildiğimiz belli sayıda çocukla başladık. Fakat daha çok çocuk vardı. Onların da etkinliklere katılımını sağlamak için aileleri faydalı bir iş yaptığımıza ikna etmemiz gerekiyordu. Zira bazı ailelerin haklı olarak çocuklarının kimlerle diyalog içinde olacağına ve bu diyalogların yararlı olup olmayacağına ilişkin çekinceleri vardı. Çocukların ellerinin altında internet, karşılarında televizyon, burunlarının dibinde İzmir var. Başka bir hayat olduğunu görüyorlar. Köyün imkanları da belli. Belediyemizin öncülüğünde çocuklarımızın hayallerini gerçekleştirebilecekleri ortamı yaratmaya çalıştık.”

Dokel, bu uğraşın sonucunda bugün yüz elli çocuk ve anneleriyle çalışma yürütmeye başladıklarını belirtiyor: “Köy meydanında haftanın bir günü klasik müzik konseri verme aşamasına geldik. Başlangıçta masadan kalkıp giden amcalar vardı, şimdi alkışla eşlik ediyorlar. Bu hafta sonu çocuklar vals yaptılar meydanda. Büyük bir gelişme var. Bunun esas olarak annelerin gizli gücünden geldiğine inanıyorum. Hayata katılıyorlar. Pazarlarda çalışıyor, ürettiklerini satıyor, eve ekonomik destek oluyorlar. Ne derler; üretimden gelen güçlerini kullanıyorlar.”

Genç eğitimci, kadının ekonomik hayata katılımının sosyal yaşamını nasıl dönüştürdüğüne ilişkin heyecan verici ifadeler kullanıyor: “Ekonomik gücünü elde edince daha fazla konuşmaya ve görünmeye başladı kadın. Kadınların öncülüğünde köy tiyatrosu kuruldu, bunun içinde 70 yaşın üzerinde teyzeler var. Aralarında köyden çıkmamış, Sığacık’ı, İzmir’i görmemiş insanlar vardı. Şimdi Ankara’ya, İstanbul’a, Eskişehir’e turneye çıkabiliyorlar. Eskiden eşleri onlara ‘Para yok’ diyebilirdi. Şimdi kendi paralarıyla istediklerini yapabiliyorlar. Çocuklarıyla beraber dahil oldukları etkinlikler olmaya başladı. Satranç dersinde anne ile çocuk beraber… Seramik dersinde birlikte hamur yoğurarak sanatsal üretim yapıyorlar. Anne-çocuk beraber seksek oynayıp, çiçeklendirme yapıyorlar. Normalde anne ile diyaloğu ‘yemeğini ye, okula yetiş, sofrayı hazırla, eve gel’ düzeyinde olan çocuklar için de, anneler için de bu çok önemli. Çocuklar annelerine hediye vermeye başladılar, küçük bir şey belki ama olmayan bir şeydi bu…”

Son olarak, Ulamış modelinin başka köylerde hayat bulması konusundaki düşüncelerini alıyoruz: “Bizim için de bir model olacak bu. İlerleyen zamanlarda diğer köylerde de yapmayı istiyoruz. Örneğin Ulamış’taki çalışmaları görünce Turgut'taki kadın ve çocuklar kendileri için de bu çalışmaların yapılması için talepte bulundular. Orada okul yok, çocuklar Ulamış’taki okula geliyorlar. Orada da lavanta üreticiliği var. Onun şenliğini yapıyorlar ama bu onlara yetmiyor. Kadınlar halk oyunları dersleri yapmak istediklerini söylediler.”