Memleket isterim

Servan Altıkanat

Evvelsi gün, 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı idi. Kutlu olsun!... Ne mutlu, alın terimle ekmeğimi kazanıyorum diyene...

Elhak, işçi ve emekçi için bu ülkenin iyi bir yer olduğu söylenemez.

Siz unuttunuz mu bilmiyorum ama ben unutmadım.

Mesela; Soma’da ihmal sonucu 301 maden işçisinin ölmesini, onların ölümlerini devrin Başbakan’ının “Bu işin fıtratında var” diyerek olağan karşılamasını ve facianın yaşandığı kentte bir vatandaşı tokatlamasını, müşavirinin ise bir madenciyi yerde tekmelemesini unutmadım.

Soma’da maden faciasından sağ olarak kurtulan bir madencinin sağlık çalışanlarına “Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin” demesi de, unutulması güç şeyler arasındaydı. Aslında kirli olan, o madencinin ayağındaki çizme değil, yerdeki bir insanı tekmeleyen zihniyetti. Attığı tekmeden ötürü ayağı incinen Başbakanlık Müşaviri’ne, 1 haftalık iş göremez raporu verilmesi ve söz konusu faciadan ötürü yargılanan maden mühendislerinin terfi edilmesi rezilliğin daniskaları değil de neydi? Hayat eve sığar belki ama bu yaşananlar akla ve vicdana sığar mı?

Ermenek’te, madende yine ihmal sonucu 18 işçinin ölmesini; işçiler kurtarılmaya çalışılırken bir ananın, su daha çabuk tahliye edilsin diye elleriyle toprağı eşelediği o görüntüyü unutmadım. Ölen madencilerden birinin çocuğu olan 3 yaşındaki Mustafa ise “Babam bana mama getirecek” diyordu. Oysa ki hiç gelmeyecek olan biriydi onun babası... Mustafa, babasını bir daha hiç göremeyecekti.

Peki ya Zonguldak? Kim bilir, Zonguldak’ta yaşanan maden faciaları, kaç çocuğu -tıpkı Mustafa gibi- babasız bıraktı...

Maraş Elbistan’da, bir kömür işletmesinde göçük altında kalan 9 işçinin cesetlerinin dahi çıkarılamadığı gerçeğini unutmadım.

Manisa’da bindikleri kamyonetin kaza yapması sonucu 15 mevsimlik tarım işçisinin ölmesini unutmadım.

Mecidiyeköy’de Torunlar’a ait bir rezidans inşaatında yine ihmal sonucu yaşanan asansör faciasında 10 işçinin ölmesini unutmadım.

İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde çalışırken yine ihmal sonucu ölen, ölmeden evvel iş arkadaşlarına yazdığı mektupta “Biliyorum, arkamdan iki gün ağlayıp üçüncü gün unutacaksınız” diyen taşeron işçisi Zafer Açıkgözoğlu’nu unutmadım.

Kocaeli’de, geçirdiği motorsiklet kazası yüzünden kolu ezilen, bu kazadan sonra işsiz kalan torna ustası İsmail Devrim’i, oğluna pantolon alamadığı için intihar eden bu babayı unutmadım.

Hatay Valiliği’nin önünde “Çocuklarım aç, iş istiyorum anlamıyor musunuz” diyerek kendini yakan ve ölen baba Adem Yarıcı’yı unutmadım.

Kötü çalışma koşullarını ve haklarını alamamalarını protesto ettikleri için gece yarısı gözaltına alınan (bir kısmı tevkif edilen) 3. havaalanı işçilerini ve o işçilerle ilgili yandaş köşelerde yapılan pejoratif yorumları unutmadığım gibi... Atanamadığı için intihar eden öğretmenleri, masum insanların KHK yoluyla işinden edilmesini, “Ben iki üniversite mezunuyum, iş bulamıyorum” diyen kadına “Kocan ne yapıyor?” diye yanıt verilmesi garabetini de unutmadım.

Ve öyle zannediyorum ki, unutmayacağım da...

İşsiz bir genç olan Nail Yılmaz’ın, telefonunu benzin istasyonuna bırakarak 10 liralık benzin almasını ve o benzinle kendini yakarak öldürmesini, daha birkaç gün evvel Aksaray’da yaşanan bu elim hadiseyi de sanırım unutmayacağım.

Usta şair Cahit Sıtkı Tarancı “Memleket isterim” diye başlamıştı söze. Devamını, onun dizeleriyle değil, kendi naçizane ifadelerimle getirmek istiyorum:

“Ölüm, işçilerden ırak olsun,
Başında baret olanın yüreğinde ölüm endişesi olmasın,
Diledikleri meydanda hürce bayramlarını kutlayabilsin işçiler,
Ne insanların arasında duvar, ne de meydanların çevresinde barikat olsun,
İşsizlik, kanayan bir yara olmasın,
Eli boş, başı dertli olmasın evinin yolunu tutanın,
Çalıştırılmasın çocuklar,
Tekmeler, intiharlar, haksızlıklar nihayet bulsun.”