Geçen gün, sabah saatlerinin çoğunu İstanbul Esenyurt’taki yangının canlı yayınına ayırdı, haber kanalları.

Medya, saatlerce süren canlı yangın yayınlarında; alevleri, dumanı, itfaiyenin çabalarını, bahçede ateş yakan iki Afgan’ın tutuklandığını, kısacası gözlerin gördüğü her şeyi konuştu da, “Neden?” sorusunu yanıtlamaya dönük bir çaba harcamadı.

Bunca fabrika neden peş peşe yanıp kül oluyor?

BirGün’de Kimya Mühendisleri Odası’nın kimya sektörü ile ilişkili fabrika yangınları üzerine değerlendirmesi vardı. 2018’in ilk 6 ayında kendi sektörlerinde saptayabildikleri endüstriyel yangın sayısı 119’muş. Bir önceki yılın toplam yangın sayısı olan 182’ye ulaşılmış neredeyse.

Esenyurt’ta yanan palet fabrikasıydı. Kimya sektörü dışındaki alanlara bakıldığında çok daha yüksek yangın sayılarına ulaşılır. Yıl başından bu yana o kadar çok fabrika yandı ki!

Gazete haberlerinde en sık kullanılan sözcükleri arasanız, son aylarda “konkordato” ve “yangın” sözcüklerinin kullanımının birbirlerine paralel olarak arttığını görebilirsiniz.

Bu ilişkinin söylemek istediği açık: Kriz yakıyor!

İktidar krizin geride kaldığını, işlerin yoluna girdiğini, pazartesi dünyanın en büyük havaalanlarından birini açtığımızı anlata dursun; biz her gün yeni yangın haberleri okuyoruz.

Önce insanlar yandı; kriz yoksuldan başladı yakmaya.

Daha geçen ay Şanlıurfa’da bir genç üzerine benzin döküp kendini ateşe verdi. Onu yakan işsizlikti. Krizin en yıkıcı sonuçlarından biri olan işsizlik!
Mustafa B. de, bu yıl başında, Balıkesir’de cezaevinden denetimli serbestlikle çıkıp da iş bulamayınca çözümü ateşte aramıştı. Üzerine benzin döküp kendini ateşe verdi.

45 yaşında işsizliğin bunalttığı Kayserili Haydar Çopur, devlet sesimi duysun diye Valilik önünde yaktı kendini. Geçim sıkıntısını kendini yakarak sonlandırmayı uman Sıdkı Aydın da Meclis’in önünü seçti, bedenini ateşe vereceği yer olarak.

İlkin fabrikaların işten çıkarılan çalışanlarını yaktı kriz, sonra da fabrikaların kendisini!

Sigortacılar fabrika yangınlarının nedeni konusunda net: Son 6 ayda ortaya çıkan yangınların “dönemsel” ve “gerçek dışı” olduğunu, “ekonomiye bağlı olarak çıktıklarını” söylüyorlar.

Okuduğum haberden birinde bir sigortacı şöyle diyordu: “Ekonomi dalgalanmaya başladığında, piyasa istikrarını kaybettiğinde, firmalar ellerindeki ürünü satamıyor ve iflaslar olabiliyor. Bu durumda da bu tür yangınlara başvuruluyor. … Meşhur pazar yangınları dediğimiz yangınların yüzde 80-90’ı bu sebepten çıkıyor.”
Yangınlar onların da canını yaktığından, sigortacılar, dillerinin dönebildiği ölçüde “kriz yakıyor” diyorlar!
Bizden çok önce bizim buralarda yaşamış Efesli filozof Herakleitos, ateşi varlığın özü sayarak “Dünya alevlenip sönen ama daima canlı kalan bir ateştir” demişti. Dünya öyle belki, ama krizin yaktığı insanlar ve fabrikalar “canlı kalan birer ateş” değiller. Yanıp kül oluyorlar!
Krizin ateşi, eski çağların kutsallaştırılan; içinde kötülüğü ve iyiliği barındıran, hem yakıp yok eden hem de ısıtıp pişiren ateşi gibi değil. Krizin ateşi sadece yakıp yok ediyor!

Romantik şarkının yalnızca ilk iki mısrasını mırıldanıyor kriz; “Beni yak kendini yak, her şeyi yak / Bir kıvılcım yeter ben hazırım bak.”
Kriz memleketi yangın yerine döndürürken Haziran Hareketi “Krize Karşı Direniş ve Dayanışma Forumları” düzenliyor. O forumlardan biri, Ankara’da, bugün saat 14.00’de Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde.

Ya direnip dayanışarak söndüreceğiz yangını ya da yanıp kül olacağız!