Tarihi kişilerin güncel bir yaşam sürmediğini sanır, kahraman olmalarını isteriz. İnsani zaafları, beklentileri, duyguları öne çıkınca da sinirleniriz. Tuhaf! Evet, komünisttir Nâzım. Ama önce şairdir!

Memlekete can veren  imge: Nâzım Hikmet

Zekeriya Sertel’in ‘Mavi Gözlü Dev’ini okumadan Nâzım tanınmaz gibi gelir bana. Şiirinin nasıl adım adım kurulduğunu, yaşamın içinden nasıl süzülerek geldiğini, olayların, siyasal meselelerin o dizelerde nasıl yer bulduğunu iyice anlamak için yolu düşer insanın Sertel’e. Nâzım Hikmet’in en şaşırtıcı yanı tutkuyla sürdüğü yaşantısını çarçabuk şiirine nakış gibi işlemesi, demlenen fikirlerin karşımıza devrimci bir dille çıkmasıdır.
Nâzım şiirinin izini sürerken ilkin soylu bir ailede yetişmiş olmanın tüm boyutlarını görmek mümkün. Şiirle, musikiyle ve resimle ilgilenmek ve elbette İstanbullu olmak, belki daha ileri götürüp İstanbullu olmak ne demek iyice anlar okur. Bir yandan içinde sürekli büyüyen bir bit yeniği vardır. İşgal altındaki kentte süre gelen sanat sohbetleri, eğlence âlemleri ve imparatorluk mirası olmanın getirdiği duyarsızlık, gamsızlık batar Nâzım’a.

memlekete-can-veren-imge-nazim-hikmet-68763-1.Anadolu çocukları etkiler
Zekeriya Sertel’in kurduğu sıralamayı önemserim. Nâzım’ın işgal altındaki bir ülkeyi fark edip görece milliyetçi duygular taşımaması olanaksızdır elbet. Bir savaşçı olarak Anadolu’ya ayak bastığı andan itibaren yepyeni bir Nâzım’ı baştan yaratır şair. Saldırgan ve güçlü olana karşı düşkünün, güçsüzün yanında olmak doğasında vardır. Anadolu çocuklarının eğitimsiz, kılık kıyafetten yoksun, aç olmaları derinden etkiler şairi.
“Memleketimden İnsan Manzaraları”nın girişi; romanı, şiiri aşan güçle söylenmiş yeni bir tür duygusu uyandırır okurda. O heyecanı, kanlı canlı hisseder kişi. Şaşırtıcı bir gerçeklik ve benzersiz bir tınıdır. İstanbul vardır bir de… “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” tüm bu ipuçlarını verir Nâzım’ın dönüşümünün. İçtendir. Kırılgan ve kırıcıdır. Doğruyu duyumsar ve büyük yanlışlar da yapar.
Komünistler için cadı avı başladığında zor günler gelir. Artık mimlidir Nâzım. Tehlikelidir ve dahası etkilidir. İlgili ilgisiz hemen tüm suçlara bulaşmak durumundadır Nâzım. Bir dönem uğruna şiirler, destanlar yazdığı Cumhuriyet onu bağrına basmaz. Sevmez ve içine almaz. Hapishane karanlığını tanır, çözülenleri görür, ihanet edeni bilir ve uzun işkencelerde acıyı derinden tanır.

‘‘Bizden olanlar ve olmayanlar’’
Kavgasını şiirle verir; Mustafa Kemal’in etrafında toplananları şiirlerinde bir bir haklar. Kimiyle öylesine vuruşur ki, vuruştukları Nâzım’ın gücü karşısında diz çöker. Sahicidir Nâzım. Abdülhak Hamid’e de gelir sıra. Öncesinde haklı/haksız Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Emin, Mehmet Akif, Yahya Kemal payını almıştır Nâzım’dan. Hamid evine davet eder Nâzım Hikmet’i. Bu davette karşındakini haklamayı düşünen şair, bilge bir kişiyle karşılaştığını görür. Hamid, “Biz edebiyat hayatına katıldığımızda putları kırdık. Siz de aynını yapmakta haklısınız” der. Bu söyleyiş Nâzım’ı etkiler. “Burjuva ama büyük şair” demekten alıkoyamaz kendini. Zekeriya Sertel bu dönem Nâzımı’nı anlatırken çok keskin olduğunu ve herkesi ‘Bizden olanlar ve olmayanlar’ diye tasnif ettiğini yazar.

memlekete-can-veren-imge-nazim-hikmet-68760-1.Herkeste bir başka Nâzım var
Yüreğinin ne denli büyük olduğunu anlarız dize dize. Bu yüzden mi devdir o kadar acaba? Belki bir kadına duyulan susuzluğu en ince biçimde yazmasından kaynaklanır bu. Kim bilir bir çocuğu kana kana sevebilmesindedir giz! Bir dili yeniden kurmada aramak gerekir. Ya da yüceliğini, kokuyu bile şiir yapma becerisinde aramalıdır. Nâzım Hikmet hayatı dibine dek yaşamak isteyendir de, hasretlik bir yara gibi kanar, büyür içinde. Herkes bir başka Nâzım anlatmaktadır anılarında.
Nâzım Hikmet Çankırı Cezaevi’ne tıkıldıktan sonra, eşi Piraye’ye gönderdiği mektubuna bir resim ekler. Okur bu resmi Memet Fuat’ın “Gölgede Kalan Yıllar” kitabında görür. Nâzım cezaevindeki dört metrekarelik odasını çizmiştir. Yeteneklidir zaten resme. Karakalem bu resimde üç yatakla, iki masayı daracık yere nasıl sığdırdıklarını görürüz. Resmi sarsıcı kılan hem daracık, soluk alınmayacak bir odada Nâzım’ı hayal etmemizden kaynaklıdır, hem de diğer iki yatağın sakinlerinin isimlerinden! Bir yatak Doktor Hikmet Kıvılcımlı’ya aittir, öteki Kemal Tahir’e. Üç aydın, siyasi hükümlü, yazı/düşün adamı tek parti hükümetince cezalandırılmaktadır.

Piraye, yakınında ister Nazım’ı
Dava yeterince gülünçtür. Ülkede komünistlere yönelik cadı avı başlamış, abuk sabuk tuzaklar kurulmuş, hukuksuz aramalar, sudan bahanelerle aydınlar, sanatçılar tek tek bir davaya sıkıştırılıp uydurma mahkemelerde yargılanmış ve hükme bağlanmıştır. Nâzım düzenli bir yaşamı seçmiştir, yeraltı örgütlenmelerinden ve partiden uzak durmaktadır o dönem; bir kurgu yapılarak ve oldubittiye getirilerek atılmıştır içeri! Esasen bu, dayanağı sağlam olmayan dava baştan yalan dolan üzerine kurulu olduğu için pek kimseyi inandıramasa da, nihayetinde adı “Donanma Davası” denilen bu yargılama sonucunda çok ağır kararlar çıkmıştır. Üç tutsak aynı dönemin suçluları olarak bir arada bulunmaktadır.
Hapishaneye dönersek; okumuş yazmış adamlara toplumun, hükümlü/tutuklu kimselerin, gardiyanların, müdürün de büyük saygısı olduğunu biliyoruz. İstanbul’daki yaşamı birden darmadağın olan Nâzım’ın eşi Piraye, Çankırı’da bir ev tutar. Nâzım’a yakın olmak, onu her gün görebilmek ve belki koşullar sağlanırsa evci çıkmasını sağlamak için. Nâzım karısını karşısında görünce sevinir. Çocuk kalbi heyecanla atar. Bir iki görüşme sonrası dertlenmeye, söylenmeye başlar. Oda arkadaşlarından rahatsızdır.
Üç düşünce adamı kıyasıya kavga etmektedirler. İş öyle bir hale gelmiştir ki, gece nöbete kalan jandarmalar kapılarını tıklatarak, uyarmak zorunda kalır düşünür/mahkûmları. “Koca adamlar, aydın kimselersiniz böyle bağıra çağıra kavga size yakışır mı?” diye ürkek müdahale ettiklerini öğreniriz. Nâzım eşinden, dönemin sözü geçen paşalarından dayısı Ali Fuat Cebesoy’dan ricacı olup kendisini bu cezaevinden çıkarmasını ve Bursa’ya naklini ister.

memlekete-can-veren-imge-nazim-hikmet-68761-1.Bursa’da yeni bir sayfa açılır
Bir zaman sonra gerçekleşir isteği. Bursa’ya gönderilir. Bu kez mızmızlanan Nâzım, “Beni niye arkadaşlarımdan ayırdınız?” diye sitem eder ailesine. Piraye, onun isteğini anımsatsa da, ikna etmede başarılı olamaz. Hoş Bursa Cezaevi’nde Orhan Kemalli yılları okuyunca edebiyatımızın etkili, yepyeni bir sayfasının açıldığını görür okur. Bu üç mahkûmun ruh dünyası, içinde bulundukları davaya olan inançları ve mizaçları üstüne bir roman veya tiyatro oyunu kurulabilir rahatça. Bir de Piraye var elbet başlı başına şiirli bir kadın…
Kendimi hiçbir zaman Kemal Tahir’e yakın hissetmedim. Kafasının şarklı bir karışıklığı vardır, kendince bir tarih algısı olduğuna inanırım. Edebiyatının esas olarak toplumsal tezleri için kaynak yaptığını görüyorum. Doktor Hikmet tam bir dava adamı, sinirleri çelikten bir mahkûm ve yaşantısını bilimsel tezler üreterek yeni bir toplum için adamış bir aydın bana göre. Kavgaya gönülden giren, sözünü sakınmayan! Bu her iki adamın da ters olması doğal… Büyük adamlar elbet.

Üç dik başlı adam aynı yerde
Nâzım Hikmet’in doğası bana sıcacık ve yakın gelir. Ele avuca gelmez bir çocuk olduğunu düşünürüm. Eşit, özgür, dürüst ve mutlu insanların olduğu bir dünya peşinde koştuğunu bilirim. Evet, komünisttir ama önce şairdir! Edebiyat adamı bir komünist! Şiirini, yeteneğini, sözünü zaman zaman salt siyasal amaçlar için kullandıysa da, esasen yaratının esrikliği içinde ve sanatın ölçüsünü bilerek yürümektedir yolunu. Bu hal zaman zaman karşındakine çelişkili bir tutum, dağınık bir kafa olarak görünebilir, dahası tekinsiz, güvenilmez bir adam izlenimi de uyandırır. Oysa Nâzım’ı sevmemin nedeni tam da insan olması, insan olmanın doğasındaki garip ikircikliği ve hezeyanları bolca hissetmesi ve sunmasıdır.
Bu üç adamın fena halde kavgaya tutuşması esasen yazı/kültür insanları için şaşırtıcı değildir. Dışarıda bir hayat akarken ve pek çok yapılacak iş, eylem varken eli kolu bağlı kalmak deli eder insanı. Tek başına bıraksalar bu kimseleri kendileriyle de didişeceklerdir. Bir de üç dik başlı insanı en hararetli dönemlerinde, üstelik kapana kıstırılmış halde düşünün!
Ülkenin/dünyanın siyasal ortamının hiçbir özgürlüğe izin vermediği, faşizmin alabildiğine egemen olduğu, üstelik büyük bir savaştan çıkmanın tüm korkusunun yaygın biçimde hissedildiği günlerde düşünmek/yazmak en büyük yanlış elbet! Komünizm bir öcü olarak görülmekte, yeni inşa edilen devletin başlıca düşmanı da komünistler olarak algılanmakta! Peki, Nâzım nerede duruyordu bu süreçte?

memlekete-can-veren-imge-nazim-hikmet-68764-1.Sevgisini insanlarla paylaşır
Nâzım Hikmet düzenli bir yaşama geçmek, şiirler söyleyerek, sinemacılık yaparak, Darülbedayi’ye eserler yazarak ayakta kalmaya çabalamaktadır. Bir ayağı bohem çevrede bulunsa da Piraye’nin yanında olmak, belki ona sığınarak yaşama tutunmaktadır. Piraye’nin ikinci e��idir Nâzım. İlk eşinin babasının (kayınpederinin) Ethem Efendi Caddesi’ndeki konağında oturur ve Nâzım’la o evde yaşar. İki çocuğu vardır. Nâzım onları evladı sayar. Geniş aile içinde güvenilir, mert, sevgisini insanlarla paylaşan bir kişi olarak bilinir. Lakin komünistliği, ev ahalisinin deyimiyle ‘ortaklamacılık’ ideali peşinden gider.
Uzaktan bakınca tarihi kişilerin güncel bir yaşam sürmediğini sanır, onların kahraman olmalarını isteriz. Kimi zaman insani zaafları, beklentileri duyguları öne çıkınca da sinirleniriz. Tuhaf! Nâzım, hapislik hayatı boyunca üretken olmuş, ayakta kalabilmek için o koşullarda dokumacılık işine girmiştir bir yandan. Seçkin, güngörmüş bir ailenin çocuğu hem mahpusluk yaşıyor, hem sevgiliden uzak, hem de çalışmak zorunda! İnsanı yazan ve üstelik en güç halde bunu yapan, gözlerini kapadığında İstanbul kokusunu ciğerlerinde bulan, Haydarpaşa Garı’ndan adım adım inen, kum gibi, karınca gibi insanlarını görmeyi başaran bir büyük şair. Adı ‘Memleket’…