Şiddet dalgası ve onun yarattığı gerici-milliyetçi boğucu atmosferden çıkılabilmesi kolay olmasa da Başkanlık referandumu sürecinde bunu aşacak bir iradeye ülkenin her zamankinden daha fazla ihtiyacı olacak

Memleketi bu karanlıktan ancak biz çıkarabiliriz

ÖNDER İŞLEYEN

Demokratikleşme eşitliği olarak adlandırılan küreselleşme sürecinin bir dönemi geride kaldı. Demokrasinin yerini şimdi faşizmler alıyor. ABD, Irak’tan başlayarak Arap Baharı ve Suriye iç savaşından hüsranla çıktı. Küresel ekonomik krizle birlikte ABD hegemonyasındaki kayıp, yeni bir paylaşım savaşını gündeme getirdi. Suriye, bu paylaşım savaşanın merkezi olarak 6 yıldır türlü müdahalelerle parçalandı. Yeni bir düzen-denge kurulmasına yönelecek bir diziliminden ziyade, kaotik bir tarihsel aralıkta (ekonomik ve askeri planda) güç savaşlarının verileceği bu dönem Türkiye’nin içsel krizini de derinleştiriyor. AKP iktidarının en önemli dayanakları ABD ve Batı’nın küresel ekonomik ağ içerisindeki konumlanışı ve BOP çerçevesindeki siyasal İslamcı rolüydü. Gerek küreselleşme dalgasının kırılması gerekse de Ortadoğu’daki stratejinin Suriye’de önce işlemez hale gelmesi ve şimdi Halep’teki gelişmelerle iflas etmesi kısa ve orta vadede Türkiye’deki krizi yoğunlaştıracak dış faktörler olarak öne çıkıyor. AKP, bu koşulları içerde yoğunlaştırdığı baskı ve milli seferberlik ruhuna dayanarak aşmaya, Başkanlık oldu bittisiyle güç toplamaya yöneliyor. PKK’nın Suriye merkezli bir Ortadoğu stratejine bağlı saldırı siyaseti, etnik ayrışmayı derinleştirirken, AKP’nin Başkanlığa geçiş stratejisini besleyen sonuçlar üretiyor. Türkiye, içerde ve dışarıdaki bu dağılma içinde Başkanlık referandumuna doğru gidiyor. Toplumda, olağanüstü koşullarının da etkisi altında baskılanmaya çalışılan büyük bir tepki birikmesi var. Türkiye’nin bu özgün durumu, dünyada esen sağ-faşist rüzgarı tersine çevirme potansiyelini de taşıyor. Olası Başkanlık referandumu bu nedenle, böyle bir kırılma noktası haline gelebilir. Bunun tersi, Türkiye’nin paramparça olmuş Ortadoğu coğrafyası içinde bugünkünden çok daha büyük bir karanlığa doğru sürüklenmesi anlamına gelecektir.

•••

Türkiye’de krizi derinleştiren faktörlerden birisi, bir paylaşım savaşının sürdürdüğü Suriye’nin orta yerine çekilmiş olmasıdır. AKP, Ortadoğu’da ABD’nin BOP stratejisi çerçevesinde siyasal İslamcı bir iktidar kuşağının bölgesel merkezi olarak konumlandırıldı. BOP stratejisi, bölgenin etnik ve mezhep temelde dağıtılarak, ABD ile uyumlu İslamcılık temelinde kontrol altına alınmasına dayanan emperyalist bir savaş politikası olarak Irak’tan Suriye’ye uzanan bir hatta hayata geçirilmeye çalışıldı. AKP, bunun içinde konumlandığı oranda bölgede hatırı sayılır bir güce dönüşeceği beklentisiyle hareket etti. Ortadoğu’daki rolünü, fetihçi/mezhepçi bir stratejiye oturtan AKP, özellikle Suriye’de iç savaşın ortaya çıkardığı kaos içinde bunu başarabileceğini düşündü. Arap Baharı ertesinde Müslüman Kardeşler’in iktidar alanı kurmasıyla böyle bir moment kısa süreli olarak açığa çıksa da Mısır ve Suriye’deki kırılmalarla hızla akamete uğradı. AKP’nin cihatçı ittifakını derinleştirmesi, ABD-Rusya dengesindeki boşluklara oynaması ve kimi zaman fiili hamlelerle bu momente geri dönme arayışları son olarak Halep’te gelinen noktayla kesin bir yenilgiye dönüştü. Türkiye’deki gerici dalgayı besleyen en önemli faktörlerden birisi olan Suriye düzlemindeki yenilgi, kuşkusuz AKP’nin bölgedeki stratejik çöküşü ile birlikte siyasal İslamcı hareketin ideolojik/moral yenilgisi olarak yaşanacak. (AKP, bu yenilgiden zafer çıkarmak için, Rusya ile ateşkes çalışması yaparken, AKP’liler de Rusya’ya dokunmayıp İran’ı hedef alarak meseleden sıyırmaya çalışıyor. Öte yandan Obama, Rusya, İran ve Esad’ı akan kanın sorumlusu olarak ilan ediyor. Halep yenilgisi aynı zamanda ABD’nin yenilgisi olarak gerçekleşti. Halep’in alınarak dağılma sürecinin sona erdirilmiş olması, Rusya ve İran’ın merkezinde olduğu yeni bölge ittifakı Ortadoğu dengesini değiştiriyor. Türkiye, sonunda Batı’yı mülteci ve cihatçı akınından koruyacak bir tampon ülke haline geliyor. Öte yandan IŞİD’in bölgedeki etkinlik kaybı,içerdeki birikmiş hücreleriyle Türkiye’yi uzun dönemli cihatçı terör dalgasıyla yüz yüze bırakıyor.)

memleketi-bu-karanliktan-ancak-biz-cikarabiliriz-223270-1.

•••

Suriyeleşme/Ortadoğulaşma sürecinin bir diğer dinamiği de Kürt hareketi. Kürt hareketi, AKP ile girdiği müzakere sürecini aynı zamanda (Öcalan’ın 2008 Newroz’unda açıkladığı İslam Kardeşliği temelinde) bir Ortadoğu ittifakı olarak da ele aldı. Suriye iç savaşında, Kürt hareketinin Rojava’daki fiili özerk yönetim alanı oluşturmasının ve AKP stratejisiyle uyumsuzluğun sonucunda bu düzlem kırılarak karşılıklı bir savaş konseptine geçildi.(Kürt hareketinin, içerde AKP’nin içinde olduğu demokrasi ittifakı ile bir çözüm ve Ortadoğu’da sınırların gevşemesi ile konfederal birlikler etrafındaki kurulacak geçişken özerk alanlar siyaseti geçersizleşti.) Kürt hareketi, bu aşamada Kobane rüzgarıyla birlikte, bölgedeki etkinlik alanını –ABD ittifakı dahilinde-genişletirken Ortadoğu merkezli bir stratejiye yöneldi. Türkiye bu noktadan itibaren Suriye savaşının bir cephesi olarak görüldü. Şehirlerde süren ve arkasında Kürt halkı için büyük bir yıkım bırakan savaşın ilk dalgasının ardından, bugün PKK etnik ayrışmayı derinleştiren bir saldırı çizgisine yönelmiş durumda. Bu saldırı, Türkiye’yi Ortadoğu karanlığına daha fazla sokarken etnik ve mezhepsel ayrışma dinamiklerinin körükleyen, etnik/gerici bir iç savaşın psikolojik zeminlerini güçlendiren sonuçlar üretiyor. Türkiye bu adımlarla, Ortadoğu’daki emperyalizmin güdümündeki savaşlarla geliştirilen etnik/mezhepsel parçalanma dalgasının daha fazla içine çekiliyor. (İktidarın da milli seferbelikle derinleştirdiği bu gelişmeler bir dağılma sürecine dönüşebilecek bir potansiyel taşıyor. Türkiye, bir yanıyla darbe kahini neo-Con yazar M.Rubin’in ‘Türkiye parçalandı, yakında sınırlar değişecek’ kehanetine doğru sürükleniyor.)

•••

Türkiye, bu düzlemde küresel krizin ekonomik ve sosyal dinamikleriyle birlikte, Ortadoğu’daki üçüncü paylaşım savaşının gerici şiddet dalgasının baskısı altında bulunuyor. Ortadoğu’da bir yanda Rusya ve ABD’nin başat olduğu büyük güç mücadelesi ve onların ittifakları temelindeki alt aktörlerin çatışmaları Suriye kadar Türkiye içinde karşılık buluyor. AKP, bu koşullarda eskisi gibi yönetemiyor ve Başkanlıkla yeni bir yönetim biçimine geçmeye çalışıyor. Böyle bir ortamda gerçekleştirilen saldırılar, AKP’nin sınırsız bir baskı rejimini inşasına ve bununla Başkanlığa geçiş adımlarına güç vermeye devam ediyor. Türkiye, böyle bir ortam içinde olağanüstü gelişmelere açık biçimde ilerlerken, toplumsal muhalefet ve halk bu büyük baskı altında kalarak etkisizleştiriliyor.

Şiddet dalgası ve onun yarattığı gerici-milliyetçi boğucu atmosferden çıkılabilmesi kolay olmasa da Başkanlık referandumu sürecinde bunu aşacak bir iradeye ülkenin her zamankinden daha fazla ihtiyacı olacak. İçsel bütünlüğü ve mekanizmaları dağılmış bir devlet yapısı üzerine oturan AKP iktidarının, OHAL ve fiili milli seferberlik halinde dahi ülkeyi yönetmesinin zorlaştığı, ekonomik krizinin gündelik hayattaki yansımalarıya birlikte toplumsal huzursuzluğun yoğunlaştığı bu atmosfer içinde Başkanlık referandumunun hiç de kolay geçmeyeceği aşikar. Erdoğan, belirli bir mesafa kat ettiği –ve iktidarın kaynaklarının tükenmesine karşın- kitle desteğiyle aşmaya yöneldiği Başkanlık’ta kırılmayı tersten yaratarak yeni bir yol açmak mümkün.
Freni patlamış kamyon misali ülkeyi uçuruma doğru sürükleyen AKP ve sola yönelik sorumluluk/sorumsuzluk kavlinden laflar ederken ülkenin orta yerine ikide bir bomba bırakan gerici anlayışlar elbirliğiyle bu karanlık tablonun sorumlusudur. Ülkeyi bu kan denizinden çıkarabilecek tek filika ise devrimci sorumluluk anlayışıyla kürek çekmektir. Ülkeyi etnik çatışmaya ve faşizme teslim etmeyecek bir iradeyle, bu karanlıktan çıkmak için var gücümüzle mücadele etmektir. Bunu ancak devrimciler başarabilir.