Sıkça soruluyor: “Ülkeden umudunuz var mı? Hadi bizden geçti de, çoluğumuz çocuğumuza yazık, kaygılarımız büyük, son seçimden sonra iyice umudumuzu yitirdik. Bir fırsatını bulup biz de kaçsak mı? Siz memleketi terk etmeyi düşünmüyor musunuz?” diye. Son seçimlerden kim ne umuyordu da, bulamadı bilmiyorum. Doğrusu ben de böyle bir sonuç beklemiyordum. Lakin bir seçim yapıldığı kanısında da değilim. Peki, ama sahiden bu yeni bir durum mu bizim için?

Dün Taner Timur hocanın din adamı olarak görev yapan Görmez beyle ilgili yazısını okudum. Laikliğe, bilime, felsefeye saldıran bir diyanet işleri başkanının ipliğini pazara çıkarmış hoca. Mesele açık; yobazlık/gericilikle, ilerici/aydınlanmacı kavgası tarihseldir. Genellikle büyük yığınlar kolaycılığı seçer ve düşünmez. Başını kuma gömüp, günlük yaşamını sürdürmek ister yığınlar. Başı belaya girene dek mutlu mesut yaşamını sürdüren kitle, ne zaman olaylar kendi canını yakmaya başlar, o zaman bencilce isyan eder… Sonuç, bu toplumsal tutulma karşısında akıllı, ahmak herkes bedel öder.

Yakup Kadri’nin “Yaban” romanını öneririm hararetle. İnsan, uğruna kavga verdiği halkından da kazık yer ve yalnız kalır. Bizde ısrarla büyük kitle güçlünün kuyruğuna takılır. Üstelik aç, yoksul, geleceksiz olduğu halde bunu yapar. Nedeni açıktır: Düşünmek güç iştir. Tüm inançlardan, gelenekten, ezberden vazgeçmeyi gerektirir. E bunu yapan kişi mutsuzluğa davetiye çıkarır. Niye insan bile isteye başını belaya soksun ki! Oysa sessizliğin, göz yummanın, sürüden ayrılmaktan korkmanın cezası er ya da geç çekilir.

Bu memlekette “İstanbul asla işgal edilmedi” diyen tarihçiler çıktı. Bunu niye söylüyorum: Öyle günler gelir ki, kalemini satılığa çıkaran, iktidar yalayıcılığı için kimliğinden bile vazgeçen bilimciler çıkar ortaya. Onca laf salatası ve çarpıtma sonucu, yalana herkes inanmaya başlar. Gelgelelim, ne denli çarpıtırsan çarpıt, zalim zalimliğini yapar ve gerçek yüzünü gösterir. Sen işitmesen, görmesen de, dünya bilir ve önüne koyar. Bugünün yalama olmuş köşe yazıcıları, ekran şarlatanları, akademik soytarılar da bunu bilsin isterim. Onların da sonu farklı değildir.

Bir bilimci sandığımız Celal Şengör; Deniz, Mahir ve arkadaşları için “eşkıya, terörist” diyor. Eğer bir toplum haksızlık, hukuksuzluk, çaresizlik, adaletsizlik içinde kıvranıyorsa eşkıyalık meşru hale gelir. Ya ezenden ya ezilenden yana olursun. Faşist Evren’in bokunu yemeye bayılan bir bilimciden söz ediyoruz. Bak bakalım Şengör, tarih hangisini onurlu, haysiyetli olarak anıyor, hangisini faşist, zalim, alçak olarak anıyor? Hep gücün yanında olmak, insanı bu hallere düşürür. Acı olan, laik çevrelerin bu kimseye itibar edip, sözünü dinlemiş olması. Maske er geç düşüyor.

Görmez’le Şengör aynı kafadır. Etik ölçü sorunları var. İnsana bakmayı, duyumsamayı bilmeyen sevgisiz kimseler böyle davranır. Bugün Kürt çocukları öldürülüyor, hamile kadınlar vuruluyor, kentler boşaltılıyor… Soruyorum bir bilimci, bir din adamı bu zulüm karşısında kimin yanında olmalı, ne söz etmeli? Demem o ki, dünyaya bunca kayıtsız, umarsız olursanız; sevgiyi bilemezsiniz. Lafta kalmayan bir sevgi için, hayatın derinliğini aramak, bulmak gerekir.

“Memleketten gitmeyi düşünür müsün?” diye soruyorlar. Haklılar. Bazen alıp başını gitmek ister insan. Gökyüzü karanlık, dostlar yabancı, düşler ölmüş ve acılı günler basmıştır insanın üstüne. İyi de, bu duygular, düşünceler memleketi terk edince değişir mi? Bencillik neo-liberal tezlerin uzantısı bir huy oldu ve salgın. Sadece kendi paçanı kurtarmak; sevdiklerin kıvranırken, yırttığına inanmak suç değil midir? Sevdiklerim derken…

Memleketimin toprağını kanıyla sulayan herkesten söz ediyorum. Göçmen Suriyelilerden, tehcire zorlanan Kürtlerden, akrabalarıyla savaşa sürüklenen Türklerden, insan olmak için çabalayan herkesten… Gövdesine zalimce balta inen zeytin ağacından, sokakta tecavüze uğrayan köpekten… Bunlardan biri eksik kalırsa, oraya memleket denir mi? Bırakamam, gidemem anılarımı, çocukluğumu, sevdalarımı, dostluklarımı…

Tarihsel bir kavga sürüyor. Kendi varlığını güce göre biçimlendiren, iradesini devreden, sormadan, kaygılanmadan, sevmeden yaşayanlarla; aydınlık için kavga veren, bir çocuğun gözyaşını dindirmek için çırpınan, soran, sorgulayanların savaşımı bu! Hep böyleydi.

Unutmayalım; tüm dünya bizim memlekettir. Dincilikten, ırkçılıktan kurtulmuş her akıl bunu bilir…

İyiler ve kötülerden oluşuyor dünya.

İnsan vicdanını terk edemez ki!