Nüfus meselesine dair politik tercihler Türk modernleşmesinin geriliminin derin izlerini taşımıştır her zaman. Mesela nüfusu artırmak ile radikal biçimde azaltmak ve nüfusu teşvik ile kontrol etme politikaları aynı süreçte uygulanabilmiştir. Dolayısıyla bu politikada kırılmalar ve süreklilikler bir arada bulunmaktadır.

Memleketin nüfus meselesi

Nüfus meselesi Türkiye’nin gündemine daha çok son yıllardaki üç çocuk tavsiyesi ile yeniden girmiş bulunuyor. Modern kültürle yetişmiş kesimler tarafından tuhaf karşılanan nüfusu çoğaltma amaçlı bu tavsiyenin hızı düşse de, hatırlatıcı araçlarla güncelliğini koruyor.

Belki şaşırtıcı gelebilir ama Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen dönemin politik tercihlerinden birisi de yine nüfusu çoğaltmak idi. Üstelik öyle üç çocuk tavsiye etmekle sınırlı olmayan; ödül ve ceza gibi çeşitli araçlarla desteklenen kapsamlı bir politik strateji uygulamıştı. Hatta 29 Ekim 1927 tarihi ilk nüfus sayımının ardından Nüfus Bayramı ilan edilmişti. Dolayısıyla bugünkü nüfusu artırma politikası ile Cumhuriyet dönemi politikaları arasında bir yönüyle süreklilik olduğunu söylemek mümkün.

Nüfus, aslında tarihsel bir olgudur ama modernleşmeyle birlikte yeni politik tahayyülün konusu olmuştur. Demografi ve istatistik, bu tahayyülün iki anahtar kelimesidir. Demografi, nüfusun yapısı, nitelikleri, miktarı gibi veri/bilgi üreterek; istatistik de veri toplama ve sınıflandırma anlamını modernleşmeyle; 19. yüzyıl başlarında kazanmıştır. 1853’te toplanan 1. Uluslararası İstatistik Kongresinde nüfus sayımlarına dair alınan karar, sadece nüfusun miktarını değil, hangi etnik gruba dahil olduğunu da tespit etmeyi öngörmüştür. Ayrıca beş ya da on yılda bir nüfus sayımı uygulaması da bu dönemde başlamıştır.

Batı modernleşmesinin etki ve yansımalarına paralel olarak Osmanlı’da ilk nüfus sayımı 1831, ikincisi de 1844’te yapılmıştı. Bireylerin yanlarında bulundurdukları Nüfus Kağıdı ise ilk kez 1887’de verilmeye başlanmıştı. İstatistik, Osmanlı Devleti’nin ilgi alanına bu dönemde girmiş; merkez-taşrada açılan istatistik bürolarından sonra, 1891'de Merkezi İstatistik Encümeni kurulmuştu. 1918’de ise çıkarılan yeni bir kanunla istatistik faaliyetleri Sadaret'e bağlı İstatistik Müdüriyeti Umumiyesi bünyesinde toplanmıştı.

Bütün bu sürecin en önemli özelliği devletlerin birbirlerine yönelik algılarında ne kadar nüfusa sahip oldukları ve bu nüfusun hangi etnik gruplara ne ölçüde bölündüğü kriterinin öne çıkmış olmasıydı. Dolayısıyla hem nüfus hem de etnisite meselesi modernleşmeyle birlikte devletlerin en önemli işlerinden biri haline gelmişti.

CUMHURİYET DÖNEMİ NÜFUS POLİTİKASI VE NÜFUS BAYRAMI

Bir modern devlet olarak Türkiye, bütün bu genel eğilimin izlerini taşımıştır. Cumhuriyetin ilanını takip eden yıllarda Türkiye’nin nüfusu hakkında spekülasyonlar üretilmiş; Mussolini, Türkiye nüfusunun 6 milyon; Fransa Dışişleri Bakanlığı 8 milyon olduğunu ve bu nüfusun yalnızca 1,8 milyonunun Türk ırkından gelmiş olabileceğini tahmin etmişlerdi. Aslında benzer korkular Türkiye’de de vardı. Bundan dolayı önceki yıllarda nüfusun dramatik şekilde azalmış olması nedeniyle Osmanlı dönemi politikaları suçlanıyor; Yemen çöllerinde 1.5 milyon kişinin kırılması ve Anadolu içlerinden Balkanlara nüfusun iskanı eleştiriliyordu. Ama yine de yeni bir politika ile nüfusun arzu edilen seviyeye getirileceğine dair söylem baskındı. Atatürk de: Feyyaz ve velut olan Türk milleti, mütemadi ve fenni takayüddat-ı sıhhiyeye, mazhar olunca, Türk vatanını süratle dolduracak ve şenlendirecek [iskan edecek] kuvvette olduğuna kimsenin şüphesi yoktur demişti.

1927’de ilk genel nüfus sayımına bu duygu ve ortam içinde gidilmişti. 1926’da bir başbakanlık bildirisinde ilk nüfus sayımı ile Türk vatanının her yerinde ne kadar Türk bulunduğu kati olarak anlaşılacaktır denilmişti. Aynı yıl Belçikalı Camilla Jackquart’ın başkanlığında İstatistik Umum Müdürlüğü kurulmuş; Jackquart, bizzat şehirleri gezerek toplantılarla halkı nüfus sayımı konusunda bilgilendirmişti.

2 Haziran 1926’da da dokuz maddelik Nüfus Sayımı kanunu çıkarılmış; sayımdan önceki yıl Ankara, Tekirdağ, Sivas, Mersin ve Ödemiş’te tecrübe sayımları yapılmıştı. Öğretmenler ve öğrenciler sayım görevlisi olarak okullarda eğitilmişlerdi. Sayımın Türk nüfus açısından önemi o kadar büyüktü ki Milliyet, 27 Eylül 1927 tarihinde ‘Bir tek Türk adedinin paha biçilemez bir servet olduğu bu zamanda Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki her Türk’ü bilmek zorundayız’ diye yazmıştı. Nüfus sayımı sabah sekizde başlamış, akşam top atışıyla sona ermişti.

İlgili kurum, kişi ve gazetelere göre sayım sonuçları hem toplam nüfus hem de onun içindeki Türk nüfusun miktarı açısından tatminkâr idi. Yaklaşık 14 milyon nüfus, derin sevinç yaratmış; Falih Rıfkı Atay bunun 12 milyonunu halis Türk olarak nitelemişti. Sayımı izleyen günün Cumhuriyet Bayramı olması da elbette tesadüfi değildi. Böylece Cumhuriyet ve Nüfus Bayramı birlikte kutlanmıştı.

NÜFUSU ÇOĞALTMAK İÇİN YASAL DÜZENLEMELER

1927 yılı Nüfus Sayımından sonra nüfusu artırmak için daha ciddi bir mesai başlamıştı. Bunun ilk adımı Nüfus Müdürlüğü teşkilat yapısını kurmaktı. Bütçesinin Tapu Kadastro Müdürlüğü gibi ayrı ve onun seviyesinde olması hedeflenmişti. Tapu Kadastro ve Nüfus Müdürlüklerinin ülkenin etnisite politikaları açısından kendine özgü görevleri vardı o yıllarda.

Nüfusu artırmanın araçlarından birisi de ceza ve ödüller içeren bazı yasal düzenlemelerdi. Mesela 1929’da çıkarılan 1525 Sayılı Şose ve Köprüler Kanunu ile 18 yaşından 60 yaşına kadar her erkek vatandaşa yol mükellefiyeti getirilmiş; sadece beş ve daha fazla çocuğu olanlar muaf tutulmuştu. Başka bir deyişle beş ve daha fazla çocuğu olmayan bu yaş aralığındaki her erkek yurttaş senede 10 gün devletin gösterdiği yol çalışmasına katılmak zorundaydı.

1930’da çıkarılan 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunuyla erkek ve kadınların, evlilik öncesi tıbbi muayeneye tabi olmaları zorunlu kılınmış; belsoğukluğu, frengi ve yumuşak şankra gibi hastalık taşıyanların evlilikleri yasaklanmıştı. İlkaha mani veya çocuk düşürmeye vasıta olan levazım ve aletlerin ithal ve satışı yasaklanırken; altı veya daha fazla çocuğu olanlara madalya takılması da öngörülmüştü.

1933’te çıkarılan 2330 Sayılı Cumhuriyetin Onuncu Yıldönümü Münasebetiyle Af Kanunu evlilik dışı doğmuş çocukların kaydedilmeleri için ayrıntılı düzenleme getirmişti. 30 Nisan 1945 tarihli 4727 Sayılı kanunla da önceki kanunun kapsamı genişletilmiş; evlilik dışı doğan tüm çocukların kaydedilmesi mümkün olmuştu.

1936’da 3038 Sayılı Kanunla çocuk düşürmek/düşürtmek ve çocuk yapmaya engel olan fiillerin ağır cezalar ile cezalandırılması öngörülmüştü. Zira bu suç, yasada Irkın tümlüğü ve sağlığı aleyhine cürüm olarak tanımlanmıştı. Bazı durumlarda o kadar ileri gidiliyordu ki ‘kısırlığı seçen’ veya ‘çocuk düşürenler’ için ‘bunların bizim kanımızdan olmaları imkanı yoktur. Kendilerini çoktan vatandaş olma şerefinden silmişlerdir’ deniliyordu.

NÜFUS ÇOĞALTMANIN DİĞER ARAÇLARI

Nüfusun arttırılması için yasal düzenlemelerin yanı sıra kapsamlı eğitsel faaliyetler yapılmıştı. Mesela evlilik ve aileyi teşvik eden yazılar yayınlanmaktaydı. ‘Aile kurumu, kahramanlıkların ve inkılapların en gücünü başarmış olan milli seciyemizin en sağlam ve en şerefli doğum yeridir. Türkün ebedi yurdunun her bucağında tüten itminan ocağıyla kurulmuş bu yuva, aradığımız mabedin ta kendisidir’ gibi yüceltici değerlendirme yapılıyordu. Halkı teşvik için basında, çok çocuklu mutlu aile haberleri veriliyordu. Sayım memurunun beşikler önünde şapkasını çıkararak Türk yavrusunu ehemmiyetle selamlaması gerektiği belirtiliyordu.

Bir yandan da iskan hareketleriyle daha fazla nüfusun ülkeye transferi savunuluyordu. Leon Rabinowicz ‘Bu büyük hudutlu güzel vatana hiç olmazsa 30 milyon evlat temin etmek gerekir’ diye yazmıştı. Nitekim 1927-1935 devresinde her yıl 26 bin, 1935-1940 devresinde her yıl 24 bin 400, 1940-1945 devresinde her yıl 4 bin göçmen getirilerek yerleştirilmişti. Resmi verilere göre 1923-1968 arasında 316 bin 859 aileye tekabül eden 1 milyon 232 bin 692 kişi Türkiye’ye gelmişti. En çok göç yüzde 33,9 ile Yunanistan, yüzde 31,1 ile Bulgaristan ve yüzde 22,4 ile Yugoslavya’dan olmuştu.

Hal böyle olunca biraz günümüz muhafazakâr çevrelerinde yapılan tartışmalara benzer şekilde erken Cumhuriyet yıllarında da ‘erkek ve kadındaki olgunluk devri’ üzerine de türlü görüşler sunulmaktaydı. Mesela Türkiye’de ‘erkeklerde 13-15, kızlarda 11-14 yaş arası, olgunluk devri’ olarak nitelenmişti.

1960’LI YILLAR VE DEĞİŞEN NÜFUS POLİTİKALARI

1960’lı yıllar pek çok başka alanda olduğu gibi nüfus politikası alanında da yeni politik tercihler zamanıydı. Nüfusu artırmak artık güçlü devlet olmanın bir kriteri olarak kabul edilmiyordu. Ne kadar çok nüfusunuz olduğu değil de kişi başına ulusal gelirinizin ne kadar olduğu, nüfusun ne kadarının eğitimli olduğu gibi yeni kriterler öne çıkmıştı. Dolayısıyla nüfusu artırmak değil de mümkün olduğu kadar artma hızını yavaşlatmak daha önemli hale gelmişti.

Bu dönemde nüfus planlaması ilk defa Birinci 5 Yıllık Kalkınma Planında ele alınarak; orta doğurganlık seviyesinde bir büyümede karar kılınmıştı. 1965’te kabul edilen 557 Sayılı Nüfus Planlaması Kanunuyla bu planlama Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı’na verilmiş; bir süre sonra da 665 Sayılı kanunla bakanlığın bünyesinde Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü kurulmuştu. Bundan sonra ellerinde çantaları ile sağlık görevlilerinin özellikle nüfus artışının hızlı olduğu Kürt coğrafyasında korunma tedbirleri üzerine bireysel/toplu eğitimler başlamıştı. Türkiye’nin ilk Nüfus Etütleri Enstitüsü de yine bu dönemde Ankara’da kurulmuştu.

Türkiye artık türlü yollarla nüfus artışını engellemek için yeni dil ve araçlar inşa etmekteydi. Erken Cumhuriyet yıllarında olduğu gibi çok çocuk yapan annelerin önünde saygıya durmak şöyle dursun, alay ediliyordu. TV’lerde, eğlence programlarında başlıca temalardan birisi çok çocuk doğuran kadınlar, eşleri ve aileleriydi.

Bu dönemde yeni devlet politikalarına en sert muhalefet kendilerini milliyetçi toplumcu olarak tanımlayan Dokuz ışıkçı çevreden gelmiştir. Bu çevreye göre Nüfus kontrolünün devlet siyaseti olarak ele alınmasını haklı kılacak durum yoktu. Az gelişmiş ülkeler için tavsiye ve telkin edilmesinin sebebi de zahirde iktisadi kalkınmayı süratlendirmek, hakikatte bu memleketlerdeki süratli nüfus artışının kendileri aleyhine muhtemel tesirlerini kontrol altında tutmaktı. Bütün bu realiteler ortada iken; Türk Milletinin geleceğini fert başına düşecek birkaç liraya bağlamak izahı güç bir görüştü. Dahası dünyanın en şerefli ve en büyük anası olan Türk çocuğunun anası ne yazık ki bir deneme faresi kadar bile yöneticilerden iltifat görmüyordu.

Milliyetçilerin yanı sıra bu dönemde geleneksel muhafazakar kesimler de nüfusu frenlemeye yönelik yeni politikaya karşı çıkmışlardı. Bunlar dışında kalan çevreler ise Batı ile entegrasyon politikasını benimsemiş ve bu kapsamda yeni nüfus politikasını desteklemişlerdi.

Aslında nüfus meselesine dair politik tercihler Türk modernleşmesinin geriliminin derin izlerini taşımıştır her zaman. Mesela nüfusu artırmak ile radikal biçimde azaltmak ve nüfusu teşvik ile kontrol etme politikaları aynı süreçte uygulanabilmiştir. Dolayısıyla bu politikada kırılmalar ve süreklilikler bir arada bulunmaktadır.

Bugün geldiğimiz durum ise aslında bu gerilim ve sürekliliğin yeni bir örneğidir. Türkiye’nin milliyetçi-muhafazakar geleneği, erken Cumhuriyetin nüfus çoğaltma politikasını bir yönüyle sürdürmeye çalışıyor. Kemalist Türkiye’nin politikasıyla bu benzerlik ilginçtir. Ama küresel dünyanın iktisadi, sosyal, kültürel eğilimleri ve olgusu bu politikaları fiilen frenliyor. Nüfusu çoğaltma politikası genç nüfusun artmasını ve dinamizmi sağlıyor ama iktisadi açmazlar, işsizlik, yoksulluk hali bu dinamizmden bekleneni veremiyor. Dolayısıyla teorik olarak ve resmen savunulan bugünkü nüfus çoğaltma politikaları pratikte bir destek karşılık bulamıyor.

Detaylı bilgiler için; Adnan Güriz; (1975) Türkiye’de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları; Kemal Arı; (1992) “Cumhuriyet Dönemi Nüfus Politikasını Belirleyen Temel Unsurlar”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 23; Aytül Tamer, Alanur Çavlin Bozbeyoğlu, (2004) “1927 Nüfus Sayımının Türkiye’de Ulus Devlet İnşasındaki Yeri: Basında Yansımalar”, Nüfusbilim Dergisi, sayı: 26; Fuat Dündar; (2002) Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar, Doz Yayıncılık; Dr. Sadi Konuk; Sosyal ve Biyolojik Bakımdan Nüfus İşlerimiz, Yeni Cezaevi Matbaası, Ankara 1939; Enis Gökyiğit Yörükoğlu; (1971) Dokuz Işıkta Nüfus Politikası, Dokuz Işık Yay. 2, Ankara; Nüfus Umum Müdürlüğü “Geçen dört yılda yapılan ve gelecek dört yıl içinde yapılacak işler hülasası”, Ankara Başvekalet Matbaası, 1935; Leon Rabinovichz; Nufus Meselesi (Nüfus İlmi, nüfus Tarihi ve Nüfus Harekatı, İktisat Matbaası, Ankara 1930 kaynaklara bakılabilir.