Geçen hafta yazamayışımın nedeni, kırk yılın bir başı nasılsa gerçekleştirebildiğimiz geziydi ikişer günlük; İsveç, Norveç, Danimarka’yı kapsayan.
Stockholm Havaalanı’nda duvarlarda İsveç’in ünlülerinin büyük boy fotoğrafları asılıydı. Hepsini nasıl tanıyayım ama büyük aşkım tenorJussi Björling (1911-1960) bir anda bitiverdi karşımda; sanki o olağanüstü Prens Calaf yorumuyla Puccini’nin “Turandot” operasından Nessun Dorma’yı söylüyordu. Bu aryayı sevilgen kılan Pavarotti, Björling’le kıyaslamak istenince şöyle diyordu: “Lütfen, ben yalnızca insanım.” Yürürken az ileride yine duvara yaslanmış soprano Birgit Nillson (1918-2005) Prenses Turandot olarak o ünlü sorularından üçüncüsünü mü soruyordu Calaf’a? Kent içinde asılı afişlerde de Nilsson’ın doğumunun 100.yılı nedeniyle, anmalar düzenlendiği muştulanıyordu. Yazarlardan Strindberg, Par Lagerkvist, Selma Lagerlöf; sinemacılardan Ingmar Bergman, Bo Widerberg, Jan Troell, Tomas Alfredson, Mikael Hafström ve daha nice sanatçılar da “hoşgeldiniz” diyordu bizlere İsveç’e girerken...

“Yediğin içtiğin senin olsun bize gördüklerini anlat!” denir ya, doğal olarak benden de beklenebilir bu, hani Avrupa nasıl ne olup ne bitiyor o ülkelerde, insanlar nasıl yaşıyor?

İki gün sonra Oslo ve tam ortasında; LGBT Onur Haftası kutalamaları... Açık havada büyük bir alana yayılmış etkinlikler. Bayraklarla donatılmış her yer, renk renk giysiler, takılar, kitapçıklar, broşürler, çeşit çeşit armağanlıklar.
Gezide arkadaş olduğum yanımdakine diyorum ki “Bu işte bir iş var?”
O da “Ne demek istiyorsun?” diyor.
“Bu LGBT kutlamaları olamaz!” diyorum.
“Saçmalama!” diyor.
“Valla öyle,” diyorum.
“Nedenmiş peki?” diye soruyor.
“E, tanklar panzerler polisler falan yok.”
“Evet,”diyor, “özgürlük var!”
“Doğru,” diyorum, “kimse kimseye karışmıyor, ayrımcılık yok, her dilden ırktan, cinsten insanlar bir arada, eğleniyor, konuşuyor, izliyor, dinliyor, şarkılar söylüyor.”
“Öyle olacak tabii, Türkiye’de değilsin!” diyor.
Kocaman bir sahne kurulmuş, dinletinin biri bitiyor diğeri başlıyor, yiyecekler içecekler, ne istersen var, alan tıklım tıklım, şenlik buna denir! Yüzlerce şey yapılmış bu alanda da, paralar nerden bulunmuş, üstleniciler (sponsorlar) akçalayanlar (finanse edenler) kimler?” Soruyorum.
“Bakalım,” diyor, cep telefonundan araştırmaya başlıyor. “Buldum,” diyor, “destekler belediyeden geliyor ve başka kurumlar da katkı sunuyor, onlar da tam 11 tane. “Biliyor musun,” diyor az sonra, “haberlerde söylüyor, İstanbul’da LGBT’lilere polis köpeklerle saldırmış. Bir buraya bak, bir de Türkiye’de olanlara...”

Kısacık bir gezi ne olacak, döndük ülkeye bir hafta içinde. Denetiminden geçerken görüyorum pasaportun yeşil kapaklısını arkadaşımda.
“Avrupa Parlamentosu, vizesiz geçiş hakkına sahip yeşil ve gri pasaportlu kişilerin artık seyahat izni uygulamasına tabi tutulacağını” duyurmuş diyorum. “Yandın artık sen de, her çıkışta bastır vize paralarını.”
“Bu uygulamanın, sınır kontrolü için yürürlüğe konulduğu düşünülüyor” diyor.
“Ne saf şey mişşin ya,” diyorum, “biri söylediydi, her gün iş bitiminde konsolosluklardan bizim paralar araçlara aktarılırken, dudak uçuklatır cinsten hem de ne paralar, torbalara sığmıyormuş. Onca kazancı bırakacak değiller, bulmuşlar biz kerizleri. Bir de tam saçmalamışlar: “Bu sayede sınırlarımıza varmadan önce, kimin AB’ye geldiğini öğrenebileceğiz...”
Gelir gelmez daha ne haberler. Bir kaçına değinsem?...
Neden? Nasılsa bildiğiniz, yaşadığınız şeyler...
Tümü iç açıcı(!)...