Çarşamba günü, memurlar greve çıktı; haklıydılar. Aslına bakılırsa çok daha büyük katılımla istemlerinde ve eylemlerinde ısrarcı olmalarını bekliyorum; çünkü kaybettikleri çok şey var. 

Bir zamanların en itibarlı mesleğiydi devlet memuriyeti; parası da iyiydi, güvencesi de. Toplumdaki statüsü de ona göre... Geçmişte itibarın önemli kısmının devletin gücünden geldiğini düşünsek, bugün de devletin “maşallahı” var! Hani, entelektüellerin gözünden devleti bir yana koysak da, halkın gözünde ne “devlet baba” ne de “devlet kapısı” önemini yitirmiş değil. Peki devlet memuru, devlet memuriyetinin bu kadar itibar kaybetmesi niye?   

Tabii akla, ilk olarak alınan para, maaş gelecek; doğru da!  Ancak düşünülmesi gereken bir şey daha var; o da, devletin memuruna ve yaptığı işe verdiği değer!  Bugün yansıyan tabloyu bilmeyen var mı? Kamu hizmetleri başa bela; kurtulmak gerekiyor!  Kamu personeli fazla; dağıtmak gerekiyor! Personel giderleri bütçede büyük yük; azaltmak gerekiyor. 

Liberal anlayış zaten devleti istemez; ancak ondan vazgeçmesi de mümkün olmadığından, devlet sermayeye hizmet etsin, öteki hizmetlerden de elini çeksin ister. Yani, iş dünyasının işine gelecek en başta alt yapı olmak üzere bazı kamu hizmetlerini devlet üstlenecek; yolları, barajları, imar alanlarını açacak; enerjiyi getirip gereken izin, ruhsatı sağlayacak; teşvikleri de eksik etmeyecektir. Topluma yönelik hizmetlere gelince ise, bunlar hem bütçeye yüktür; hem devleti büyütmeye yol açar, tehlikelidir; hem de toplumu kolaya alıştırarak “tembelleştirmek” gibi  sakıncaları vardır! Yani, devletten beklemeyip, piyasadan almayı, bunun için de daha çok çalışmayı öğrenmeleri gerekiyor muhterem vatandaşların! 

Geldiğimiz nokta da bu! 

Öte yandan işsizlik kabusunda devlet memuriyeti hala bir can simidi olduğundan talep de bol. Üç-beş kişilik kadrolara binlerce insan başvurunca, devlet  piyasadaki acımasız işverenlere dönmekte sakınca görmüyor. Belki kadrolu olmanın güvencesi bir biçimde devam ediyor; ama bir yandan sözleşmeli personel çalıştırmaya yöneliyor devlet;  öte yandan bazı hizmetleri taşerona aktarmakta; ücretleri de aşağıya doğru itip duruyor. 

Kabaca hatırlatmak gerekirse, 1.300 TL ile 5.000 TL. arasında değişen bir maaş skalası var; bir hizmetli 1.300; öğretmen 1.500-1.800; hemşire, teknisyen, büro personeli 1. 500 TL civarında maaş almaktalar. 

Bu nedenle Memur-Sen, -hani, iktidarla pek derdi olmayan bir sendika, yine de- memurların çoğunun yoksulluk değil, açlık sınırında olduklarını söylemek zorunda kalıyor. Nisan ayında 4 kişilik ailenin açlık sınırı 1.042, yoksulluk sınırı ise 2.830 TL ise ve yukarıdaki maaşları dikkate alırsak durum gerçekten bu!  Kentlerde 500-1.000 TL. arasında değişen kiraları, ulaşım, yakıt giderlerini düşünürsek, bu koşullarda “açlık” kaçınılmaz değil mi? Bu nedenle, memurların büyük kısmı ek işler yapmak zorundalar! Çoğunun birden fazla kredi kartı kullanması ve kart borçları altında ezilmesi de bundan! 

Türkiye’nin, bir “çalışan yoksullar memleketi” olduğunu biliyoruz ya,   çalışan yoksulların önemli bir bölümünün kamuda çalışanlar olduğunu da bir kenara yazmak gerekiyor. Nasılsa grev yapamıyor memur; sesini çıkarsa işini kaybetmek, sürülmek korkusu da yaşamakta. Bastır, gitsin!   

Örneğin Eğitim-Sen’in bir raporunda , OECD ülkeleriyle Türkiye’deki  öğretmenlerin yıllık kazançlarını kıyaslanıyor; görülen o ki, Türkiye’deki öğretmen sayıları da, maaşları da OECD ortalamasının çok altında.... 2009 yılında ilköğretim başlangıç maaşında OECD ortalaması 28,687 dolar , Türkiye’deki 14,063 D. Devlet liselerinde başlangıç maaşında OECD ortalaması 32,183 dolar; Türkiye’de 14,063 D. 

Bu durumda, bir de “sosyal devlet” olma iddiasını düşünün! Örneğin sosyal devlet açısından yadsınamayacak kadar önemli olan eğitim ve sağlık hizmetlerinin piyasalaşması, taşeronlaşması, bu hizmetlerde çalışanlara verilen değer ve parayı biraya getirdiğinizde “sosyal devletten” söz edilebilir mi?

Hukuk devleti olma iddiası da pek farklı değil. Yargının bağımsızlığı ve adaletin güvencesi düşünüldüğünde, yargıçların özlük haklarının bağımsız kurumlar eliyle kullanılması istenir; gereklidir de. Türkiye’de YHSK’ nın yapılanmasının bu konuda kuşkuları arttırdığı da bir gerçek. Ne var ki,  emniyet ve adliye çalışanlarının tümü için refah ve güvence sağlanmadıkça adaletin yerine gelmesini beklemek zor.   

Peki, Türkiye’de eğitim, sağlık ve yargı hizmetlerindeki perişanlığı bilmeyen var mı? Peki, parasını verenin düdüğü çaldığı bir memleketten, bir toplumdan ne kadar hayır gelir sorusuna yanıtınız ne? 

Kısacası Türkiye’de kamu hizmetleri çöküyorsa, bunun en büyük müsebbibi devlettir, hükümettir. Kendisini var eden hizmetleri ortadan kaldırdıkça da, aslında kendisinin altını oyduğunu bilmek durumundadır. 

Özetle, memurların daha iyi ücretlere hem ihtiyaçları hem de hakları var! Onların yaşam ve çalışma koşullarının iyileşmesi de yalnız onların değil, devletin itibarı için de gerekli.