AKP bile Cumhuriyet Bayramını büyük bir coşkuyla ‘kutladı’, tabii ki ‘15 Temmuz başkanlık yolunu döşeme gününü’ kutsayarak:

‘Kutlamaların’ bir parçası olarak iki yeni KHK ile 15 medya kuruluşu daha kapatıldı, 11 bin kişi ihraç edildi, rektör seçimleri kaldırıldı, savunma daha da kısıtlandı. Diyarbakır belediye eşbaşkanları gözaltındayken HDP eşbaşkanına yurtdışı çıkış yasağı getirildi. Daha ne olsun? O da oldu, CHP’li Bülent Tezcan kurşunlandı…

Aslında dünkü BirGün röportajında CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, başkanlık sistemi ile ülkede tam bir ‘faşist düzen’ hedeflendiğini ve buna karşı mücadele hattının oluşturulması gerektiğini söylerken dönemin özetini de vermişti.

Çünkü gün, tevekkülle “men dakka dukka” deyip kenara çekilmek günü değil. Bu Arapça darbı meselin karşılığı “eden bulur” demek, cümle içinde kullanırsak şu örnek ibret vericidir: “Esad’a sesleniyorum: Ya Beşar men dakka duka. Ey Beşar eden bulur.” (7 Şubat 2012, Recep Tayyip Erdoğan)

Aradan geçen dört yıl sonunda gelinen nokta bellidir: Men Rakka Cukka!

Rakka, yeni Osmanlıcılığın işaret fişeği olsun niyetindeler. Osmanlıcılık cukkaya atılacak. Cukka ise, haksız edinilerek cebe atılan şey, ama bir de ‘cukkayı yutmak’ var ki o da ‘oyunda ütülmek’ demek…

Suriye’de Irak’ta neler olup bittiği, hiç de onların demeçlerindeki gibi değil, bir parça dış basın izleyen, en azından Tolga Tanış, Fehim Taştekin, İbrahim Varlı, M. Kemal Erdemol vb. okuyanlar gidişatın çok farklı olduğunun farkındalar…

Bütün çırpınmalarının anlamı boyunlarına astıkları Osmanlıcılık ile Saltanatçılık (Başkanlık, diktatörlük) madalyonunun iki yüzünde yazıyor.

Tamam, biliyoruz diktatörlük kuruyorlar, (başkanlık yol haritası diye) tarifini dahi yapıyorlar. Ama mesela yemek tarifinden önce bile gerekli malzemeler sıralanır. Kurmakta oldukları diktatörlük malzemeleri için sağlam bir polis teşkilatı lazım, oysa her gün FETÖ’cü polisleri yakalayıp FETÖ’cü çıkan polis haberleri var, sağlam bir ordu lazım, oysa her gün FETÖ’cü subay tasfiyesi var. Baskı ve zulüm de bir ‘kaynak’ sorunudur ve o kaynak sınırsız değildir. ‘Akmilisler’ yetmez. Karşıtı ortaya çıkabilir. Taraftar satın alacak para lazımdır, Saddam’ın filan petrolü vardı o bile yetmedi, bunlar ise borca muhtaç, bunların sadece cukkası var. Haa, bir de ‘planları’... Zaten ha bire alfabedeki harf sırasına göre plandan söz ediliyorsa, bu bir stratejilerinin olmadığını gösteriyor. Karanlıkta bodoslama gidiyorlar… MHP’yi yanlarında tutmaya çalışarak, nereye kadar? Kendi yarattıkları karanlıkta nereden geleceği bilinmeyen bir yumrukla yıldızları saymaktan çok korkuyorlar.

Böyle derken karanlık şıp diye aydınlanacak demiyoruz. Bundan sonrası ölüm kalım meselesi, bunu çok iyi biliyoruz. Ama bu bilgi de ilgiye muhtaç. Çünkü mesele sadece cumhuriyet, demokrasi değil hakikaten ölüm-kalım meselesi… Çünkü attıkları ve atacakları ‘Osmanlı tokadı’na, Böke ve hepimiz faşizm diyoruz.

Dün Fatih Yaşlı ‘Yeni-Osmanlı’ya karşı yeni Cumhuriyet’ başlığıyla güzel bir çözümleme yaptı. Yedi yıl önce bu köşede ‘Neo-Osmanlı tokadı’ diye aynı minvalde bir şeyler yazmıştım. Baştan söylemiştim: ‘Tokatlamak’, argoda, bir kimseyi dolandırmak, hile yoluyla parasını pulunu almak demektir, özellikle bunu kast etmiştim.

O günlerde Kürt meselesi bağlamında ve Gülen cemaatinin Erbil toplantısı vesilesiyle yapılan Osmanlı tartışması, metrobüs töreninde açılan pankartla güncellenmişti: “Son Osmanlı Padişahı 1. Recep Tayyip Erdoğan!” Üstüne bir de o sıralar “Fethullah Hocaefendi” dedikleri şimdinin darbecisinin Neo- Osmanlıcılık fetvası gelince, ortalık oldukça şenlenmiş, ardından Hillary Clinton Türkiye’yi bölgesel ve hatta küresel bir lider olmakla pohpohlamıştı. O günlerdeki Osmanlıcılık köpürtmesinin iç sebebi de vardı. AKP kapatma davasının kararındaki kalın kırmızıçizgiler nedeniyle ‘ılımlı İslam’ lafı bir süreliğine rafa kaldırılmıştı. İslam’ın yerini artık Osmanlı özlemi, övgüsü almış, TV’deki tartışmalarda “İslam’da şöyledir, böyledir” demeksizin, aynı siyasi tercihler “Ah! Osmanlı’da şöyleydi, böyleydi” şeklinde savunulur olmuştu. Muhafazakâr yaşam tarzı, kuyumcuda Osmanlı yüzükleri, podyumda Osmanlı defileleri, mutfakta Osmanlı yemekleri, sanatta Osmanlı hatları ve resimleri, müzikleri ile ihya edilmekteydi. Ve bir de elbette ‘2. Cumhuriyetçiler’ imdada yetişmişti. Mesela Murat Belge şöyle diyordu: “Şimdi mesele Türkiye’yi Batılılaştırmak ise, tüm Osmanlı sınırları içinde yaşayan en Batılı aile, Osmanlı ailesi, herhalde Mustafa Kemal’in kendisinden de çok Batılı, adap erkân, yabancı dil bilmek, piyano çalmak falan... Halifeyle elbirliğiyle bir program yapılabilseydi, belki bugün bir Milli Selamet Partisi ya da Adalet ve Kalkınma Partisi olmayabilirdi. Bunu Mustafa Kemal’in yapması tabii çok zor, ama birleştiği adamlarla değil de, cephe aldığı adamlarla [halife] bir arada devam edebilseydi, o zaman bunlar mümkün olabilirdi...”

Pes! Cumhuriyeti ve demokrasiyi kurtarmak (yine!) bu liberal ‘kanaat önderlerine’ mi kaldı? Baksanıza yine kanaat dönderiyolar, ‘kanaat dönderleri’ olarak iş başındalar: Demokrasi için birlikteler. Cumhuriyetçi-Tayyipçi Perinçek de 15 Temmuz için “devrim” dedi, meğer TSK da aslında ABD’yle savaşıyormuş… Ülkücüler zaten Reis unvanını kaptırmışlardı, yakında Başbuğ da Erdoğan olur…

Sonra? Selin Sayek Böke, tam bir faşist düzenin hedeflendiğini söyledikten hemen sonra, Bülent Tezcan’a saldıran hakkında Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “böyle ülkücü olmaz” deyiverdi! Tabii canım, ülkücü nasıl olurmuş bilmez miyiz!

Ülkücü dediğin, mesela Doğan Öz’ün katili İbrahim Çiftçi gibi, 7 TİP’linin katili Abdullah Çatlı gibi olur, yeni Saraylı Bahçeli gibi olur!