Merakın Türkiye’deki talihsiz serüveni

İLKER BİRBİL*

Üstteki resmi görmüşsünüzdür. Bu kitap mabedi Halil İnalcık Hoca’nın çalışma odası. Resme bakınca bazılarınızın içi gidiyordur eminim. Benim gidiyor mesela. Böyle bir odaya sahip olsam neler neler yazarım; neler neler bulurum diyorum...

Fena halde yanılıyorum. İş, böyle bir odaya sahip olmakta değil. İş, o odaya girebilecek kadar meraklı olmakta. Ve o merakı 100 yaşına kadar sürdürmekte. Tabii o yaşa gelene kadar tohumları erken yaşta ekmeli. Yani en baştan başlamalı. Karşınızda merakın Türkiye serüveni ve bizim makus talihimiz.

Okullarımızda verilen müfredat ile ilgili çok şey yazıldı çizildi. Eğitim bilimciler öneriler getirdiler, eksikleri işaret ettiler, ve tabii, raporlar yazdılar. Müfredat apayrı bir yazı konusu olur eminim. Tafsilatını öğrenmeden yazmak istemem. Onun için bir baba olarak aklıma takılanları yazayım sadece.

Çocuklar meraklı şeyler. Kafaları boş, soruları çok. Yani ortam bir şeyler öğrenmeye son derece müsait. Tamam dersler müfredata bağlı olarak anlatılıyor. Bunu anlıyorum. Ama aynı müfredat, çocukların merak ettikleri sorulara bir türlü değinmiyor. Daha doğrusu bir konuyu kendileri merak edip peşine düşecekleri zaman bırakmıyor.

Sonra? Sonrasında sınavlar geliyor tabii. Başımızın belası sınavlar. Alternatif çözümler hep konuşuluyor ama bu sınavlar hiç bitmiyor. Gayretkeş bir öğretmenin elinde merakını diri tutmayı becermiş bir öğrenci bile sınavlar yaklaşınca bir robota dönüşüyor.

Test türü sınavlara cepheden karşı çıkmak istemem. Örneğin, uluslararası öğrenci değerlendirme sınavı PISA’nın da bir kısmı test usulü. “Bizim çocuklar yarış atı gibi test çözüyorlar, PISA bize vız gelir,” diye düşünüyor insan. Fakat bu testlerde basbayağı nal topluyoruz. Testsiz ülkeler toz yutturuyorlar bize.

Şimdi baba şapkamı çıkarıp, hoca şapkamı takayım. Dizi dizi sınavlar sonrası posası çıkmış öğrenciler üniversiteye geliyorlar. Öyle ya da böyle sonuçta seçilmiş öğrenciler. Reçeteyi verirsen tarifi harfiyen yapıyorlar.

Gel gör ki düzgün bir üniversite böyle işlemiyor. Tarifi yapmak değil, reçeteyi yazmak mesele. Aslında düşünürseniz cevap bayağı sıkıcı bir şey. İlginç olan sorunun ta kendisi. İyi ama soru sormak için de merak etmek gerekiyor. Ee merak nerede? Sınav yuttu.

Bu gidişatın tahminlerimizden çok daha büyük yıkımları oluyor. Hatta bilimsel çalışmalara kadar. Yeni bir alanda çığır açan çalışmalar, buluşlar neredeyse bizden hiç çıkmıyor. Başkalarının ortaya attıkları fikirleri alıp öteye taşıyoruz. Ama bu bizi takipçi yapıyor, takip edilen değil.

merakin-turkiye-deki-talihsiz-seruveni-167343-1.

Örnek vereyim. Bir süredir bir grup arkadaşla Microsoft araştırmacılarının topladığı veriyi inceliyoruz. Bu veride, bugüne kadar çıkmış milyonlarca makalenin bilgileri verilmiş. Söz konusu bilgiler arasında makalenin içeriğini belli eden anahtar kelimeler de var. Biz de bazı kelimeler seçip, Türkiye’de ve dünyada o kelimenin yıllar içinde anahtar olarak kullanıldığı makale sayılarına baktık. Günün anahtar kelimesi “sinyal işleme.” Elektronik alanında şüphesiz en önemli konulardan biri. Çıkan grafiğe1 bakar mısınız? Dünya 70’li yılların başında sinyal işleme konusunda çalışmaya başlamış, bizde bu anahtar kelime ile çıkan makalelerdeki artış 90’larda. 15-20 yıl geriden takip ediyoruz. Daha yeni konularda bu fark daha az ama biz önderlik edemiyoruz. En azından şimdilik.

İşte merakın Türkiye’deki talihsiz serüveni. Karanlık bir yazı oldu. Öte yandan buluşlar yapacak, yeni fikirlerle dünyayı yerinden oynatacak meraklı arkadaşlar şüphesiz bizde de var. Bu biraz aydınlatsın yazıyı. Hatta çok aydınlatsın. Çünkü ümit var demek. Ümit de, merak gibi güzel şey.

1. Grafik için Soner Aydın’a teşekkürler.

*Sabancı Üniversitesi ve BolBilim.com