Google Play Store
App Store

İYİ Parti lideri Meral Akşener, partisinin grup toplantısında Berat Albayrak'ın Hazine ve Maliye Bakanlığı'ndan istifasını değerlendirdi. Akşener "Önümüzdeki süreçte, kabinenin bir diğer ultra başarılı üyesinin, Yani Tarım Bakanı’nın da, TikTok’ta yapacağı bir düetle istifa etmesini bekliyoruz…" dedi.

Meral Akşener: Tarım bakanı da TikTok'tan istifa etsin

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında gündeme dair açıklamalar yaptı.

Akşener konuşmasına, "Dün; Tarih bilenlerin, kadir-kıymet bilenlerin, 82 yıllık hasretinin yıldönümüydü. Büyük Türk Milleti, cennet vatanımızda, alnımızın değdiği toprağın her köşesini, milletine seccade yapan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve istiklal kahramanlarını, çok sevdi. Kalpleri olup hissetmeyenler, Gözleri olup görmeyenler, Kulakları olup işitmeyenler, anlamasa da, Türk Milleti, büyük kahramanına, sevgisinden, vefasından asla vazgeçmedi. İşte o yüzden; O’nun aziz hatırası, her 10 Kasım’da, vatanın her köşesinden, saat 9’u 5 geçe yeniden doğuyor. Gururla izliyoruz, minnetle anıyoruz. Mavi Gözlü Bozkurtumuzun ve silah arkadaşlarının ruhları şad, mekanları Cennet olsun," diyerek başladı.

Akşener, Berat Albayrak'ın Hazine ve Maliye Bakanlığı'ndan istifasını "Damat Bakan gitti… Kendisine acil şifalar diliyoruz. Ne var ki; kendisinin gelişi de, gidişi de, bu ciddiyetsiz yönetim anlayışının, Devletimizin düşürüldüğü gülünç durumun, ibretlik bir vesikası. Eski Damat Bakan’ın istifa sürecinde, Sayın Erdoğan’ın internet ve sosyal medya yasaklarında neden bu kadar ısrar ettiğini daha iyi anladık" sözleriyle değerlendirdi.

ABD SEÇİMLERİ

Akşener, ABD Başkanlık seçimlerini değerlendirerek "Bu noktadan sonra, bölgesel ve global etkilerinin yanında, bizim için önemli olan, ABD’nin Türkiye ile ilişkileri, ve Türkiye’nin milli çıkarlarıyla ilgili nasıl bir duruş sergileyeceğidir. Amerika elbette dünya üzerindeki hakim güçlerden biri. Ancak, bizim için önemli olan, Amerikan başkanının Türk siyasetine nasıl baktığı değil, Türkiye’nin milli çıkarlarının, nasıl korunup kollanacağıdır," dedi.

"Bu açıdan baktığımızda, Trump dönemi, hiç de iyi bir dönem değildi," diyen Akşener, "Biden farklı mı olacak, onu zaman gösterecek. Artık yeni bir döneme girdik. Trump döneminde “Ahbap-çavuş” boyutuna indirgenen ilişkilerin, yeniden devletlerarası bir kimlik kazanmasını umuyoruz. Diplomasi, kişisel ahbaplıklar üzerinden değil, liyakatli kadrolar üzerinden ve akıllıca yürütülmelidir. Türkiye’nin ciddi ve güçlü bir diplomasi geleneği var. Bu gücün ve ciddiyetin, yeniden devreye alınmasını bekliyoruz," ifadelerini kullandı.

İZMİR DEPREMİ İÇİN SERT ELEŞTİRİLER

"Devlete baş olanlar, işlerini de, makamlarını da ciddiye almalıdır. Bu bir mecburiyettir. Ancak Türkiye, maalesef uzun yıllardır, bu ciddiyetten yoksun yönetiliyor," diyen Akşener, şöyle devam etti:

"Son örneklerinden birini, İzmir depreminin ardından yaşadık. Binaları denetlemekle, vatandaşının can ve mal güvenliğinin, takipçisi olmakla sorumlu olan iktidarın, yeni sorumsuzluklarına şahit olduk. İzmir’de, hükümete bağlı kurumlarla, yerel yönetimlere bağlı kurumların, uyumlu çalışmasından rahatsız olmuş olacaklar ki, yine gereksiz tartışmaların, gereksiz kavgaların peşine düştüler. Vatandaşlarımızın canı yanmış, sevdiklerini kaybetmişler, devletimizin kendilerine el uzatmasını bekliyorlar. Bir de bakıyoruz, abuk sabuk, devlet ciddiyetine yakışmayan açıklamalar geliyor…

Küçük ortak çıktı, “Keşke o evlerde oturmasalardı.” dedi. Büyük ortak çıktı, “Vatandaşlarımız da, keşke üzerine biraz daha koyup binalarını güçlendirselerdi.” dedi. Neredeyse kaybettiğimiz canlarımızı suçlayacaklardı ki, çok şükür ona yüzleri tutmadı… Buradan iktidara sesleniyorum; O binaları denetlemek sizin göreviniz. Varsa, eksikleri gidermek için, vatandaşa omuz vermek, sizin göreviniz. Bunları yapmadığınız gibi, kalkıp bir de vatandaşı suçlar gibi, laflar ediyorsunuz. Ayıptır.

Sayın Erdoğan’ın önerisi evlere şenlik. Neymiş; Vatandaş, sağlam olmayan binadaki evinin üzerine, biraz daha para koyacakmış, binasını sağlam hale getirecekm. İşte size, vatandaşının gerçeğinden, tamamen kopmuş bir yönetim anlayışının dışa vurumu…

Sayın Erdoğan; Vatandaşa akıl verme, destek ver. Devlet, “Üzerine biraz daha koyup yenisini yapsalardı.” demez. Devlet, “Ben vatandaşımın yanındayım, gelin birlikte yapalım der.” Devlet, kendi işini, zor durumdaki vatandaşına yıkmaz. Devlet, vatandaşının sırtındaki yükü alır. Devlet, zor günler için topladığı deprem vergilerini saçıp savurmaz. Devlet, sözünü tutar, topladığı 35 milyar doları, milletinin evlerinde sağ salim oturması için harcar. Türk Devlet geleneğine yakışan budur. O beş müteahhitinizin yapı stoğunu eritmek için, kamu bankaları üzerinden, sudan ucuz krediler verdiniz. Gelin, vatandaşlarımıza da aynı imkanı tanıyın. Akıl vereceğinize, gelin, sıfır faizli, uzun vadeli kredi verin, vatandaşımız yarasını daha hızlı sarsın.

Evi hasarlı olan yenisine, az hasarlı olan, daha sağlamına kavuşsun. Bunu, yaklaşmakta olan büyük İstanbul depremi için de, bir an önce yapın. Kentsel dönüşümü, müteahhitlerinizi zengin etmek için bir fırsat olarak değil, Vatandaşın can ve mal güvenliğini, sağlama almak için bir fırsat olarak kullanın. Birçok binanın kontrolleri yapıldı. Deprem simülasyonları yapıldı. Şimdi devleti yönetenlere düşen, bir an önce kolları sıvamaktır.

Beş müteahhidiniz biraz beklesin, uygun kredileri biraz da bu işe kullanın. Bir yanda; Geçilmeyen köprüler, uçulmayan havalimanları, gidilmeyen yollar için, o beş müteahhidinize, bir kalemde 117 milyar lira garanti parası ödeyeceksiniz; Diğer tarafta; Vatandaşa gelince; “Üzerine koyup binanı güçlendirseydin” diyeceksiniz..." Bir yanda; Cumhuriyetin 79 yılda harcadığının 6 katını, 18 yılda harcayacaksınız; Diğer tarafta; Biz “Vatandaşa yardım eli uzatın.” deyince, kızıp, “Kaynak nerede?” diye soracaksınız…

Bir yanda; Sarayda sefa sürecek, eşinizi dostunuzu zengin edeceksiniz; Diğer tarafta; “Eve ekmek götüremiyoruz.” diyen kardeşime ,“Keyif çayı iç” diyeceksiniz… Böyle ciddiyetsizlik, böyle umursamazlık olmaz. Böyle bir yönetim anlayışı olmaz. Türkiye, bu zihniyetle daha fazla yönetilemez!

ALBAYRAK'IN İSTİFASI

"Biliyorsunuz, Damat Bakan gitti… Kendisine acil şifalar diliyoruz. Ne var ki; kendisinin gelişi de, gidişi de, bu ciddiyetsiz yönetim anlayışının, Devletimizin düşürüldüğü gülünç durumun, ibretlik bir vesikası. Eski Damat Bakan’ın istifa sürecinde, Sayın Erdoğan’ın internet ve sosyal medya yasaklarında neden bu kadar ısrar ettiğini daha iyi anladık… Kendisi lafa geldi mi, “Biz devlet yönetiyoruz devlet…” diye, parmak sallarken, Geçtiğimiz dönemde bir bakanı Twitter, son olarak da damadı, Instagram üzerinden istifa etti.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde, artık her bakan, kendine göre bir sosyal medya mecrası seçip, oradan istifa ediyor. Önümüzdeki süreçte, kabinenin bir diğer ultra başarılı üyesinin, Yani Tarım Bakanı’n��n da, TikTok’ta yapacağı bir düetle istifa etmesini bekliyoruz…

Böyle bir ciddiyetsizlik olabilir mi? 18 yılda, hiç mi devlet adabı öğrenemediniz? Haydi ülkeyi düşürdüğünüz durumdan utanmıyorsunuz, Bari 5000 yıllık Türk Devlet geleneğimizden utanın. Bari atalarımızın şanlı mirasından utanın. Ayıptır, ayıp. Dava arkadaşlarım; Milletin hazinesinin bunca zamandır teslim edildiği, bu ciddiyetsizliğin, bu beceriksizliğin açtığı yaraların, süratle tamir edilmesi gerekiyor.

İlk günden beri uyardık. “Damadına her ay yeni paket açıklatma. Damadı paketle, Türkiye nefes alsın.” dedik. Nitekim, eski Damat Bakan, Sayın Albayrak, istifa metninde, “Allah sonumuzu hayreylesin.” diyor.

El hak doğru. Geç de olsa, memleketin gerçekleriyle yüzleşmiş olmasını, böyle bir öz eleştiri yapmasını olumlu karşılıyoruz. Bunları biz söyleyince inanmayan, Sayın Erdoğan’dan da, bu özeleştiri doğrultusunda, geç kalınmış adımları atmasını bekliyoruz. Bu vesileyle, iktidar medyasının hakkını da teslim etmeden geçmeyeyim. Tüm havuz medyasını, Sayın Albayrak’ın istifa sürecinde gösterdikleri üstün gazetecilik başarısından dolayı tebrik ediyorum. Biz medyanın saraya bağlı olduğunu biliyorduk ama, Bu gerçeği, milletin huzurunda, olabilecek en rezil şekilde itiraf etmelerini, doğrusu beklemiyorduk. Türkiye’nin Hazine ve Maliye Bakanı istifa etmiş. Dünya basını, Avrupa basını, olanı biteni manşetten veriyor. Yabancı ekonomi kanalları, flaş haber olarak alt yazı geçiyor. Amerikan basını bile, başkanlık seçimini bırakıp, son dakika gelişmesi olarak Türkiye’ye bağlanıyor. Ancak saray medyasında tek bir haber dahi yok…

Medyanın görevi, Türk milletine haber vermektir. Elbette, medya kanalları arasında görüş farklılığı olur. Ama ayyuka çıkmış bir haberi gizlemek olmaz. Gazetecilik mesleğine, bu kadar mı sırtınızı döndünüz? Türk milletinin haber alma özgürlüğüne, bu kadar mı kastettiniz? Yazıklar olsun.

Ak Parti’nin muhteşem ekonomi yönetimi sayesinde, Eylül 2020 tarihi itibariyle, kamu ve özel sektör emekçilerimiz; açlık sınırının, 2 bin 447 lira 72 kuruş, yoksulluk sınırının, 7 bin 973 lira 2 kuruş, yaşam maliyetinin ise, 3 bin 2 lira 55 kuruş olduğu bir ekonomide, açlık ile yoksulluk arasında bir yerde yaşamak zorundalar.

Ülkemizde işsizlik almış başını giderken, kamu veya özel sektörde çalışanlar, işlerini kaybetmemek için, şartlara razı gelmeseler de, çalışmaya devam etmek zorundalar. Yaşadıkları derin ekonomik krizin yanında, Sendikalaşmalarının önündeki engellerden, sosyal haklarının çeşitli yöntemlerle kısılmasına kadar; bulundukları görevlerde, adil bir kariyer yolu olmamasından, maaş ve ücretlerindeki ağır vergi yüküne kadar; birçok sorun, kamu ve özel sektör çalışanlarımızı derinden etkiliyor. Bu yüzden, ne yazık ki çalışanlarımız geleceğe dair umutlarını kaybetmiş durumdalar. Kendilerini güvende hissetmiyorlar. Elbette hissetmezler!

Kendilerini görmeyen, seslerini duymayan, ve dertlerini umursamayan bir iktidarın kurduğu, bu eğri düzende; Emeklerinin karşılığı olan maaşlarının, gün geçtikçe eridiğini gördükçe, nasıl geleceğe umutla baksınlar, nasıl kendilerini güvende hissetsinler?… Emekçilerimiz her geçen gün daha da fakirleşirken, nasıl oturup keyif çayı içsinler? İşte bu nedenle, bu hafta Milletin Kürsüsü’nde, Sözü, meselenin doğrudan muhataplarına bırakacağım.

TORBA YASA ELEŞTİRİSİ

Peygamber Efendimizin, “İşçinin hakkını alın teri kurumadan veriniz.” buyruğuna rağmen, hem Müslümanım deyip, hem de emeğin hakkını gaspa yeltenmek, riyadır riya…

Bunun çok çarpıcı bir örneğini, nerdeyse “Torba Yasa” konusunda hep birlikte yaşıyorduk. İYİ Parti’nin değerli milletvekilleri; Her birinizle gurur duyuyorum. Azminiz, çabalarınız ve ısrarlı itirazlarınız olmasaydı, gençlerimizin hakkının biraz daha gasp edilmesine imkan sağlayacak torba yasayı, kaşla göz arasında Meclisten geçireceklerdi. Milletimizin zararına olan bir kanunun geçmesine engel olduğunuz için, her birinize ayrı ayrı, canı gönülden teşekkür ediyorum. Emeklerinize sağlık.

Buradan, empati yoksunu çıkışlarıyla, Bakanlar kurulunun son dönemdeki parlayan ismi, “emekli maaşı ödemeyi lütuf gören” Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı’na soruyorum:

Karnını doyurmak için oradan oraya koşturan güvencesiz gençlerimizi, bir türlü emekli olamayan yaşlılarımızı izlemek çok mu hoşunuza gidiyor?

Geldiğiniz günden beri hak edilmiş kıdem tazminatlarını ödememek için, bin bir takla atmak, çok mu hoşunuza gidiyor?

Emeğe, çalışana, hiç mi saygınız yok?

Hiç mi vicdanınız yok?

Hiç mi utanmıyorsunuz?

Bu torba yasa, güvencesizliği normalleştiren bir zihniyetin bir başka yansımasıydı. Bu yasa, gençlerimizin bugünlerini kurtarabilmeleri için, geleceklerinden feragat etmelerini isteyen bir zihniyetin, bir başka adımıydı. Emeklilikte yaşa takılan vatandaşlarımıza, bir de emeklilikte prime takılanlar eklenecekti. Böyle bir haksızlığın karşısında, bizimle ve CHP’li milletvekillerimizle birlikte, dik duran, vicdanlı duran, sağduyu sahibi Ak Partili milletvekili arkadaşlarımıza da, ayrıca teşekkür ediyorum. Allah her birinizden razı olsun.

İYİ Parti iktidarında, Kamu ve özel sektör emekçilerimizi, hak ettikleri bir yaşama kavuşturacağız. Türk emekçileri de, gelişmiş ülkelerdeki emekçilerin çalışma şartlarına sahip olacak. Bizim emekçilerimiz de rahat edecek, bizim çalışanlarımız da geleceğe umutla bakacak. Çalışanlarımızın sağlığını tehlikeye atan iş kazalarının önemli bir bölümü, fazla çalışma sürelerinden kaynaklanıyor. Bu çalışma sürelerinin kısılması, gerekli iş sağlığı düzenlemelerinin yapılması, çalışan sağlığını koruyacağı gibi, işveren ve devlet üzerindeki yükleri de kaldırır. İnsana yakışan iş koşullarının sağlanmasından, işçisi işvereni herkes kazançlı çıkar.

İşte bu yüzden, iktidara geldiğimizde ilk olarak, devletin işverenden aldığı vergileri azaltıp, çalışanlarımız için gelir kaybı yaratmadan, çalışma sürelerini kısaltacağız.

Yeni sanayi devriminin etkilerinin, her sektörde hissedildiği bu otomasyon çağında, Ortaya çıkan yeni çalışma biçimlerini, çalışanların haklarını ve iş güvencelerini tehlikeye atmayacak şekilde hayata geçireceğiz. İşlerin korunmasının zorlaştığı durumlarda, Çalışanlarımızın gelirlerini koruyacak sosyal yardım mekanizmalarını, ve yeni mesleki becerileri kazandıracak uyumlaştırma programlarını başlatacağız. Mavi Bayrak uygulaması ile, çalışanların primlerini düzenli yatıran, vergisini zamanında veren ve işyeri güvenliğini sağlayan işletmelere, vergi ve prim indirimleri gibi, önemli avantajlar sağlayacağız.

Biliyorsunuz, TÜİK işsizlik rakamlarını açıkladı. Buna göre; Türkiye’de işsiz sayısı 456 bin kişi azalmış. Azalmış da, aynı dönemde, istihdam sayısı, yani çalışan sayısı da, 975 bin kişi azalmış. Bu iktidar matematik de bilmiyor. Çalışan sayısı, 975 bin kişi azalırken, işsiz sayısı nasıl oluyor da, 456 bin kişi düşüyor?

Bunlar ne yiyor, ne içiyor bilmiyorum ama, sadece Türkiye’ye değil, bilime de yabancılar. Bu garip rakamlar, basit bir matematik hatası değildir. Bu rakamlar, aklı, bilimi, sağduyuyu emekliye ayıran bu ucube sistemin bir sonucudur. Bu rakamlar, basit bir siyasi propaganda malzemesi değildir. Ülkenin kaderini, bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştıran, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin, hayatımıza kattığı “Yalan Rüzgarı’dır”. Aslında hiçbir şey tesadüf değil. Bunlar 18 yıldır; Temel hakları lütuf, Adaleti bahşiş, Mahkemeleri parti teşkilatı, Hakimleri, savcıları da, emir eri sandılar. Aklı yalan, Bilimi dedikodu, Akademisyeni yandaş, Üniversiteleri de, bina sandılar. Kalkınmayı beton,Hazineyi bakkal defteri, Vatandaşı kul, Kendilerini de, efendi sandılar."