Türkiye’nin birçok yerinde karşımıza çıkan ve genelde sahte şeyh diye tanımlanan merdiven altı küçük tarikatların iddianamelere yansıyan hikâyesini anlatan gazeteci İsmail Saymaz: Bu yapılar güçlerini büyük tarikatlardan alıyor. Menzil, İsmailağa vb. denetlenmeden bu bataklık kurutulamaz.

Merdiven altı tarikatları büyük tarikatlar besliyor

CAN UĞUR

Tarikatlar ve cemaatler kuşkusuz Türkiye’nin en çok tartışılan konuların başında geliyor. Tarihleri çok eskilere dayanan tarikat yapılanmaları günümüzde holdingleşen yapıları iktisadi güçleri hükümetle kurdukları ilişkilerle gündeme geliyor. 15 Temmuz Darbe Girişimi öncesinde FETÖ iktidar ortaklığı ve sonrasında ortaya çıkan karanlık tablo bu yapıların neler yapabileceğini de gözler önüne serdi. Kamu kurumlarının tüm kademesine FETÖ’nün boşalttığı alanlara başka tarikatların yerleştirildiği bilinen bir gerçek. Geçen hafta BirGün Pazar’da gazeteci-yazar Timur Soykan’la ‘Badeci Şeyhin Sır Odası’ isimli kitabı kapsamında tarikat düzenini konuştuk. Bu haftaki konuğumuz ise gazeteci-yazar İsmail Saymaz. Saymaz’ın kitabın ‘Şehvetiye Tarikatı’nda Türkiye’nin birçok kentinde şeyh lakaplı insanların nasıl organize suç örgütü gibi çalıştığı anlatılıyor. Ancak bu tablonun sadece bir kısmı. ‘Sahte şeyh’ ‘meczup’ diye kamuoyuna servis edilen isimler aslında kamu kurumlarının tüm kanallarını işgal eden tarikatlardan alıyor bu güçlerini. Bu insanlara ‘sahte şeyh ’ denilerek büyük tarikat ve cemaatlerin sicilleri temizleniyor ve bu yapılar ‘gerçek Müslüman’ mertebesine yükseltiliyor. Saymaz’la bu yapılarla mücadelenin nasıl olması gerektiğini ve tarikat düzeninin arka planını konuştuk.

>> Kitaptaki istismar vakalarının Anadolu’nun yoksul kesimlerinde daha yaygın olduğu görülüyor. Bu kısımdan başlayalım isterseniz.

Bu kısmı açmak gerek lakin bu köyden kente göç olgusuyla birlikte ele alınması gereken bir mevzu. Aslında kırsal alanlarda tarikatlar kentlerde olduğu kadar güçlü değildi. Örneğin örtünme şehirde olduğu gibi katı kurallara bağlı değildi. Kültürel olarak da bu durum böyleydi. Ancak artık Anadolu’da bu meselenin aşındığını görebiliyoruz. Anadolu’da da dini yaşamın yoğun şekilde hayatın içerisine girdiğini söyleyebiliriz. Bunun da nedenleri var elbette. Tarikatlar yerellerde sosyal yardımlaşma ağı biçiminde hayatlarına devam ediyor. Yerellerdeki kamu yöneticilerinin açtığı yollar ya da tarikatların kamu yöneticilerine diz çöktürebilecek durumda olması beraberinde yereldeki sosyal geçişkenliği artırabiliyor. Somut olarak söylersek holdinge dönüşen tarikatlar yerellerde sosyal itibarın anahtarı haline geliyor. Bir de tabi holdingleşemeyen küçük çapta kalanlar var ama onlar da özellikle Anadolu’da bu açılan gedikten boşluktan yararlanarak büyüme imkânı buluyor.

>> Vakaları incelediğinizde cezaları yeterli buluyor musunuz?

Kitabımda bahsettiğim bazı olaylarla ilgili cezaları fazla bile buluyorum. Ama mesele cezanın niteliği değil. Merdiven altı dediğimiz tarikatlarla anaakım dediğimiz tarikatlar arasında yargısal süreçler aynı işlemiyor. Bunlar arasında ciddi farklılıklar var. Bir taraf açık biçimde kayrılırken diğer tarafta hukuki süreç işletilebiliyor. Benim kitabımda anlattıklarıma ‘sahte şeyh’ deniyor.

>> Diğer şeyhler gerçek oldukları için mi?

Bu mesele çok kritik. Sahte şeyh söyleminin arka planında anaakım dediğimiz tarikatları koruma kaygısı var. Müridiyle yatan kayalığın başına türbe yapıp milleti kandıran isimler bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı’nın muhafazakâr söylemi tarafından ‘sahte’ biçiminde kodlanarak toplumun dışına itiliyor. Marjinalize ediliyor. Bunun nedeni ise ‘gerçek inanç dünyasının sahibi’ olarak gördükleri anaakım tarikatlarının meşruluklarını korumak. Ama şunu da görmek lazım merdiven altı tarikatlar aslında anaakım tarikatların yarattığı ortamdan beslenerek ortaya çıkıyor. Yaratılan karanlığın kendisi aslında anaakım tarikatlar.

>> Somutlayabilir misiniz bu kısmı?

Devlet, Bursa’da müritlerini istismar eden adama 180 yıl ceza veriyor. Cezanın miktarını tartışmıyorum. Ya da Balıkesir’de sahte bir türbe kuran adama ceza veriyor. Yine Çorum’da Aksaray’da benzer cezai süreçler işletiliyor. Ama bunları ‘sahte şeyh’ diye kodladıktan sonra veriyor bu cezaları. Yani meşruiyetlerini bu şekilde ellerinden alarak veriyor. Diyanet’in domine ettiği resmi İslam’ın tabiri olarak sahte şeyh kavramı kullanılıyor. Ama aslı riyakârlık burada başlıyor.

>> Nasıl?

Müritlerini taciz eden, istismar eden Uğur Korunmaz isimli tarikat şeyhine ceza veriyorsun da Sağlık Bakanlığı’nı istismar eden Menzil Tarikatı’na neden ceza vermiyorsun. O devletin sistemini yok ediyor. Kayalığın üzerinde sahte bir ermiş uydurup etrafında insan toplayanlara ceza veriyorsun da neden yanmaz kefen satan nal-ı şerif diye bir peygamber tabanı uydurup bunun üzerinden paralar kazanan Cübbeli’nin önünü açıyorsun bunları cezasız bırakıyorsun. Uğur Korunmaz’a polis gönderiyorsun Fetullahçılara polisi mürid yapıyorsun. Buradaki hukuki ikiyüzlülük çok net. Tam da bu çelişkilere ışık tutmak için aslında bu kitabı yazdım.

>> Tarikat ve cemaatlere yönelik nasıl bir mücadele yöntemi izlenmeli?

İbadet hürriyeti bakımından tarikat ve cemaatlerin yasaklanmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Bunun bir çözüm getirmediği inancındayım. Biz tarikat ve cemaat deyince genelde Menzil ve İsmailağa gibi gruplar geliyor aklımıza. Bunlar sadece İslam’a özgü oluşumlar değil. Hatta sadece Sünniliğe de özgü değil. O nedenle bunun kapsamıyla birlikte düşündüğümüzde yasak fikrinin doğru olmadığını düşünüyorum.

merdiven-alti-tarikatlari-buyuk-tarikatlar-besliyor-616377-1.

>>Öneriniz nedir?

Tarikatların çoğu holdingleşme evresine girdi. Şu an Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ndaki yasağa rağmen büyüdüler ve bu yasaktan da faydalandılar. Artık tarikatlar Yunus Emre’nin Mevlana’nın bir lokma bir hırka felsefesine sahip topluluklar değil. Yüzlerini ahiretten dünyaya çevirmiş durumdalar. Devlet alanını domine etmiş durumdalar.

>> Nasıl mücadele edilecek bunlarla?

Söylüyorum, mürit dediklerimiz müşteriye şeyh dediklerimiz de CEO’ya dönüşmüş durumdalar. Bu düzen kayıt dışı ekonomi yaratıyor. Ben bir öneride bulunuyorum ama tartışalım bunu: Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nu revize edelim. Bu çağda tarikat ve cemaatlerin yasaklanmasının devletin bu eksende uğraşmasını doğru bulmuyorum.

>> Önlerini mi açsınlar?

Hayır denetim yapsınlar. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin araştırmasına göre 2.5 milyon insan var bu bağlantı içerisinde. Böylesi bir nüfusu ve gücü tutuklayamayacağına göre denetlemek zorundasın.

>> Nasıl denetlenecek?

Çok ayaklı bir işleyiş. Birincisi bunlar yasal alana çekilmeli. İtikadî olarak Diyanet tarafından denetlenmeli; yayınları bir kurul tarafından izlenmeli ve denetlenmeli.

>> Şeyh nasıl denetlenecek?

Onların şeyh diye gösterdiği kişi Diyanet’in sınav ya da farklı bir eleme ölçüsüne tabi olacak.

>> Sizce kabul eder mi tarikatlar bunu?

Kabul etmeyenin kapısına kilit vurulacak.

>> Diğer ayakları nedir denetimin?

O da maddi denetim. Tarikatların ticari faaliyetlerinin vakıf olarak düzenlenip bu alanı da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlamak gerekiyor. Vakıf senetlerinde faaliyet alanları sınırlıdır. Yani hangi alanda faaliyet gösteriyorsa o alanla sınırlandırılması gerekiyor. Ben tarikatların sadece yardımcı dini faaliyet alanında kalması gerektiği kanısındayım. Çünkü tarikatın varlık sebebi bu. Asıl işleri inşaat yapmak okul kurmak televizyon açmak olmamalı. Ama hepsinin var. Uluslararası bağlantıları söz konusu. Kamu yararına dernek statüsü kazanmış bunlar. Yine müritlerinin sayısı tarikatların devletin elinde kayıtlı olmalı. Bütün mülkleri yine kayıt altına alınmalı. Faaliyet alanının dışına çıkan tarikatlar ise kapatılmalı. Genel hatlarıyla önerim bu.

>> Etki alanları bu kadar geniş olan yapılar için yukarıdaki önerileriniz ‘çok iyimser’ değil mi, uygulanabilirliği mümkün mü?

Bunu şununla beraber öneriyorum. Sadece Sünniler için söylemiyorum. Örneğin tüm cemevlerinin ibadethane statüsü kazanması gerektiğini ‘dedelerin de dini önder’ olarak statü sahibi olmaları gerektiğinin altını çizerek söylüyorum.

>> Peki demokratik ve sosyal bir hukuk devleti kaynağını rasyonel olmayan olgulardan alan yapılara neden meşruluk zemininde statü versin?

Zaten meşrular. Mücadele et ya da etme ben vakayı tespit ediyorum.

>> O zaman Hitler döneminde ‘gaz odalarını savunuyoruz’ diyenler de o tarih ve mekân bağlamında meşrulardı. Bunlara bir statü verip denetleyelim denebilir miydi?

Aynı şey değil. Bu inanç ve hürriyet alanına giriyor. Ben kimin hangi şeyhe bağlanacağına karar verecek merci değilim. İsteyen istediğine her şeye tapar. Beni ilgilendiren kısmı onun denetimi. Tarikatlar dendiğinde dar bir kesim ya da tipoloji anlaşıldığı için mesele etraflıca tartışılmıyor. Alevisinden Sünni’sine kadar tüm yelpaze içindeki yapılar çerçevesinde bu meseleyi konuşulması gerektiğini söylüyorum. Ben size sorayım, önerin nedir?

>> Tarikat ya da cemaatlerin ortaya çıktığı koşullar var. Ekonomik, politik ve sosyolojik olmak üzere. Devlet bu alanda yeterli adımları atmadığı için orada bu semptomlarla karşılaşılıyor. Konuyu buralardaki eksiklikleri gidermek üzerine kapsamlı biçimde ele almak gerektiğini düşünüyorum.

Bu dediğin kısımlara zaten bir lafım yok buralarda anlaşıyoruz. Kimsesizler Cumhuriyeti kitabımda var bunlar. Ama mesele şu birileri bunlara rağmen hala bir tarikata bağlanmayı arzuluyor.

>> En alt kademeden itibaren nitelikli bir laik eğitim çare olamaz mı?

Bu eğitimi versen de inanıyor. Bence en bilinen tarikatlar ilk aklımıza geldiği için burada bazı noktalar tartışılmıyor. Aslında tarikatlar yasak ama korkunç derecede meşrular. Bazı hastaneleri şeyh denetliyor; Sağlık Bakanlığı yetkilileri değil.merdiven-alti-tarikatlari-buyuk-tarikatlar-besliyor-616376-1.

>> Diyanet İşleri Bakanlığı’nın raporu şu sıralar tartışılıyor. Bir de Diyanet’in kendisinin tarikatlarla ilişkisi düşünüldüğünde bu kısma yorumunuz nedir?

Bu aralarındaki ilişki yeni değil. 1960’lı yıllardan itibaren tarikatlarla Diyanet’in kavgaları meşhur. Özellikle Süleymancılarla-Diyanet’inkiler. Çünkü Süleymancılar kendi Kuran kurslarında imam, vaiz yetiştiriyorlar ve bunun Diyanet eliyle yapılmasına karşı çıkıyorlar. Hatta Diyanet’ten yetişenlere dinsiz mezhepsiz ateist diye itham ediyorlardı. Daha çarpıcı olanı söyleyeyim, devletin başbakanı Binali Yıldırım devletin camisi İsmailağa Camii’ni ziyarete gidiyor ama oranın sahibi olarak tarikat liderini muhatap alıyor. Tablonun çarpıklığını görebiliyor musunuz? Şu an çok tartışılan rapor Mehmet Görmez döneminin raporuydu. Bu bir hükümet krizine dönüşmüştü. Görmez’i bu yüzden görev süresi dolmadan görevden aldılar. Tarikatlar bayram etti. Yerine gelen Ali Erbaş ise tarikatlar için biçilmiş kaftan. Dini bilgisi yetersiz. O kadar yetersiz ki Ramazan Bayramı’na şeker bayramı demeyin diye fetva verdirdi. Hâlbuki bu alana dair biraz okuma yapmış birisi Şeker Bayramı ifadesinin ramazan Bayramı’ndan çok daha eski olduğunu bilir.