BirGün’e yazdığım ilk yazım, bilgisayarın aklına güvenirsek, 24 Şubat 2009 tarihini taşıyor. Aradan altı sene geçmiş. Uzun bir süre. “Köşe”ye sıkı sıkı yapışmışım sanki. Başka türlü bir kültürün nasıllığı üzerine kafa yoralım diyerek başladık. Aklımız erdiğince sanat, kültür, tarih… yazmaya çabaladık. Ancak, yerimizi mülk edinmemek gerek. Biraz fazla uzatmışız gibi… Oysa Yörük genlerim beni en fazla bir ay tutar yerimde. Bir yerlere gitmeden bir ayı geçirirsem, sıkıntı başlar. Rivayet odur ki, Yörük dedelerimden birisi yüz yıllar önce Karamanoğlu bakiyesi Alaiye beylerinin gözü pek bir komutanıymış. Beyle arasında küçük bir anlaşmazlık olunca, toplamış bin çadırlık aşireti, ver elini Akseki. Bir süre sonra oradan ver elini Korkuteli Söbüce Yaylası. Bir zaman sonra yeniden sökün eylemişler Fethiye Girdev Yaylası’na… Artık bana da İstanbul düzü fazla geldi!

Ne demişler, “Dağ sana gelmiyorsa, sen dağa git.” Kucaklaşacak insan azaldıysa, insan aramaya git. Bulamazsan, dön kendinle kucaklaş. Ben de Şükran Kurdakul ve Tahsin Yücel ustalarımın farklı zamanlarda ama aynı içerkli vasiyetini tutmaya karar verdim; yaşayacağın süre azalıp, yazacakların çoğaldıysa, başka işe bakma, yaz! Biraz okumak, biraz yazmak için az biraz uzaklaşıyorum. Ellisinden sonra yazar olunmaz ya, kalemi, kâğıdı ve mürekkebi kandırmaktır muradımız. Eğer vaktinizi boşuna harcattıysam, üzdüysem, kırdıysam affola. BirGün emekçileri izin ve yer verirse, diğer sayfalarda yazıyla selamlaşmak dileğiyle… İlk yazım, son “köşe” yazım olarak aşağıda…

Yannis Ritsos’un dizeleriyle merhaba; “…yarın diyorum, daha da yalın olacağız/ tüm yürekler de, tüm dudaklar da/ aynı ağırlığı edinen sözleri bulacağız./ adıyla anılacak her şey,/ ve ötekiler gülümseyip ‘böyle şiirleri / biz de yüzlerce yazabiliriz” diyecekler /bizim de istediğimiz bu işte./ çünkü şarkımız insanlardan ayrı/ sivrilmek için değil kardeşim insanları birleştirmek içindir şarkımız…/

İnsanları birleştirmek için yazanlara, okuyanlara merhaba.

İnsanları bilgisayarların, fiber kabloların değil, elin emeğinin doyuracağına inananlara merhaba. Elin emeğiyle elma dikenlere, elma devşirenlere, ekmek bölüşenlere merhaba.

Şairlerin bile şiir okumadığı dünyada, sözün yükünü çekenlere merhaba. Sözün gücünü yazının karasında ak edenlere merhaba.

Suskun ve bilge şair Enver Gökçe’yi huzurevinde öldüren Türkiye’ye merhaba. Hırçın ve bilge şair Ece Ayhan’a son nefesine kadar himmet eden Türkiye’ye merhaba.

Söğüt’te devlet kurup, pazardaki satıcıdan vergi almasını öneren Germiyanlı’ya kızıp köpürüp, “kazananın kendi malıdır, ortak mıyım ki bana akçe ver ” diye azarlama naifliğine sahip Osman Bey’e merhaba. Ama ondan önce beyleri bey eden, Anadolu toprağını yurt edinen tüm halklara merhaba. Gelenlere, gidenlere kalanlara merhaba.

Merhaba Diyarbakır’ın Amidası’na, Likya’nın Sarpedon’una, Ani’nin Kral Aşot’una, Horasan’dan göçüp gelenlere, Taptuk Emre’ye kapulanıp Yunus olanlara, Sivas’ta asılıp Pir Sultan olanlara, Boğazdaki teknede mahzun Nazım’a merhaba.

Madenlerde, fabrikalarda, tarlalarda tüm işyerlerinde ekmek yaratanlara merhaba.

Bizim de bir sözümüz var. Sözümüz sözünüzden ne daha ileri ne daha değerli. Sözümüz, şairin dediği gibi, birlikte şarkı söylemek içindir. Dönerse dilimiz, hâlâ ortak hayat demekten mahçubiyet duymamak için, toprak, tarla üretim, sözlerini söylemekten ürpermemek içindir.

Metin Demirtaş’ın “Merhaba” şiirindeki “Merhaba”sı bir daha yaşanmasın diyedir sözümüz;

Merhaba İlhan

İşte Enver Abi’yi de getirdik yanına./ Şu dünyada/ Ayrılık var, ölüm var/ İlle de zulüm var/ Diyen ozanı./ Gülüşünden su içişine kadar/ Halk olan adamı.// Mezarlarınız biraz aralı/ Ama atsan/ Ulaştırırsın herhal sigaranı./ İki gözüm ona iyi bak./ Dünyaya küskün gitti biraz.

Zemheride çiçek açmış/ Acılı, suskun bir topraktır o/ Seslenmezsen/ Merhaba demez./ Hastadır, koluna gir/ Yürüyemez./ Ayakları tutuk// Bağışla İlhan/ Öyle ya/ Senin de kaburgaların kırık.

Haftaya dize; “dağı yoran çokça kendi yokuşudur…”