Almanya’daki ana akım medyaya bakılırsa Berlin’in geçmişteki politikası Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasını kolaylaştırdı. Muhalefetteki merkez sağ partiler CDU ve CSU’nun sözcüleri de, sanki son 16 yılda iktidarda olan onlar değilmiş gibi bu görüşü savunuyorlar. Hatta altı aydır iktidarda olan sosyal demokrat ağırlıklı hükümetin yeşil ve liberal ortakları arasında da bu görüş yaygın. Bunlara göre Ukrayna 2008 ya da 2014 krizlerinde Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya üye olarak alınsaydı, Rusya saldırıya cesaret edemezdi. Ukrayna’da bir "değerler birliği“ olarak tanımlanan bu birlikler içinde batı dünyasının tam demokrat bir üye olarak gelişmesini sürdürebilirdi. Yine bu tezlere göre Rusya‘dan doğalgaz, petrol ve kömür ithalatı, enerji konusunda bu ülkeye bağımlılığa neden oldu. Putin’in enerjiyi silah olarak kullanmasının yolu açıldı.

Dolayısıyla geçmişteki hükümetlerde özellikle başbakan ya da bakan olarak görev almış politikacılardan yapılanların yanlış olduğunu, hata yaptıklarını kabul etmelerini ve özür dilemelerini bekliyorlar. Başta şimdiki Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier olmak üzere çok sayıda politikacı da bunu yaptı.

***

Tabii yapmayanlar da var.

Bunların başında eski Başbakan Gerhard Schröder geliyordu. Başbakanlığı döneminde Putin’le yakın ilişkiler kuran, onu „tertemiz bir demokrat“ olarak tanımlayan Schröder, siyaseti bıraktıktan sonra Rusya’nın enerji şirketlerinin yönetiminde yer alarak büyük paralar kazanmaya başlamıştı. Bir dönem Almanya sosyal demokrasisinin en tepesinde yer alan bu politikacının ağzından hiçbir zaman Rusya’yla ilişkilerde hata yapıldığına dair bir söz çıkmadı. Ukrayna’ya saldırısını eleştirme ve kınama konusunu uzun süre bekletti, tabii bu arada Rus şirketleriyle ilişkisini koparmayı reddetti. Bütün bunların karşılığı ağır oldu. Kendisine özel bir kararla eski başbakanlara sağlanan imtiyazlardan bir bölümü geri alındı, birçok derneğin, kulübün üyeliğinden atıldı, ödülleri iptal edildi, bazılarını kendisi geri verdi. Partisi SPD’den (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) de çıkarılması için başlatılan işlemlerin son aşamasına gelindi. Schröder bu arada Rusya’nın saldırısını "uluslararası hukukun ihlali“ olarak değerlendirdi ve Rus şirketleriyle ilişkilerini kesmeye başladı, ancak bunların son aylarda yaşadığı "itibar kaybı“nın etkisini gidermesi mümkün değil.

Birkaç gün önce bu "özür dilemeyen“lere Schröder’den sonra başbakanlık koltuğuna oturan ve 16 yıl boyunca önce sosyal demokratlar, sonra liberaller ve sonra yine sosyal demokratlarla ortaklıklar kurarak Almanya’yı yöneten Angela Merkel katıldı. Görevi devrettikten sonra uzun bir tatile çıkan Merkel, aradan geçen altı ay boyunca sessiz kaldı. Bu arada partisi CDU’nun (Hıristiyan Demokrat Birlik) yönetimi değişti. Önce CDU’nun, sonra da "kardeş parti“ CSU’yla (Hıristiyan Sosyal Birlik) oluşturduğu merkez sağ birliğin başına geçerek, ana muhalefet liderliğini üstlenen eski rakibi Friedrich Merz’in kendi dönemine ilişkin eleştirilerine yanıt vermedi.

Altı ay boyunca o da Schröder kadar olmasa da Rusya’yla ve lideri Putin’le ilişkileri, enerji konusunda Rusya’ya bağımlılık nedeniyle suçlandı. Ukrayna’nın AB ve NATO üyeliğine karşı çıktığı için yaşananların sorumluları arasında görüldü.

***

Ama bu sessizliğin altı ay süreceği biliniyordu. Merkel, görevi devrederken altı ay boyunca konuşmayacağını duyurmuştu.

Sonunda konuştu ve kendisinden "hata itirafı“ ve "özür“ bekleyenleri hayalkırıklığına uğrattı.

Televizyonda yayınlanan bir söyleşide başta bu konu olmak üzere birçok konuda açıklamalarda bulunan Merkel, elbette Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını "uluslararası hukukun çok ağır bir ihlali“ olarak değerlendirdi. Ancak Almanya’nın Rusya politikalarının doğru olduğunu savundu.

Ukrayna’nın AB ve NATO üyeliğine karşı çıkışının hata olmadığını savunan Merkel, bunu gerekçelendirirken Putin’in göstereceği tepkiye, batı ittifakının birlik olmamasına dikkat çekti. En önemlisi de o dönemler Ukrayna’nın yolsuzluklar içinde yüzen, para babası oligarklarca yönetilen bir ülke olduğunu hatırlattı.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Avrupa’da yeni bir güvenlik sistemi yaratılmadığını hatırlatan Merkel, batıdaki "demokrasiyi yanlış bulan“ Putin‘in yönetimindeki Rusya’yla birlikte yaşam için en azından bir "modus vivendi“nin (geçici barış) gerekliliğine işaret etti. Sorunların çözümü için diplomasinin önemini vurguladı ve "sonuç olumsuz oldu diye diplomatik çabaların yanlış olduğu söylenemez“ dedi.

Her zaman ülkesinin çıkarları için çalıştığını vurgulayan Merkel, "gerçekleri ve güç dengelerini göz önünde bulundurmalıyız“ diyerek dolaylı yoldan savaşı "Ukrayna’nın zaferi“yle sonuçlandırmayı hedefleyenlere de yanıt verdi.

Merkel’in bu açıklamalarına siyasilerden bir tepki gelmedi, ancak medyadaki yorumlar bu konuda bir "hayal kırıklığı“nın yaşandığını gösteriyor. Tepkiler Schröder’de olduğu gibi ağır değil. Açıklamaları sırasında ve tabii geçmişte Putin’i açıkça eleştirdiği için "Rusya yanlısı“ damgası da vurulmuyor. Ancak yaygın kampanyanın bir parçası olmadığı için bir bedel ödemek zorunda kalabilir.

***

Merkel hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev alan ve partisinin seçimi kazanmasıyla başbakanlığı ondan devralan Olaf Scholz’a yönelik kampanya bunun işaretlerini taşıyor. Rusya’yı ağır bir dille kınadı, Rusya’ya yönelik yaptırımları destekledi, milyarlarca euro para yardımında bulunduğu Ukrayna’ya silah ve cephane vermeyi de kabul etti. Ama diğer yandan Putin’le görüşmeye, telefonlaşmaya devam ettiği için ağır eleştiriler almaya devam ediyor. Çok değil geçtiğimiz yıl „Avrupa Birliği içindeki demokratik ilkeleri tanımamak“la suçlanan Polonya hükümetinin başındaki Başbakan’ın „Hitler’le, Stalin’le, Pol Pot’la da görüşür müydünüz?“ demogojisine hedef oluyor.

Merkel, önümüzdeki dönemde ne yapacağına henüz karar vermedi. Ancak son açıklamalarından sonra, başbakanlık dönemindeki itibarından hareketle ona uluslararası alanda önemli ve sembolik bir görevi layık görenlerin elinin zayıfladığını söyleyebiliriz.