Merkel’siz yeni Almanya’da Ankara’yı zorlu bir süreç bekliyor. Yeşiller’in olduğu bir koalisyon hükümetinde Türkiye’ye eleştiriler daha da artacak.

Merkel’siz dönem Ankara’yı zorlar

NAMIK ALKAN

Almanya'da Maliye Bakanı Olaf Scholz liderliğindeki Sosyal Demokratlar'ın 2005'ten bu yana ilk kez bir seçimden zaferle ayrılmasının yankıları sürerken koalisyon çalışmaları da başladı. Angela Merkel yönetimindeki 16 yıllık CDU/CSU saltanatının sona ermesinin iç politikadan dış politikaya pek çok alanda bir takım değişimlere yol açacak. Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Sinem Kocamaz ile Merkel’siz Almanya’yı konuştuk.

-Almanya’da seçimler yapıldı ve 16 yıllık Merkel dönemini sona erdi. Seçim sonuçlarına göre SPD veya CDU’nun liderliğinde yine bir koalisyon hükümeti kurulacak. Almanya seçimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Almanya’da gerçekleşen seçimler on altı yıllık Merkel iktidarının ardından AB’nin geleceği ve Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından oldukça önemli bir gündem konusu. Seçimlerden % 25.9 oy oranı ile birinci parti olarak çıkan Sosyal Demokratlar’ın Yeşiller ve Hür Demokratlar ile koalisyon hükümeti kuracakları söylenebilir. Önemli olan soru ise Sosyal Demokrat koalisyonunun Almanya ve AB açısından neleri değiştireceği. Öncelikle Angela Merkel, AB’yi en zor krizlerde ( Eurozone krizi, mülteci krizi, Brexit, covid-19 vs.) bir arada tutan, AB projesinin dağılmasına izin vermeyen ve her anlamda AB’ye liderlik yapan bir lider profili çizmişti. Sabırlı, rasyonel, disiplinli ve itidalli politikalar sürdüren Merkel, Eurozone krizinde kurtarma fonlarının oluşturulması ve AB’nin kurumsal yapısının yenilenmesi, Brexit sonrası istikrarın sürdürülmesi, mültecilere kapıların kapatılmaması gibi kritik konularda gösterdiği performansla Birlik projesinin devamlılığını sağlamayı başardı. Bununla birlikte Putin ve Trump gibi liderlere karşı da kendi politikalarını uygulama konusunda gösterdiği kararlılık, çok taraflılığın (G-7 Zirvesi gibi) korunmasını, transatlantik ilişkilerin krize savrulmamasını sağladı. Başkan Trump’ın Kuzey Akımı projesi ve NATO içerisinde savunma harcamalarının arttırılması gibi konularda Merkel’i ne kadar zorladığı düşünülürse transatlantik ilişkilerde devamlılığın sağlanması adına Merkel’in soğukkanlı politikaları önemli olmuştur. Bu çerçevede Merkel sonrası AB içerisinde bir liderlik krizi yaşanması söz konusu olabilir. Zira Macron, AB’ye liderlik etmek anlamında hem ekonomik performansı hem liderlik özellikleri değerlendirildiğinde Merkel’in performansıyla boy ölçüşebilecek profilde değil. Bu boşluğun Sosyal Demokrat liderliğindeki koalisyon hükümeti tarafından doldurup doldurulamayacağını zaman gösterecek ancak AB’nin içinde bulunduğu krizler ve sorunlar düşünüldüğünde yeni hükümetten beklentiler fazla ve Merkel’in yerini doldurmak kolay olmayacaktır.

- Merkel sonrası dönemde Türkiye-AB ve Türkiye-Almanya ilişkileri nasıl etkilenir?

Türkiye-AB ilişkilerine gelince Merkel, Türkiye ve AB arasında yaşanan tüm sorunlara rağmen (mülteci krizi, Doğu Akdeniz sorunu, Türkiye’nin demokrasi konusunda sergilediği performans gibi) iki taraf arasında iplerin kopmaması açısından oldukça önemli bir faktör olmuştu. Özellikle Doğu Akdeniz’de yaşanan kriz bağlamında Yunanistan ve Fransa’nın Türkiye’ye uygulanması konusunda ısrar ettikleri yaptırımların önüne geçilmesinde Merkel etkisi açıktır. Yaşanan tüm sorunlara rağmen Merkel, Türkiye’nin önemli bir ortak olduğunun altını çizmiştir. Sonuçta hem mülteci sorunu hem de terörle mücadele gibi konularda Türkiye, AB açısından önemli bir ortak olmaya devam etmektedir ve Türkiye ile pozitif gündemin devam ettirilmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüş ayrılıklarına rağmen Merkel yönetiminin AB üzerinde etkin ve ısrarcı olduğu göz ardı edilemez. Bu bağlamda yeni hükümet döneminde Türkiye mevcut sorunlar üzerinde Merkel yönetimine göre daha fazla zorlanabilir. Zira Yeşiller’in içerisinde olduğu bir koalisyon hükümetinde Türkiye’ye karşı eleştirilerin de artması ihtimaller içerisindedir. Yine de mülteci sorunu, Afganistan’dan kaynaklanan mülteci dalgası ihtimalleri ve jeostratejik konumu düşünüldüğünde Türkiye gözden çıkarılmayan bir ortak olmaya devam edecektir. İlişkilerdeki gerilimin dozunu Türkiye’nin demokrasi konusundaki uygulamaları, pozitif gündem konularında devamlılığın sağlanabilmesi gibi unsurlar belirleyecektir.

merkel-siz-donem-ankara-yi-zorlar-926611-1.
Doç. Dr. Sinem Kocamaz

- Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri son dönemde nasıl bir seyir izliyor? Yaklaşık 19 yıllık AKP iktidarı döneminde AB ile ilişkiler ve AB üyelik sürecinde kırılma noktaları neler oldu?

-AKP iktidarı döneminde AB ile pek çok sorun ve kırılma yaşanmıştır. AKP iktidarının ilk yıllarında Türkiye reform paketleri, AB yolundaki kararlılığı ve isteği ile ilişkilerin olumlu bir zeminde gerçekleşmesini sağlamasına rağmen Arap Baharı ve peşi sıra yaşanan Suriye iç Savaşı bununla birlikte giderek otoriterleşen AKP iktidarı ilişkilerin gerilmesine neden oldu. Arap Baharı Türkiye’nin Ortadoğu’da daha fazla rol oynama isteğini, stratejik derinlik doktrinini peşi sıra Batı’da da eksen kayması kaygısını beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla ilk önemli kırılma olarak Türkiye’nin enerjisini, Batı ile ilişkiler yerine Ortadoğu’ya yöneltmesi olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte 2013 yılında Suriye iç Savaşı’nda ABD ve Avrupalı liderler Suriye politikalarını değiştirirken Türkiye’nin Suriye konusunda Batı’dan ayrışan politikaları da Batı ittifakında memnuniyetsizlikle karşılanmıştır. Bu dönemde iktidar, iç politikada otoriterleşme eğilimini arttırmış; yargı bağımsızlığı, gazetecilerin tutuklanması, hak ve özgürlükler alanındaki sınırlandırıcı uygulamalar AB’nin Türkiye’yi daha fazla eleştirmesine neden olmuştur. Ancak AB ile ilişkiler açısından en büyük hasar 15 Temmuz darbe girişimi ile yaşanmıştır demek yanlış olmayacaktır. AB liderlerinin darbe girişiminden sonra Türkiye’yi yalnız bırakan tavırları Türkiye’de önemli bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bununla birlikte, darbe girişiminin peşi sıra yaşanan OHAL dönemi uygulamaları karşılıklı olarak ilişkilerin yıpranmasına neden olmuştur. Bu dönemde AB Türkiye’ye olan eleştirilerini arttırmış, Türkiye’nin üyelikle ilgili isteğinin ve kararlılığı da giderek azalmıştır. Yaşanan bu zorluklar üyelik sürecinde daha fazla zorluk yaşanmasını beraberinde getirmiştir.

Bu çerçevede üyelik sürecinde gelinen olumsuz noktada en önemli iki faktörün altı çizilebilir. Bunlar; Türkiye’nin demokrasi konusundaki giderek kötüleşen performansı ve AB’nin süreci siyasallaştırarak başka üyelerine uygulamadığı kriterler ve standartları Türkiye’den beklemesidir. Güncel problemlere bakıldığında ise mülteci krizi konusunda yaşanan anlaşmazlıklar ve Doğu Akdeniz’de yaşanılan kriz son dönemin önemli sorunları olarak nitelendirilebilir. Bütün bu krizlerin arka planına AB içerisinde giderek güçlenen ve yabancı düşmanlığını körükleyen radikal sağ partilerinin etkisini de eklemek gerekir. Ayrıca Fransa ve Yunanistan gibi Türkiye ile ikili ilişkilerinde problem yaşayarak Kıbrıs-Doğu Akdeniz gibi sorunları AB’ye yansıtan ülkelerin de rolünü unutmamak gerekir.

- Bu krizler nelere yol açıyor?

Bütün bu krizler ve sorunlar üyelik sürecinde yol kat edilememesine neden olmuş, taraflar pozitif gündem çerçevesinde Gümrük Birliği’nin yenilenmesi, mülteci sorunu ve vize serbestisi gibi işbirliğinin öne çıkabileceği konular üzerinden yürütmeye karar vermişlerdir. Ancak pozitif gündem de siyasi sorunlardan ve krizlerden etkilenmektedir. Özellikle Yeşil Mutabakat ve dijitalleşme gibi konuların AB ajandasında daha fazla yer aldığı konjonktürde Türkiye’nin de bu konulara ağırlık vermesi işbirliği imkânlarını arttıracak formüller oluşturabilir. Ancak üyelik sürecinin pozitif anlamda devam etmesi için Doğu Akdeniz, Kıbrıs gibi çetin konular Türkiye’nin demokrasi konusundaki performansı gibi mevcut sorunlar hala devam etmektedir. Bununla birlikte tarafların sorunlar yerine işbirliği yapılabilecek teknik konulara odaklanmaları temel sorunlar çözülene kadar ilişkilerin sürdürülmesini yardımcı olacaktır.

- Türkiye’nin dış politikası son yıllarda ABD ve Rusya arasında gidip geliyor. Biden’in seçildikten sonra ABD ile işbirliği imkânları arayan Türkiye, bu hedefini gerçekleştirebilmiş değil. ABD’de Biden’den randevu alamayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdi Putin ile 29 Eylül’de yapacağı görüşmeyi daha fazla önem atfediyor. Siz Türkiye’nin bu değişken dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerde uzun süredir pek çok sorun yaşanmakta. S-400 konusu, Suriye iç savaşı gibi önemli konularda zorluklar yaşayan iki taraf, özellikle Biden’ın Ermeni soykırımı ifadesini kullanması ardından oldukça gerilimli hale gelmişti. Trump döneminde yaşanan sorunlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Trump arasındaki ikili ilişkiler aracılığıyla çözülebiliyordu ancak Biden yönetimi ile birlikte bu zemin ortadan kalkınca ilişkilerde gerilim de artmıştır. Bununla birlikte Afganistan sorunu, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi Türkiye ve ABD arasında yeniden bir yumuşama vesilesi yaratacak bir faktör olabilir mi diye düşünülürken Biden ile yaşanan randevu alamama krizi gözlerin 29 Eylül Putin-Erdoğan görüşmesine yönelmesine neden oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’dan ikinci S-400 partisini alınacağını söylemesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Ancak Rusya ile örtüşen komşu bölgelerde yaşanılan sorunlar (Karadeniz, Suriye, Kafkaslar) Türkiye ve Rusya’nın uzun vadede problem yaşamasına neden olabilecek konu başlıkları ve genel anlamda Batı’nın ve ABD’nin yerine Rusya’nın konulabileceği inancı rasyonel politikalarla örtüşür nitelikte değil. Türkiye genel olarak AB ve ABD ile sorun yaşadıkça Rusya ile ilişkileri öne çıkarmaya çalışsa da aslında bu zik zaklar NATO ve AB ile daha fazla sorun yaşanmasını beraberinde getiriyor. Dolayısıyla Rusya ile ilişkiler formüle edilirken ticaret, enerji gibi konularda işbirliği yapmak ve Suriye konusunda yapılması gerekenler çerçevesinde ortak platformlar oluşturmak gibi ortaklıklar elbette yararlı olacaktır. Ancak Rusya, Batı ittifakının yerine konulabilecek bir alternatif olmaktan oldukça uzak. Zira ortak bölgeleri domine etme isteği, iki aktörün daha yakın müttefik ilişkileri oluşturmaları yönünde büyük bir engel. Bu çerçevede Türkiye kafa karıştıran ve Batı ittifakında kafa karışıklığı yaratan politikalardan uzak durmalı diye düşünmekteyim.