Merkez sağ ve sol partilerin kitlelerden kopması, egemen sınıfların çıkarlarını gütmekten halkın taleplerine eğilmemesi, alt tabakalara hitap eden Wilders hareketine güç sağlıyor. Peki, neofaşizme karşı nasıl bir mücadele hattı izlenmeli.

‘Merkez’in yanlışları aşırı sağı besliyor

HAZIRLAYAN: ZAFER AYDOĞDU

Hollanda’da 15 Mart 2017’de yapılan seçimler bir bakıma tarihi dönüm noktası veya kırılma noktası olarak tarihe geçti. Hiç bu kadar kitlesel desteği arkasında bulamayan faşist hareket, ilk defa Wilders yapılanmasıyla birlikte kitleselleşerek iktidara talip oldu. Yeni ırkçı partilerin kurulması ile bir ara gerilediği düşünülen Özgürlük Partisi-PVV, 2021 seçimlerine doğru yol alınırken tekrar atak yapmış bulunuyor. Popülist hareket olarak tanımlanan Wilders hareketinin söylemi ve üslubu alışılmışın dışında. Alt tabakaların diliyle hitap etmesi, elit ve düzen içinde hareket eden partileri zor duruma sokuyor. Gerek orta-sol ve sağ olmak üzere birçok parti, kitlelerden kopmuş (elit ve bürokratik olmuşlar), sürekli krizlerin gölgesinde egemen sınıfların çıkarlarını gütmekten, halkın taleplerine eğilmiyor. Sivil toplum ve sendikal örgütlenmelerin de zayıflaması önemli bir etken.

Ekonomik pozisyonu çok zayıf olan, krizde ve yapılan kısıtlamalarla birçok kazanılmış hakkını kaybeden kitleler, orta-sol ve sağ partileri, içinde bulundukları durumdan sorumlu tutuyorlar. En son liberaller ve sosyal demokratların birlikte oluşturdukları koalisyon döneminde (2012 – 2017), ülkeyi krizden kurtarma adına, tarihin en acımasız kısıtlamaları yapıldı. Bir bakıma 2008’de başlayan finans krizinin faturası yoksul, dar gelirli kitlelere ödetildi. Hem de sosyal demokrat bakanlar aracılığıyla, sosyal devlet tırpanlandı, arta kalanlar da ortadan kaldırıldı. Kitleler “sol” tarafından ihanete uğradıkları algısına kapıldı ve topluca sağa yöneldi. En büyük sol parti olan, İşçi Partisi’nin-PvdA 2012 seçimlerinde elde ettiği 39 milletvekili 2017’de 9’a düştü. Sol halen içine düşmüş olduğu krizden bir türlü çıkamadı.


SOLUN BOŞLUĞUNU FAŞİSTLER DOLDURUYOR

Hâlihazırda varolan partilerin bıraktıkları boşluğu dolduran PVV (laik ve sol söylemleri de kullanarak) emekçi kitlelerin tercihi olduğunu ifade ediyor. Oysa özünde ırkçı-milliyetçi ve şoven bir parti olarak farklı uluslardan oluşan Hollanda işçi sınıfının gündemini çalıyor. PVV asla hiçbir şekilde toplumsal ve siyasal sorunlara cevap vermiyor. Bugüne kadar savunduğu söylemlerle toplumun hiçbir sorununu çözecek önerilere ve fikirlere sahip değil. Geniş yelpazeyi içinde barındıran sol bir hareketin yaratılamaması, PVV’nin başarılı olmasının önünü açıyor. PVV seçmenlerinin birçoğunun bir zamanlar sosyal demokrat veya sol partilere oy verdiği göz önünde bulundurulacak olursa, bu kitlelerin neden sağa savrulduğu sorusunu sormak gerekiyor. Kuşkusuz bir diğer etken de, klasik anlamda demokrasilerin sönmesidir. Depolitizasyon seçmenlerin katılımını olumsuz etkilemekte. Sol partilerin kadroları genellikle yaşlı kuşaklardan oluşmakta. Bu seçmenler içinde geçerli.

Toplumun en alt tabakasını oluşturan kitleler bir taraftan ülkelerinin etnik veya inançsal olarak değişmesini diğer taraftan da içinde bulundukları sosyal koşulları anlamakta zorlandıkları için, onların sorularına çok basit cevap veren Wilders’e sempati duyuyor. Şehirlerin demografik yapısının değişmesi, ayrıca sosyal ve iktisadi sorunları da beraberinde getirmesi, birçok kesimi rahatsız ediyor. Hele de bu kesimler göçmenlerle aynı toplumsal ve sınıfsal konuma sahipseler. Aynı mahallelerde ve varoşlarda oturuyorlarsa komşu olarak. Birlikte yaşamanın önü kesilince (ekonomik kısıtlamaların da etkisiyle), kitleler hızla orta-sol ve sağdan uzaklaştı. İzlenen göçmen politikasının ve kitlelere aktarılma tarzının yanlışlığını da göz önünde bulunduracak olursak, Wilders gibi bir şahsın neden başarılı olduğu daha iyi anlaşılacak. Wilders aynı zamanda AB’ye karşı milliliği ve yerliliği savunuyor. Belçika’nın Hollandaca konuşan kesiminin Hollanda ile birleşmesini talep ediyor. Ayrıca popülist politikaları da savunuyor; Bazı vergilerin azaltılması veya kaldırılması, emeklilik yaşının aşağılara çekilmesi gibi.


HOŞGÖRÜ GELENEĞİ ARTIK TARİHE KARIŞTI

Diğer önemli bir tespit ise göçmen kitlelerin paralel birer toplum olarak yaşamaları, kendi dünyalarını yaratmaları. Yerliler ve yabancılar arasında kaynaşmanın veya kültürel buluşmanın olmaması, halihazırda var olan önyargıları güçlendiriyor. Sosyo-ekonomik sorunların da artmasıyla ve ayrıca Fortuyn gibi kimselerin de alenen farklı din ve kültürden insanların inanç ve kültürlerini eleştirmeleri, Wilders başta olmak üzere bir sonraki kuşak politikacıların önünü açtı. Hollanda toplumunda öteden beri varolduğu iddia edilen hoşgörü geleneği, tarihe karışmış ve artık hayalet hapsedildiği şişeden çıkmış ve bir daha da şişeye dönmeyecek. “Entegrasyon sorunları”ndan doğan hoşnutsuzluklardan ötürü, ırkçı partiler sürekli olarak sol partileri suçluyor. Yabancılara sert davranmadıkları, oysa onların tarihi değerlere uymadıklarını, bu konu ile alakalı olarakta sol veya sosyal demokratların çok yumuşak davrandıklarını, ileri sürüyor PVV ve çevresi. Kuşkusuz yabancılara hep pederşahi bir nazardan bakılıyor. Söz konusu bakış açısının temelinde yatan tavır, Hollanda’nın sömürgecilik geçmişinden kaynaklanıyor. Üst perdeden takınılan bir tavır bu. Diğer bir tabirle, ‘biz bu ülkenin yerlileriyiz, siz yabancılar bize tabisiniz ve kurallarımıza uymak zorundasınız, bizi dinlemezseniz, çekip geldiğiniz yere gidersiniz’.

Son 10–15 yıl zarfı içinde çıkan birçok sert yasa ve yöneltmeliklerin temelinde bu bakış açısı yatıyor. Bir bakıma ırkçı söylem ve eleştirilerin önüne geçme adına, sol ve sağda birçok parti üsluplarını değiştirerek, izledikleri politikalara bu tarzı taşıdılar. En son olarak Hollanda başbakanın söylemleri veya soldan Ahmed Aboutalep gibi (Rotterdam’ın İşçi Partili, Fas-Müslüman kökenli belediye başkanı) kimselerin sert ve ötekileştiren tavırları, Wilders’in ekmeğine yağ sürüyor. Bazı göçmen kökenli vekillerin kendi asıllarını inkâr eden politikalar izlemeleri ve tavır takınmaları, solu daha da sağa yaklaştırıyor. Etnik ve inanç temelli ayrışmalar körükleniyor. Bugün, Müslüman ve Türkiyeli kitlelerin bir bölümü ‘Denk’ adlı (Faslıların ve Türklerin oluşturduğu) partiye oy veriyorlar. Genellikle sınıfsal konumlarından dolayı sol partilere oy veren bu kesimler, artık soldan uzaklaşmış bulunuyorlar. Bu durum ırkçı sağı daha da güçlendiriyor.
Tüm bu gelişmeler Wilders’i engelleme şöyle dursun, daha da cesaretlendirmiş ve yavaş yavaş bu faşist hareketi iktidara taşıyor. Wilders iktidarda olsun ya da olmasın, her zaman Hollanda siyaseti üstünde bir gölge, etkileyici faktör, olarak devam edecek. Örnek olarak, 2010 – 2012’de kurulan kabinede dışardan destek vererek, birçok ödün almış ve etkili oldu. Bu program halen uygulanıyor. Önümüzdeki dönemde başta Türkiyeliler olmak üzere diğer tüm etnik unsurlara bunun etkileri yansıyacak.

Liberal Parti’den (VVD) doğan Wilders hareketi, nur topu gibi yeni bir hareketin de doğuşunu tetikledi: ‘Thierry Baudet ya da Boreal bir hareket olarak Demokrasi için Forum (FVD) partisi.’’ Hyperoborea, Ultima Thule veya Kuzey Atlantik toplumu gibi (Cermen mitleri), bunlar daha esoterik ve felsefi ırkçı, üstün beyaz ırk teorilerinin yeniden hortlatan yapılanmalar. Bugün Hollanda’da bu tür yapılanmaların, fikir özgürlüğünü sömürerek, İslam düşmanlığını hortlatması, aslında yeni bir antisemitizm, ırkçı ve faşist yapılanmanın ortaya çıkmasını sağlıyor. Söz konusu bu son hareket, daha ince ve entelektüel bir bakış açısıyla sağ ve ırkçı hareketin hacmini genişletiyor.

merkez-in-yanlislari-asiri-sagi-besliyor-839832-1.

***

Faşizme karşı ne yapmalı?

Geert Wilders ile mücadele sadece onun argümanlarını ortadan kaldırmakla olmaz. Çünkü asıl Wilders’ı besleyen toplumsal ortamdır. Wilders hareketini izole etmek ve dışlamak da çözüm değil. Böyle bir tavır kendisinin (ki zaten öyle yapıyor) mağdur olduğunu (ötekileştirildiğini vs.) ileriye sürecekt. En azından böyle bir algı kamuoyunda oluşacak. Wilders’in ortaya çıkışı, hem kişisel hem de siyasal mağduriyet algısından ötürü. Ailesinin geçmisi sömürgecilik
yılları ile alakalı. Endonezya’yı terk etmek zorunda kalan varlıklı ve idareci konumdayken Hollanda’ya döndüklerinde zor koşullarda yaşayan bir ailenin mağduriyet hikayesine dayanıyor. İslamla sorunu biraz da şahsi bir travmanın neticesi. Bir tarafının Musevi kökenli, diğer tarafının da Hollandalı olması, siyah saçlarını sarıya boyaması, onun adeta psikolojik bir vaka olmasını sağlıyor. Gençliğinde sosyalist harekete mensup olması ve daha sonra da VVD saflarında parlaması, Wilders’in karakterini oluşturuyor. Siyasal söylemlerinde bu “melez’’ ideolojiyi görmek mümkün. Yıllardır uygulanan neo-liberal politikalardan dolayı yoksullaşan kitlelerin mağduriyeti ile kendi mağduriyetini bir noktada birleştirerek aslında neo-liberal düzeni kurtarıyor. Faşist hareket enternasyonal tarzda örgütleniyor. Fransa’da,

Avusturya’da, Almanya’da, Hollanda’da, Macaristan’da, Bulgaristan’da; kısacası bilumum Avrupa kıtasında, yeniden örgütlenerek serpilip gelişmekte. Söz konusu neo-faşizm kendisini kamufle edebilmek için fikir özgürlüğü arkasına sığınarak, yabancı karşıtı bir söylemle, Batı-Avrupa’da Müslüman kitlelerin sayısının görece çok olduğu ülkelerde kitleleri harekete geçiriyor. Malum 11 Eylül ve sonucunda ABD’nin yaratmış olduğu süreci de sonuna kadar sömürerek Avrupa’da eski hayalet yeniden hortlatıldı. Pim Fortuyn’ün, “artık cin şişeden çıktı’’ dediği şey, aslında faşizmdi. Şimdilerde gerek Wilders’in gerekse Baudet’in dilinden düşmeyen söylemlerle yeniden canlanıyor. Ötekileştirme süratle devam ediyor. Sistematik, yapısal bir hal alıyor. En son vergi dairelerinin son 10 yıldır bazı göçmen grupları (Faslı ve Türkiyeli), çocuk bakımları için verilen ödeneklerde yolsuzluk zannı altında bırakarak (fişleyerek), on binlerce aileyi mağdur etmesi, Hollanda gibi demokratik bir ülke için açıklanamaz bir vaka. İktidar partileri bu suça sahip çıkmazken, bilinmektedir ki, tüm bu olaylarda PVV’nin yükselişinin doğrudan etkisi bulunuyor. Çünkü bu hareket iktidarın resmi olmayan ortağı, ikizidir!