Almanya’da politik duruşlarını uzun bir süre “iklim krizi” teması üzerine kuran Yeşiller, bu anlayışın başarısız olduğunun görülmesi ve parti içerisindeki güçlü realist kanadın da baskısıyla periferden merkez siyasete doğru yolcuklarına başladı

Merkez siyasetin rota arayışı: Yeşiller

ÖZGÜR ÇOBAN

Almanya’da 2021’de yapılması planlanan genel seçimler öncesinde sık sık anketler yayımlanıyor. Bu anketlerde genel olarak, Hıristiyan Birlik’in (CDU/CSU) yüzde 28, Yeşiller’in yüzde 23, neofaşist parti AfD’nin yüzde 15, Sosyal demokratların yüzde 14, Sol Parti’nin yüzde 8, liberallerin ise yüzde 7 civarında oy alacağı tahmini yer alıyor. Burada en dikkat çekici nokta Yeşiller’in bir önceki seçime göre oylarını yüzde 14 civarında artıyor oluşu.

Bu tabloya ilişkin tartışılacak çok şey var; mesela sosyal demokratların durdurulamaz tükenişleri ve neredeyse neofaşistlerin bile gerisinde kalıyor olmaları, Sol Parti’nin neden ivmelenemediği vs. ama biz bu makalede Avrupa merkez siyasetinin hızla yeşile boyanıyor olmasına ilişkin bir şeyler söylemeye çalışacağız.

Yeşil siyaset ana hatlarıyla, ekolojik ve çevresel amaçlara önem veren, şiddet karşıtlığını, toplumsal adaleti savunan, katılımcı demokrasi üzerinde biçimlenmiş bir ideoloji olarak tanımlanıyor. Tabii uzunca bir süredir devam eden iktidar yolculuğu sırasında Yeşiller’in Almanya’nın dışarıya asker göndermesine ilişkin tezkereleri desteklemeleri, sosyal adaleti ve çalışma barışını dinamitleyen meşhur 2010 Ajandası’na imza atmaları nedeniyle “şiddet karşıtlığı” ve “toplumsal adalet” ilkelerinden bir hayli ödün verdiklerini de burada belirtmek gerekiyor.

Almanya’da politik duruşlarını uzunca bir süre “iklim krizi” teması üzerine bina etmeye çalışan Yeşiller, bu anlayışın başarısız olduğunun görülmesi ve parti içerisinde en güçlü kanat olan realistlerin de baskısıyla periferden merkez siyasete doğru olan yolcuklarına başladı. Söz konusu askeri ve sosyal ajandalara destek vermeleri bu yolculuğun işaret fişekleriydi. Esasında bu yaklaşımın parti içerisinde “iktidarı hedefleyenler” açısından faydalı olduğu görüşündeyim. Örneğin, bundan birkaç yıl önce Başbakan Merkel, sivil nükleer enerji üretimine 2022’de tamamen son verileceğini açıklayarak, Yeşiller’in en güçlü politik argümanını elinden almıştı. Bu nedenle merkez siyasete yerleşme çabaları bu tip çıkmazların en az hasarla atlatılması açısından başarılı bir hamle olarak yorumlanabilir. Yeşiller bu şekilde sosyal demokratlar ve muhafazakârlar gibi geleneksel partilere karşı radikal tutumları olmayan ideal bir protesto alanı haline geldiler.

Politikanın gündemi değişiyor

Gelelim en önemli soruya: Peki merkez siyasetin böylesine yeşillenmesinin sonuçları ne oldu? Bana göre en önemli sonucu, Yeşillerin bu yükselişleriyle merkez siyasetin geleneksel partilerini rota konusunda karar vermeye zorluyor oluşu. Avrupalı merkez partiler bir süredir neofaşist/ırkçı sloganlar atıyor, oy kaygısıyla faşist partilerin yörüngesinde konumlanmaya çalışıyorlardı. Esas mesele, AB ülkelerinde bir sonraki seçimlerde muhtemelen genç iklim aktivisti Greta Thunberg’in kuşağından olanlar oy kullanacak. Tam da bu noktada, merkez siyasetin bu büyük kitleyi kendi saflarında konsolide etmek için harekete geçeceğini düşünüyorum. Bu da “birlikte Avrupa”, “iklim krizi için daha çok iş birliği”, “kesintisiz demokrasi”, “barış” gibi temaları önceleme zorunluluğunu beraberinde getirecektir. Bundan sonraki süreçte –eğer yeni bir göç dalgası olmazsa- Avrupa’da neofaşist/ırkçı diskurun gerilemeye başladığı bir döneme girilebilir.

İklim popülizmi

Yeşillerin ivmelenmesinin bir diğer sonucu da popülizme ilişkin. Yeşiller de popülizm yapıyor doğrudur. Buna “iklim popülizmi” diyorlar. Ancak bunu neofaşist popülizmden ayırmak zorundayız. Yeşiller bu şekilde tüm dünyaya popülizmin araç gereçlerinin nasıl iyi amaçlar için kullanılabileceğini gösterdiler. Kanımca oldukça değerli bu. Çünkü popülizmi faşistler gibi oraya buraya höykürmek, onu bunu tehdit etmek için kullanmıyorlar.

Birkaç deneme dışında hükümet sorumluluğu taşımayan, ekonomik gerileme, göç krizi gibi merkezi sorunlarla ilişkilendirilmeyen Yeşiller’in yükselişi sürecek gibi görünüyor. Almanya özelinde bakarsak, toplumun önemli bir bölümü AB’nin öneminin farkında olan, toplumsal cinsiyet, LGBTİ gibi toplumsal konularda eşitliğin önemini ciddiye alan, sosyal adalet ve yaşam kalitesinin gelişebilmesi için üretken bir çevreci politikanın önemine vurgu yapan bireylerden oluşuyor. Yeşil siyasetin hinterlandında tam da bu kitle bulunuyor. Bununla birlikte bu solcu liberal ve çevreci siyasi hareket “sistemi içeriden değiştirmek” idealini kaybetmiş olsa da antifaşist bakış açısıyla neofaşizm bataklığında debelenen Avrupa toplumları için çıkış noktası olabilir.

Sonuç olarak, Yeşiller’in siyasetin periferinden merkeze doğru olan yolculukları Avrupa politik sahasının yeniden şekillenmesine, taşların yerinden oynamasına neden oluyor. Yeşiller’in sistemi radikal bir şekilde transformasyona uğratma çabalarından vazgeçerek bir üstteki paragrafta sözünü ettiğimiz yeni toplumsal merkezde konumlanmaya başlamalarının antifaşist cephe açısından faydalı sonuçlar üreteceğini düşünüyorum. Yeşiller bu şekilde aynı zamanda SPD veya Sol Parti için iyi bir koalisyon partneri haline gelmiş oluyor. Nitekim bu durumun hemen Bremen eyalet yönetiminde somutlaştığını görüyoruz.

Şu aşamada, Yeşiller’in antikapitalist olmamasının üzerinde fazlaca durmamıza gerek yok. Acil mesele neofaşist bataklığın giderek genişliyor olması. Bana göre, yükselişi devam eden Yeşiller, antifaşist cephenin en önemli aktörlerinden biri haline geliyor. Bu nedenle, Yeşiller’in neofaşist AfD’nin tam karşısında cephelenmesi ve ırkçılığa hiçbir şekilde atıfta bulunmamasıyla daha çok ilgilenmeliyiz.