Sınava dayalı eğitim, eğitim yoluyla inşa edilebilecek demokrasi kültürünün gelişmesinin önündeki en büyük engeldir. Öğrencinin eleştirel düşünme, akıl yürütme, sorgulama, eleştirme becerileri kazanmasının önüne geçmekte ve kendisine sunulan hazır bilgiyi ezberlememesine yol açmaktadır

Merkezi sınavlar çocuklarımıza ne yapıyor?

Nurcan Korkmaz - Eğitimci

16 yıldır iktidarı elinde bulunduran AKP, eğitimdeki temel hedefinin; bugünün partili cumhurbaşkanı, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 19 Şubat 2012’de AKP Gençlik Kolları Kongresi’nde “Altını çiziyorum, modern ve dindar bir gençlikten bahsetmiyorum. Dilinin, dininin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum.” (https://www.youtube.com/watch?v=OeqPpyYSg8s) şeklinde tarif ettiği, kindar ve dindar nesil yetiştirme projesi olduğunu, bu süreç içinde eğitim sisteminde yaptığı dinci, gerici ve piyasacı değişikliklerle defalarca ortaya koymuştur.

Eğitimde 4+4+4 sisteminin uygulanması, müfredatta yapılan değişiklikler; Atatürkçülük konularının ve evrim teorisinin müfredattan çıkartılması, müfredata dair son incelemelerin Din İşleri Genel Müdürlüğü’ne devredilmesi gibi kamuoyu tarafından bilinen tüm dinci, gerici ve piyasacı uygulamalar sürecinde değişmeyen tek şey içerik ve biçimleri değişse de yapılan merkezi ve yerel sınavlar olmuştur. Özellikle merkezi sınavlar, AKP’nin yeniden inşa etmeyi hedeflediği toplumun yaratılmasında en etkili araçlardan biri haline gelmiştir. Zira sınavlar eğitimde hem piyasalaşmaya ve eğitime dair devasa bir sektörün oluşmasına; hem de dincileşmeye, Siyasal İslama ve biat eden, boyun eğen, ucuz işgücünün yetiştirilmesine hizmet etmektedir.

Sınavların eğitimde piyasalaşmaya ve dinselleşmeye hizmet etmesi, birbirinden ayırt edilemez. Sınavlar aracılığıyla sosyal, ekonomik ve kültürel sermayeleri eşit olmayan öğrencilere sadece sınava girme konusunda fırsat eşitliği sağlanmaktadır. Bu sözde fırsat eşitliği yoluyla eğitimde ve toplumda var olan sınıfsal ve kültürel eşitsizlikler bir anlamda meşrulaştırılmaktadır. Böylelikle, eğitimde kademeler arası geçişte temel belirleyici hale gelen sınavlar aracılığıyla, aslında kimin hangi sınıfa dahil olacağı çok erken yaşlarda belirlenmektedir. Bu da eğitim yoluyla sosyal mobilizasyonun önüne geçmekte ve sınıfsal eşitsizliklerin derinleşerek artmasına neden olmaktadır.

Eğitim sisteminin sınava dayalı olması, bu alanda devasa bir piyasanın da oluşmasına neden olmaktadır. Zira veliler çocuklarının sınava daha iyi hazırlanması için imkanları ölçüsünde ve bazen imkanlarını zorlayarak, kredi çekerek, borç bularak çocuklarına özel dersler aldırmakta, etüt ya da kurs merkezlerine göndermektedir. Bu da velilerin üzerindeki eğitim masraflarını artırmakta, fazladan yük çıkarmaktadır. Öte taraftan sınav sonucunda kısıtlı kontenjanları olan ve AKP’li Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın ifadesiyle “nitelikli okul”lara yerleşemeyen öğrencilerinin daha iyi bir eğitim alabilmesi için veliler özel okullara yönelmektedir. Kamu okullarında eğitimin gittikçe dinselleşmesi de velilerin özel okullara yönelmesine neden olmaktadır. Çocuklarının laik bir eğitim almasını isteyen özellikle üst-orta sınıf laik kesim bu süreçte kamu okullarını terk etmiş ve çareyi çocuklarını özel okullara göndermekte bulmuştur. Üst-orta sınıf velilerin kamu okullarını terk etmesi, bu okullardaki laik eğitim mücadelesini zayıflatmış ve alt kesimlerden gelen yoksul çocukları dinci ve gerici eğitime mahkum etmiştir.

Okullardaki demokratik ve laik eğitim mücadelesini sekteye uğratan sebeplerden biri de sınav için eğitim anlayışının öğretmenin öğrenciyi sınava hazırlama rolünün, nitelikli bir eğitim verme, toplumu ve öğrencileri aydınlatma rolünün önüne geçmiş olmasıdır. Çünkü öğretmenin niteliği, öğrencilerin sınavlarda yapmış oldukları doğru soru sayısıyla belirlenir hale gelmiştir. Bu da, Ahmet Yıldız’ın (Yıldız, A. (2014). Öğretmenliğin Dönüşümü.İstanbul: Kalkedon Yayınları) ifadesiyle öğretmeni, teknisyen öğretmene dönüştürmüştür. Bu dönüşüm, okullarda laik ve demokratik eğitim mücadelesi veren öğretmenlerin bile, önceliğinin öğrencileri sınava hazırlamak şeklinde değişmesine yol açmıştır.

Sınava dayalı eğitim, aynı zamanda eğitim yoluyla inşa edilebilecek demokrasi kültürünün gelişmesinin önündeki en büyük engeldir. Çünkü çoktan seçmeli ve tek bir doğrunun olduğu sorulardan oluşan sınavlar, dogmatik ve yüzeysel bilme biçimlerini dayatmaktadır. Bu da öğrencinin eleştirel düşünme, akıl yürütme, sorgulama, eleştirme becerileri kazanmasının önüne geçmekte ve kendisine sunulan hazır bilgiyi ezberlememesine yol açmaktadır. Eleştirmeyen, sorgulamayan bireyler, iktidarın inşa etmeyi hedeflediği biat eden, dindar toplumun yapı taşları haline gelmektedir.
Toplumun yoksul alt kesimlerinden gelen öğrencileri imam hatiplere ve meslek liselerine mahkum eden, sınıfsal eşitsizlikleri yeniden ve yeniden üreten, eğitimin değerlendirilmesi yerine sınav için eğitim anlayışını hakim kılan bu yaklaşım, yalnızca eğitimin piyasalaşmasına, dincileşmesine ve gericileşmesine yol açmakla kalmamakta aynı zamanda çocukların psikolojisi üzerinde de etkili olmaktadır.

Türkiye’de eğitim kademeleri arasındaki geçişleri belirleyen iki önemli merkezi sınavın ikisi de insan hayatının psikolojik açıdan en zorlu ve karmaşık dönemlerinden biri olan ergenlik döneminin başlangıç ve sonuna denk gelmektedir.

Ergenliğin getirdiği değişiklikler ve sorunlarla başa çıkmanın kendisinin yeterince zor olduğu bu dönemde liselere geçiş gibi geleceğini çok büyük oranda etkileyecek bir sınava girme zorunluluğu çocuklar üzerinde baskı oluşturmaktadır.

Bedeninde meydana gelen değişiklikleri ve kendini kabullenme sürecinde, akademik başarı beklentisi dayatılan çocuklar, bir yandan ergenlikle diğer taraftan da sınav kaygısıyla baş etmek zorunda bırakılmaktadırlar. Eğer bu sınavlarda istedikleri/kendilerinden beklenen sonuçları alamazlarsa (ki eleme amacı taşıyan bu sınavlarda birilerinin başarısız olması kaçınılmazdır), depresyona girmekte, öğrenilmiş çaresizlikle başarısızlık duygusunu içselleştirmektedirler. Kişilik geliştirmede en önemli dönem olan ergenlikte bu sorunlarla yüzleşmek zorunda kalmaları onları olumsuz etkilemekte ve bu çocukların kendine güvenmeyen, sorgulamayan, bütün olumsuzlukların sorumlusu olarak kendini gören, içine kapanık bireyler olmalarına neden olmaktadır. Hiç şüphesiz bunun topluma yansımaları da benzer şekilde olumsuz olma ihtimali vardır. Bu çocuklar, birer yetişkin olduklarında kendilerini ifade etme yöntemi olarak ya boyun eğmeyi ve biat etmeyi ya da şiddete başvurmayı seçeceklerdir.

Daha vahim olanı ise, sınava dayalı eğitimin, çocuklarımızı öldürmesi, bu sınavların sonuçlarının çocuklarımızın hayatına kastedebilmesidir. Neredeyse her merkezi sınav sonucu açıklandığında, sınav sonuçları istediği gibi gelmediği için intihar eden çocukların haberlerini okur olduk. Hatta bu durum o kadar kanıksandı ki, manşet haberi olması gereken bu sistem cinayetleri üçüncü sayfa haberi olarak verilmeye başlandı.

Sınava dayalı eğitim aynı zamanda çocuklarımızın sanat, spor, müzik vb. yeteneklerini ve ilgilerini de öldürmektedir. Zira sınav başarısını tek kriter olarak alan okullarda resim, müzik, beden eğitimi gibi çocukların nefes alabilecekleri, ilgi ve yeteneklerini geliştirebilecekleri derslere ya yer verilmiyor ya da yer verilse de bu derslerde sınavlarda soru çıkan matematik, fen bilimleri, sosyal bilgiler, tarih gibi dersler işleniyor, test çözülüyor. Sınavda soru çıkan/sorumlu olunan derslerle, sınava dahil olmayan dersler arasında bile bir hiyerarşi gelişiyor ve bazı dersler “çok önemli” kabul edilirken bazıları yok sayılıyor. Özellikle sınava girecekleri yıllarda öğrenciler müzik, sanat ve spordan tamamen uzaklaşıyorlar; adeta tek işi soru çözmek ve daha fazla net çıkarmak olan robotlara dönüşüyorlar.

Sadece merkezi sınavlar değil, okullarda yapılan yazılı ve sözlü sınavlar da çocukların psikolojisini olumsuz yönde etkilemektedir. Neredeyse her velinin en az bir kez karşılaştığı bir sorundur: Her sınav öncesi hasta olan, başı/karnı ağrıyan, midesi bulanan, ateşi çıkan ya da davranış bozukluğu gösteren çocuklar…

Çocuğun üstün yararına hizmet etmesi gereken eğitim, sınavlar yüzünden onun hayatının en eğlenceli, en verimli ve olumlu duygular geliştirmesi gereken dönemlerini cehenneme çevirmektedir. Zira çocuğu yarış atına çeviren bu rekabetçi sistem onun en yakın arkadaşını rakibi haline getirmekte; dostluk ve arkadaşlık duygularına zarar vermektedir.

“Peki, sınavsız bir eğitim mümkün müdür?”. Çocuklarımıza en güzel çağlarında bu zulmü reva gören bu sistemden çıkışın yolu, sosyal devlet anlayışının gereği olarak her çocuğa nitelikli, eşit, bilimsel, laik ve parasız kamucu eğitim vermekten geçer. Bunun için tüm kamu okulları nitelikli eğitim veren kurumlara dönüştürülmeli ve her çocuk istediği okula gitme hakkına sahip olmalıdır.