Nazım Hikmet, Saman Sarısı şiirinde Abidin Dino’ ya “Bana mutluluğun resmini yapabilir misin?” diye soruyor. Geçtiğimiz günlerde bakanlar kurulu toplantısında yaşanılanları dizelere dökseydi ne yazardı, hangi soruyu sorardı acaba usta?
“Bana sömürünün, utancın resmini yapabilir misin?” sorusunun cevabına, sınıfın temsilcilerinin çocuk emeği sömürüsüne bakışına tanıklık ettik hep birlikte...

Bakanlar Kurulu toplantısında meslek liselerine yönelik Milli Eğitim Bakanı Selçuk’ un “Sanayici bizden nitelikli ara iş gücü istiyor. Herkes üniversiteli olmak zorunda değil. Sen ağa ben ağa, bu inekleri kim sağa” cümleleri bakanlar arasında gülüşmelere neden oldu. “Meslek lisesi memleket meselesi” diye durmadan bağıran ama kendi çocuklarına, patronların çocuklarına değil yoksulların, halkın çocuklarına meslek liselerini adres olarak gösteren, üniversite eğitimi görmemeyi uygun gören sınıfın temsilcileri için ‘çocuk işçiliği’,örgün eğitimden koparılarak haftanın 4 günü çıraklık adı altında çalıştırılan, iş cinayetlerinde yaşamını kaybeden çocukların yaşamları, hayalleri, umutları gülünecek bir hadise sadece... Meslek liseleri tam da bu yüzden memleket meselesi değil, sınıf meselesi...

Egemenler tarafından eğitim; politikanın ilgi alanı olmasının ötesinde kendisinin başlı başına politik bir alan olarak tarif edildiği ve hegemonyanın oluşturulduğu bir araç olarak görüldü tarih boyunca ve tam da bu nedenle eğitim meselesi sınıfsal bir meseledir. Endüstrileşme ile başlayan örgün mesleki eğitim ortaya çıktığı ilk günden itibaren iş, piyasa ve istihdam ilişkileri, sermayenin ihtiyaçları üzerinden ilişkilendirildi. Mesleki teknik eğitim kurumları; öğrencilerin entelektüel olarak gelişmiş, politik özneler ve gerçek yurttaşlar olmalarını destekleyecek bütünlüklü, özgürleştirici eğitim hakkının ortadan kaldırıldığı; çocuk emeği sömürüsünün gerek iş yerleri gerek okul içi pratikler yoluyla yaşandığı yerler haline getirildi.

AKP iktidarı süresince mesleki eğitime yönelik ideolojik hat adım adım getirildi. 2012 yılında yaşama geçirilen 4+4+4 yasasının MEB dışından gelen, iktidar tarafından getirilen bir yasa teklifi olması ve toplumsal kesimlerden gelen eleştirilere rağmen aynen yaşama geçirilmesi AKP iktidarının mutlak egemenliğinin gösterisiydi. Yasa bir yandan eğitimin muhafazakârlaşması süreciyken bir yandan da sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda neoliberal politikaların yaşama geçirilmesi, zorunlu eğitimin de fiilen kaldırılmasıydı. Ve bakanlar kurulunda Ziya Selçuk’ un kurduğu cümleler aslında dönemin başbakanı Erdoğan’ın 31 Mart 2012 yılında TUSKON Genel Kurulu’ndaki konuşmasında yer alan cümlelerdi.

“Kesintisiz eğitimin en büyük bedelini siz iş adamları ödediniz. Biz meslek liseleriyle ilgili çabamız sonrası bu oranı yüzde 48’e çıkarmış durumdayız. Yeni yasayla yüzde 65’e kadar yükseltmeyi hedefliyoruz. Büyüyen ekonominin artık çok daha kalifiyeli bir şekilde yetiştirilmesini sağlayacağız.”

Eğitim politikaları belirlenip 4+4+4 yasası çıkarılırken sözleri ve ihtiyaçları dikkate alınan tek kesim patronlar oldu. Öğrencilerimizin zorunlu, kesintisiz eğitim hakkı ellerinden alındı, 1,5 milyona yakın çocuk örgün eğitim dışına çıkarılarak, yüz binlerce öğrencimiz mesleki teknik eğitim kurumlarında, çıraklık okullarında ‘ucuz iş gücü’ olarak çalıştırılarak ‘çocuk işçi’ haline getirildi.

İktidar, patronlar yetmez daha fazla çocuk işçi, daha fazla ucuz iş gücü istiyoruz, diyor. Tarihimiz boyunca kamusal eğitim mücadelesi veren biz eğitim ve bilim emekçileri, bu toprakların bugününden ve geleceğinden vazgeçmeyenleri olarak bizim verdiğimiz cevap ise nettir;

“Bizim mücadelemiz bey oğlu bey, ırgat oğlu ırgat olmasın diyedir” sözünü haykıran, örgütleyen Fakir Baykurtların mücadelesidir.