Sevgili okur! Her kitap okuyucusunu bulur derler. Bu kitap da seni bulursa inan ki pişman olmayacaksın. Neden mi? Elinizdeki Metaforlar, tam da hayata dair; ıskalayıp anlamlandıramadığımız o hayatlarımıza…

Metaforlar hayata dairdir

Abdurrahman Saygılı

Metaforların yuvamız olduğundan bahseder Gökhan Yavuz Demir, George Lakoff ile Mark Johnson’ın Metaforlar- Hayat, Anlam ve Dil isimli kitaplarının tercümesine yazdığı önsözde. Novalis’in “bütün dönüşler yuvayadır”ından hareketle, yuvayı bir metafor, metaforu da yuvayla anlayarak bizi selamlar tercüme eden. Hayat dille varsa ve dil de hayatsa eğer, metaforlar ikisini birbirine eklemlendirendir. Dili, iki imparatorluğun -metaforların ve göstergelerin- imparatoru olarak bir kez ilan edince; anlamının içine mündemiç olanı görürüz karşımızda: metaforu. Böylece bizi bir yerden alıp götürür başka diyara bir Simurg misali. İşte o diyar da Simurg’un Bilgi Ağacı’ndaki yuvasından başka bir yer değildir. Bu yuva, tam da Gökhan Yavuz Demir’in dediği gibi bir keşiftir aynı zamanda: “[Ç]ünkü kelimenin tek başına daha önce taşıyamayacağı bir anlam boyutu keşfedilir [bu yuvada] ve böylece hem kelimenin hem de düşüncenin ufku genişler.”

Nasıl ki, bilgi ağacının yasak meyvesini yiyerek ilk günahı işlemiştir insan; nasıl ki, bu yüzdendir Aden’den kovulması; nasıl ki, yazgısı olmuştur ölüm; tüm bunların neticesinde hayat diye nefes alan bir şey de vardır artık ve sunmuştur ona içinde unutulmuş olanı, yani yaratmaya muktedir olanı. Lakoff ile Johnson’ın okuyucuya kattıkları bu olsa gerek: yaratma gücü ya da diğer adıyla metafor.

Lakoff ile Johnson Metaforlar- Hayat, Anlam ve Dil’de yerleşik kalıplara meydan okumaktan imtina etmezler. Metaforlara ilişkin klasik anlayışı, bir geleneği karşılarına alırlar ve onu yıkarken yerine yeni olanı getirirler; yıkarlarken yaratırlar böylece. Bir nevi onun gündelik dilde üstünü örten örtüyü kaldırırlar. Aşkın metaforik özelliğini bize söylemekten geri durmazlar. Zira insana dair olan her şey metaforlarla gerçekleşir. Bu sebepledir ki, “biz insan, kimiz biz”i metaforlar hakikatinde anlamak için sayfaları çevirmek gerekir sadece.

“Dolu olup olmadığını anlamak için her şişeye parmağını sok, en emin yol budur, çünkü hiçbir şey dokunmanın yerini tutamaz” der Jonathan Swift Uşaklara Talimatlar’da. Lakoff ile Johnson’ın metaforlara yüklediği anlamın ne zarif bir ifadesi! Yazarların, Metaforlar- Hayat, Anlam ve Dil’i kapatırken “[m]etafor, faaliyetlerimizin dokunma kadar önemli ve vazgeçilmez bir unsurudur” demeleri hiç boşuna değil. Ne güzel bir metafor. Zira dokunma sadece bedenin değil, ruhun da hazzını sağlar. Bu kitap o yüzden bize dokunmayı taahhüt eder. Dolayısıyla, sadece linguistik ile ilgilenenlere dokunmak yerine, felsefe, politika, hukuk, din ile ilgilenenlere de dokunmayı amaçlar ve bunu da sağlar. Kitabın ilginç yanı bütün bu alanlar dışında gündelik hayatımızdaki iksirlere de odaklanmasıdır. Özellikle yazarların son sözlerinde (2003) evlilik üzerine kurdukları cümleler -bunu ilişki üzerinden de anlamak mümkün- metaforların gündelik hayatımıza ne kadar da dokunduğunu anlamak açısından manidardır: evliliğin eşlerden biri için cennet diğeri için ise bir ortaklık olarak görülmesi metaforik farklılık değil de nedir? Gelin bir de aşkı katalım buna.

Yazarlar, kitabın Tutarlı Tecrübe Yapılanması başlıklı on beşinci kısmında tutarlılığı nispeten basit tecrübe geştaltlardan karakterize ederlerken, son paragraflarda kompleks geştaltlardan dem vururlar; aşk gibi. Şeyh Galip’in “Ah min’el aşk, ve min’el garaib” yakarışını duyar gibi oluruz bu paragraflarda. Aşk çünkü, yazarların bize öğrettiği üzere, metaforik olarak yapıya kavuşan kavramların temsili misalidir. Aşk metaforik terimlerle yapıya kavuşur; o yüzdendir ki, AŞK BİR YOLCULUKTUR, AŞK BİR HASTALIKTIR, AŞK FİZİKSEL GÜÇTÜR, AŞK DELİLİKTİR, AŞK SAVAŞTIR” demektedirler bize koca koca puntolarla Lakoff ile Johnson.

Bu kitabın metaforlar hakkında galat-ı meşhur olmuş yanlışları yerle yeksan ettiğinin altını çizmek gerekir. Yazarlar, metaforik düşünceyi anlatan dört yanlışı ya da onların daha zarif ifadeleriyle önündeki dört büyük tarihi engeli kitaplarında tespit edip, bunları tarihsel düzlemdeki asli yerlerine tevdi ederler. Onlara göre, metaforların mekânı kelimeler değildir; metaforlar benzerlikte temellenmezler; bütün kavramların lafzı yoktur ve nihayet sonuncusu rasyonel düşünceyi beyinlerimiz ve bedenlerimizin doğası şekillendirebilir. İşte bunlar, kitabın metaforlara ilişkin yıktığı tabulardır. Zira metaforlar, kavramlardır; genellikle tecrübemiz içinde kesinleşen bağlantılarda temellenir ve benzerlikler doğurur; kavramlar metaforlarla anlaşılır ve muhakeme edilir. Sözün özü şudur ki, Metaforlar- Hayat, Anlam ve Dil daimi yanılgıları bize göstererek, onları bertaraf eder; bu yanılgıları bertaraf etmenin riskli olduğunu bile bile. Dolayısıyla, sevgili okur, cesur bir kitap okuyacaksın.

Kitaba ilişkin söyleyecek o kadar çok nokta, değinecek bir o kadar da başlık var ki! Lakin bunu ne ben başaracak kadar yetkinim ne de bunu başaracak alana sahibim. O yüzden, dar bir alanda kısa paslaşmalar yapabildiğim sadece. Fakat bir iki cümle de tercüme edene sakladım. Tercümede kuraldır; ne kadar sadık kalırsan o kadar çirkin bir metin kalır elinde. Gökhan Yavuz Demir, istese de sadık kalamazdı zaten, öyle de yapmış. Sanki metinle flört etmiş. Dil bilenler genellikle metinleri orijinalinden okumayı tercih ederler. Çoğu kez doğrusu da budur. Tercüme kişinin öznel birikimiyle sınırlıdır ne de olsa. Ancak bu genellemeleri bu kitap için bir kenara bırakın. Çünkü Gökhan Yavuz Demir gerek birikimi gerek metne dokunuşlarının narinliğiyle bu yargımızı yıkacak. Tercüme eden tercüme hakkında konuşurken Sherlock Holmes’a selam gönderme inceliğini gösterir. Şu halde, benim de Doktor Watson’a şapka çıkarmamı ve hatta kitabın son sayfalarına geldiğinde en az kitap kadar tercüme edeni de hatırlayacağı üzerine, hiç tarzım olmasa da, bir bahis tutuşmamı mazur görür umarım okuyucu.

Sevgili okur! Her kitap okuyucusunu bulur derler. Bu kitap seni bulursa inan ki pişman olmayacaksın. Neden mi? Metaforlar, tam da hayata dair; ıskalayıp anlamlandıramadığımız o hayatlarımıza…