31 Ocak 2018’de bu köşede yayımlanan “Afrin’le seçime mi?” adlı yazıda şöyle demiştik:

“Erdoğan partisinin kongrelerini birer miting meydanına çeviriyor, operasyonla eş zamanlı mitingler düzenliyor, halka cepheden gelen haberleri anlık olarak aktarıyor, kitleleri savaş söyleminden büyülenmiş bir şekilde adım adım seçim atmosferine hazırlıyor.”

Malumun ilamı birkaç gün önce geldi ve Erdoğan partisinin Samsun il kongresinde aynen şu ifadeleri kullandı:

“Şimdi diriliş hareketini Afrin ile başlattık. İnşallah bu ümmeti parçalamak isteyenler, bu milleti parçalamak isteyenler gerekli tokadı, gerek mart yerel seçimleri gerekse kasım Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi seçiminde yiyeceklerdir.”

Buradan hareketle çok basit bir soru soralım: YPG’nin kentten çekilmesi neticesinde Zeytin Dalı Harekâtı’nın kimse tarafından öngörülmeyen bir şekilde erken bitmesi, iktidarın işine geldi mi?

Neden “kimse tarafından öngörülmeyen” diyoruz? Çünkü Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu 8 Mart’ta “Harekât Mayıs’a kadar biter” demişken, büyük ihtimalle Erdoğan’ın “Afrin bu akşam düşer” dediği 14 Mart’ta, henüz ayrıntısına vakıf olamadığımız birtakım pazarlıklar neticesinde YPG kentten çekilmiş, “zafer” açıklaması ise ne tesadüftür ki 18 Mart’a, yani Çanakkale Zaferi anmalarına denk gelmişti.

Şimdi sorumuzun yanıtına geçebiliriz ve “Hayır, gelmedi” diyebiliriz. Çünkü harekâtın bir süre daha devam etmesi, iktidar partisinin il kongrelerine eşlik ederek “metal yorgunluğu”nu ortadan kaldırması ve İslamcılarla milliyetçiler arasındaki “Cumhur ittifakı”na kan taşıması açısından işlevseldi, dolayısıyla harekâtın zamansız bitişinin iktidar açısından arzu edilmeyen bir durum olduğunu söylememiz mümkün görünüyor.

Peki bu soruyu niye soruyoruz? Çünkü aylar öncesinden seçim konjonktürüne giren Türkiye’de, iktidarın ve kurduğu yerli ve milli ittifakın yeni savaşlara ihtiyacı var; ülkenin seçime savaş üzerinden yaratılan bir teyakkuz haliyle, bir beka mücadelesi söylemiyle, estirilen milliyetçilik rüzgârlarıyla götürülmesi gerekiyor, bu nedenle de Zeytin Dalı bir son değil başlangıç. Dolayısıyla Zeytin Dalı’nın öngörülenden önce bitmesi, “Afrin’den sonra nereye?” sorusunu da beraberinde getiriyor, evet madem Zeytin Dalı iktidar partisindeki “metal yorgunluğu”nu ortadan kaldırdı ve “diriliş”i başlattı, o halde soralım: Afrin’den sonra nereye?

Verilen ilk mesajlar bu sefer Suriye’de değil Irak’ta, Sincar’da bir operasyon düzenleneceği yönündeydi. Ancak geçen günlerde PKK bir açıklama yaparak IŞİD tehdidinin sona ermesi nedeniyle bölgedeki güçlerini geri çektiklerini açıkladı ve çok geçmeden de Irak hükümeti ordunun bölgeye yerleştiğini duyurdu. Sınırda olmayan bir bölgeye Irak’la anlaşma yapmaksızın ve sadece Irak’taki üsleri kullanarak bir operasyon düzenlemek zaten çok kolay bir iş değildi, Irak ordusunun Sincar’a yerleşmesiyle birlikte operasyonun gerekçesi de ortadan kalkmış oldu. Dolayısıyla Sincar’a bir operasyon olasılığı şu an itibariyle son derece zayıflamış durumda.

Peki ya Menbic? Afrin’de ABD yoktu ama Menbic’te var. Afrin için herhangi bir müzakere heyeti kurulmamıştı ama Menbic için kurulmuş durumda. Belki birtakım blöf niteliğinde girişimlerde bulunulabilir ama ABD ile herhangi bir sıcak çatışmayı göze alma ihtimali pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla YPG güçlerinin Fırat’ın doğusuna kaydırılmasıyla ve ABD ordusu ile TSK’nin bir tür “güvenli bölge” oluşturmasıyla burada bir uzlaşıya gidilebilir, bu nedenle burada da bir operasyon ihtimali son derece zayıftır.

O halde neresi? Şimdilik en yakın hedef Tel Rıfat’tır, çünkü buranın alınmasıyla İdlib’le El Bab birleştirilmiş olacak ve Menbic dışında Fırat’ın batısına yerleşilmiş olunacaktır. Buradaki esas mesele ise Rusya ve Suriye’nin ne yapacağıdır. Çünkü böylesi bir birleşme TSK ve ÖSO’nun Halep’i kuzeyden basınç altına alması anlamına gelecektir ki, Halep’in Şam yönetimi açısından stratejik önemi ortadadır. Dolayısıyla böyle bir girişim, Rusya izin verse dahi, İran ve Suriye’yle sahada karşı karşıya kalma riskinin artması anlamına gelecektir.

Tel Rıfat’la birlikte Suriye siyaseti üzerindeki esas etken ise pazartesi itibariyle başlayan yeni krizdir. ABD ve AB ülkeleri öncülüğünde başlayan Rus diplomatların sınır dışı edilmesi ve buna Rusya’nın verdiği yanıtın Suriye’de yansımaları olacaktır ve bir süredir ısıtılan “kimyasal saldırı” provokasyonunu da hesaba katarak söyleyecek olursak Suriye’nin ABD/Batı merkezli yeni bir saldırı dalgasıyla karşı karşıya kalma olasılığı giderek artmaktadır. Bu ise “hem S-400 hem Patriot alma, hem ABD’yi hem Rusya’yı aynı anda idare etme” siyasetinin yavaş yavaş sonuna gelinmesi demektir ki, bunun sahada yeni birtakım gelişmeler ve sonuçlar yaratması kaçınılmaz görünmektedir.