Gazetemizin muhabirlerinden Hüseyin Şimşek, önceki gün haberini yaptı: AKP, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün (MGM) imkânlarını Din Öğretimi Genel Müdürlüğü için kullanmış… Bu ne ilk, ne de son dinselleştirme haberi olacak. Çünkü; işi, gücü ve hedefi İslamcılık olan AKP hükümetinin, kamu gücünü siyasal İslamcılığın yaygınlaşması, kurumsallaşması ve önemli bir kamu gücüne dönüştürme amacıyla kullandığı sır değil. MGM’nin arazilerini Dersim’de ve Edirne’de Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne devretmesi, bundan önceki dinselleştirme faaliyetlerinin devamı niteliğindedir.

AKP, ormanları yakılmış ve vadileri baraj suları altında bırakılan, dağları talan edilen Dersim’de, ekolojik çözümler bulmak yerine, dinselleştirme ve asimilasyon amaçlı din eğitimini yaygınlaştırmak derdindedir. İşi gökyüzü ve yeryüzü bilimi değil de, İslamcılık olan AKP, aklın yerine; vahiyler, hurafeler, dogmalarla yetiştirilmiş, dindar bir nesil istiyor. Yatırımını o yüzden camilere, cemaat topluluklarına, İslamcı vakıflara, derneklere ve İslamcılık siyasetinin alanına kuruyor. Yeryüzünün eleştirel ve sorgulayan aklına karşı, gökyüzünün vahiylerini, doğmalarını ve hurafelerini siyasal faaliyetlerinin ve kamusal hizmetlerinin merkezine koyuyor. Çünkü evrensel haklar rejimine uygun, yurttaş ve toplum merkezli, kamucu, toplumcu, sosyal, laik, hukuksal ve demokratik devlet anlayışı yerine, tek adama dayalı ümmetçi bir ‘hilafet’ anlayışı hedefliyorlar.

Tam da bu yüzden, AKP tüm gücüyle mezhepçi ve dinci eğitimi önce okullarda kuruyor. Okulu, eğitimi, sınavları ve müfredatları siyasal İslamcı cemaatlerin ve sermeyenin kucağına bırakıyor. MEB, Diyanet ve İslamcı cemaat ile vakıflarla, dinci eğitim alanında yapılan “işbirliği protokolleri”, bu kutsal ve stratejik hedef içindir. Örneğin, “Sınav Koordinatörlükleri ve Başvuru Merkezleri Yönetmeliği’nde yapılan son değişiklikle, patronların ve dinci vakıfların ile derneklerin eğitimde daha etkin ve daha fazla söz sahibi olmasının önünü açtılar.

Din eğitimi sadece bir okul faaliyeti olmanın ötesine geçmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı, en büyün din eğitimi okuludur. Yüz binlerce çocuk, okul dışında İslamizasyon ağı içindedir. Diyanet’in son açıklamasına göre, Türkiye genelinde 70 bine yakın çocuk hafızlık eğitimi alıyor. Ebeveynler, İslamcı cemaat ve vakıfların okullarda verdikleri “değerler eğitimi”ni değil, okullardan alıp camilere götürülen çocuklara nasıl bir “eğitim” verildiğini dahi bilmiyor! Yani kamu gücüne, cemaatlere ve sermaye işbirliğine dayalı siyasal İslamcı bir proje ile karşı karşıyayız.

Bu açıdan bakıldığında, Diyanet’in hükümetten istediği 5 milyar TL’lik ek bütçe, “Ey Diyanet, onca parayı ne yapıyorsun” sorusu, bu gerçeğin arka planını ve rejim değişikliğinin adı olan siyasal İslamcılığı anlamak istemediğimizi gösterir.

Büyük resmi görmeden, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinin neden 29 kurumu geride bıraktığı da anlaşılmaz. 2019 için 8.4 milyar lira ödenek alması öngörülen Diyanet’in, bütçesinin 10.4 milyar liraya çıkarılması, bir tesadüf ya da kurumsal ihtiyaç değildir: İdeolojik ve yeni rejimin ihtiyacıdır! Diyanet’in bütçesi, bu ideolojik ihtiyacın bir ayağıdır, eğitim ise ikinci ayağıdır. Bu eğitimin dinselleştirilmesi için harcanan kamu bütçesi ise Diyanet’in bütçesinin altında değildir! AKP iktidarının nasıl bir insan tipi istediğine son 16 yıldır tanıklık etmekteyiz. Bu siyasal İslamcılığın ve neoliberalizmin hedefleriyle örtüşmektedir. Bu laiklik karşıtı hedefler sonucu, Türkiye’de demokratik, çağdaş, bilimsel, laik, katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, sosyal ve kültürel gelişmelerle zemin sağlayacak bir eğitim politikası ve sistemine geçiş yapılması engelleniyor. Toplumun demokratik, laik, bilimsel eğitim talebine karşı; Türk Sünni-İslam sentezcilerinin bazen postal, bazen ise takke giyerek gerçekleştirdikleri ideolojik ve gerici saldırılar, evrensel olanla buluşmamızı engelliyor.

Geleceğimize eleştirel ve sorgulayan aklın rehberlik edebilmesi için, Köy Enstitüleri’nin eğitim felsefesini güncelleyen laik eğitim modelini, laik yaşamı, laik siyaseti ve laik düzeni savunmak, tek çare olarak duruyor.

Bu aynı zamanda sınıfın, barışın, emeğin, hukukun, siyasetin ve yurttaşlığın özgürleşmesine hizmet edecektir. Bu çareye sıkı sıkı sarılmaktan başka mücadele zemini, günümüzün toplumsal ve rejim sorununu aşmaya yetmez.