Bu iki ismin adı, ilk kez o küçük şehirde duyulduğunda, yaşamadıkları hemen anlaşıldı. Bir dere kenarında bulunmuşlardı, oranın adı Dinar’dı, sessiz akardı yaz kış. Su kireçli ve bulanıktı. Dinar’ın suları sıcak ve çok sığ olduğundan çocuklar hep burada yüzerdi.

Bu iki arkadaş, Elazığ’da birkaç gündür kayıptılar. En sonunda gözleri örtülmüş, elleri kolları ayakları bağlanmış, Dinar’ın Munzur’a ulaştığı, iki suyun birbirine kavuştuğu yere sessizce bırakılmışlardı. Bu yer, bir şehirlerarası karayolunun da kıyısıydı, arabalar Elazığ’a, oradan Ankara’ya doğru giderlerdi. Bu arabalar içindeki insanlar, çok geçmeden onları fark ettiler, arabalarını durdurup onların başına gittiler.

Kaçırıldıkları, işkence edildikleri, gözlerinin bağlanarak bedenlerinin kurşunlandıkları o şubat, netameli bir kıştı. İsmet Sezgin, DYP’nin iki yıldır İçişleri Bakanı’ydı, onun devrinde tam kırk yedi kişi gözaltında kaybedilmişti. Sezgin’in sonraları bir “Dersim sürgünü” olduğu söylenecekti. Can ve Kaya, “Kırk Yediler”den yalnızca ikisiydi. 1993 yılında, sadece Dinar Deresi değil, Türkiye’nin her tarafı kaynıyordu, her şey bulanıktı.

Failler korkuyorlardı, hep göz bağlamalar bundandı, ama başkalarını korkutmak istiyorlardı. Metin Can bu yüzden hedef seçilmişti, insan hakları avukatıydı, doksan üç yılında bu, iki bin on beşte Hama kırsalında IŞİD’e karşı olmak gibiydi.

İki genç arkadaşın öldürülmesinin faillerinin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, birer PKK itirafçısı olan Mesut Mehmetoğlu ve Abdulkadir Aygan ve diğerleri olduğu cinayet anında dilden dile, sonra da basına ulaştı. Cinayetin adresinin apaçık bilinmesi gerekiyordu, bu olayın kendisinden daha dehşet vericiydi.

metin-can-hasan-kaya-siz-yaptiniz-627448-1.

Şehrin sakinleri, akın akın iki arkadaşın cansız bedenlerinin başına vardığında, daha da sessiz akan o derenin yanı başındayken, tarihin gizli bir yerinde donmuş avukat Ali Demir de oradaydı, halkı dağıtmaya çalışan terör müdürüne “siz yaptınız” diye bağırmıştı. Demir kuşkusuz ki Can’ı mesleki temelde tanıyordu ve iki arkadaşın başına neler geldiğini en iyi bilenlerdendi. Demir’in ağzından birdenbire çıkan o iki kelime, o gün Dinar’la Munzur’un üstüne asıldı, yirmi altı yıldır orada duruyor.

İki arkadaş Harput şehrinde güpegündüz “kaybolduklarında”, dönemin Cumhurbaşkanı Demirel -bugün olduğu gibi-, gözlerinde yaşlarla devlet kapısına giden annelere, “cebimde değiller ki çıkarıp size vereyim” demişti. Doksanlı yıllar boyunca başbakan ve cumhurbaşkanı olan Demirel’in döneminde tam üç yüz altmış kişi gözaltında kaybedilmişti.

Metin Can ve Hasan Kaya’nın failleri araştırılmadı, yargılanmadı, cezalandırılmadı (“Kaybetme” politikası bitmedi elbette; bugünkü tarih itibarıyla üç kişi kayıp). Aradan tam yirmi altı yıl geçti. Yeşil’e dair senaryolar yazılıyor, ekibi herhalde hâlâ görevde.

Bu arada bu ekibe açılan davalar, Ankara’da “Ana JİTEM davası” adıyla sürüyor. Hiç kimsenin adalet çıkacağına inancı yok. Kızıltepe’de yirmi iki köylünün kaybedildiği JİTEM davası geçen hafta kapatıldı çünkü. Haftaya, ayın yirmi beşinde, bu çarşamba günü Ankara 6. Ağır Ceza’da bu ekip, bir kere daha kovuşturulacak. Korkuyorlar, bu defa onlar kayıplar, mahkemeye gelmiyorlar ve ellerinde Can ve Kaya’nın kanı da var.