Marksist bir kuramcı idi. Çeşitli Marksizmler içinde o, özüne bağlı olarak devrimci Marksizmi, siyasal Marksizmi savundu. Kuram-ideoloji-siyaset geçişkenliklerinin gerekliliğini vurgulardı.

Metin Çulhaoğlu: Ne söylense az

İlhan Kamil TURAN

1990-2002 yılları arasında birlikte siyaset yaptığım, sonrasında sevgimizi, görüşlerimizi paylaştığımız sevgili arkadaşım Metin Çulhaoğlu’nu kaybettik. O sadece içinde bulunduğu yapılara değil sosyalist hareketin bütününe hitap eden, devrimci Marksizmin üretken ve saygın bir savunucusu idi. Diyalektiği ve Marksist yöntemi ustalıkla kullanırdı. Ne söylense az. Ailesi, sevenleri, TİP’li yoldaşları ve sosyalist hareketin başı sağ olsun.

Ölümünü öğrendiğim gün sosyal medyada ancak yukarıdaki satırları yazabilmiştim. “Ne söylense az” demiştim. Onu ve düşüncelerini yakından bilen tanıyan biri olarak bu sözler benim için birçok anlam yüklüydü. BirGün’den Yaşar Aydın benden bir yazı isteyince sevindim çünkü birçok anlam içerse de o sözcükler yeterli değildi. Diğer yandan üzüldüm çünkü şu an evimden, kitap ve dokümanlarımdan uzakta olduğum için bazı önemli konuları onun sözlerine bağlayarak aktaramayacaktım. Gene de bir teselli, Metin Çulhaoğlu engin birikimi olan bir Marksist idi ve ölümünün ardından kendi kuşağından sosyalistlerin belirttiği üzere ardında bıraktığı birikim üzerinde çalışılmayı gerektiren derinliktedir, kendisi sosyalist hareketin “ortak aklıdır”, dolayısıyla sadece ve kendimce değerbilirlik içerikli bir yazı ile yetinebilirdim.

O’nun ölümünün ardından söylenenlere baktığımızda, sosyalist öbeklerin birbirleriyle çok sorunlu olan ilişki veya ilişkisizlikleri, dahası gizli rekabetçilik vb. durumlarına karşın sahiplenme ve değerbilirliğin görülmesi, en azından bundan sonrası için çok önemlidir. Devrim ve sosyalizm için düşünen her beyin ve her emeğin saygıyla anılması, insanlarımızı ve varsayılan “gelenekleri” dar kalıplarından çıkarmaya bir nebze de olsa yardımcı olacaktır.

Metin Çulhaoğlu’nun en çok önemsediği gerekliliklerden biri, sosyalist hareket içindeki ara yüzeylerin işlenmesi ve Türkiye’de kuramsal düzlemde devrimci Marksizmin, ideolojik siyasal düzlemde ise devrimci sosyalizmin hak ettiği konuma gelerek toplumsal süreçlere bu temelde belirleyici etkide bulunması, etkili bir toplumsal alternatifin oluşturulması idi. O, içinde yer aldığı yapılara özel bağlılık yanı sıra onları aşan bir siyasal uzanıma, kapsayıcılığa ve harmanlanma yaklaşımına da sahipti. Başını çektiği 1993 yılı Kasım ayındaki SİP’ten ayrılık sonrasında oluşturduğumuz Sosyalist Politika grubu ile BSA-BSP ve ÖDP’de, daha sonra Birleşik Haziran Hareketi’nin kurucularının arasında olmasında bu yaklaşımının büyük bir rolü vardır. O dar yapıların içinde bulunmuş ise de gerçekte istediği siyaset yapmaktı, harmanlanma dinamikleri eşliğinde sosyalist bir toplumsal alternatifin oluşumuydu.

Başka sosyalist yapı ve kişilerle sosyalist hareketi geliştirici polemiklerin yararına inanırdı ama sosyalist hareket bundan uzaktı. Diğer yandan belirtmek gerek, başka bir sosyalist kişi veya çevrenin dile getirdiği bir doğrunun kompleksizce kolektivize edilmesi gerektiğini düşünürdü. 1980 öncesi yaygın benmerkezci yaklaşımların ve günümüzdeki kendini biricikleştiren yaklaşımların aksine, devrimci süreçler ve devrimin çok özneli olacağını vurgulardı.

Marksist bir kuramcı idi. Çeşitli Marksizmler içinde o, özüne bağlı olarak devrimci Marksizmi, siyasal Marksizmi savundu. Kuramdaki boşluk alanlarına, sorunsallara, güncelleme ve yeniden üretim olanaklarına işaret ederdi. Eğer “Türkiye Marksizmi” diye bir şeyden bahsedilebilirse, onun içinde ve ön sırasındaki sebatlı, tutarlı, kendini sürekli geliştirip yenileyerek aşan bir öğretmen idi.

Düşünüş ve yazılarında diyalektiği, Marksist yöntemi, soyutlamayı, soyuttan somuta yönelmeyi titizlikle yapardı. Somut bütün ve bütünlük, düşünüşünde özel bir yere sahipti.

Kuram-ideoloji-siyaset geçişkenliklerinin gerekliliğini vurgulardı. Marksist kuramın yol göstericiliğinde ülke özgülü bağlamlı bir devrim kuramı çabası içinde idi. Kuramdan hareketle özgül bağlamlı, popülerleştirilmiş bir sosyalist ideolojinin devrimci siyasette kaldıraç işlevine sahip olacağını düşünürdü. Yerliliğe özel bir önem verirdi. İhtilalci halkçılığın gerekliliğine inanırdı. Devrimciliği yıkıcı-yapıcı/kurucu, köktenci bir içerikle ele alırdı.

Marksizmi ve Leninizmi dondurup giderek içerik boşaltan dar Leninizm ve öncülük yorumlarına pirim vermedi.

Gerek 12 Eylül faşizminin sosyalist solu bastırmasının, gerekse sosyalist ülkelerin çözülüşünün etkileriyle yaygınlaşan sivil toplumcu, post-Marksist, post-modernist ve yeni sol yaklaşımlara karşı ideolojik mücadelenin en ön safında yer aldı.

Marksizmin kapitalizmin aşılmasıyla, Leninizmin de siyasetin aşılmasıyla aşılacağına inanırdı.

Siyaseti sadece işçi sınıfına hitap veya yönelimle sınırlamayıp, toplumsal formasyonun bütününe hitap bağlamına oturturdu. İşçi sınıfını sanayi proletaryası darlığında değil, Marks’a uygun olarak toplumsal proletarya kapsamında ele aldı.

Biraz gerilere gidersek, evet o milli demokratik devrim-sosyalist devrim ayrışmasından beri sosyalist devrimi savundu ancak artık konu 1969-1970 dönemecindeki gibi ele alınamazdı. Lenin’den hareketle demokratik devrim-sosyalist devrim diyalektiğini benimsiyordu ve en son Sürekli Devrim dedi. Böyle bir Sosyalist Devrimci idi.

Aramızdan ayrılışının ardından az da olsa ona hâlâ Stalinist diyen, Stalinizm ile eleştirenler olduğunu gördüm. Halbuki o, Stalin’in “izm” tamlaması almasını gerektiren kuramsal bir boyut veya katkısının olmadığını düşünürdü. Bir eleştiriye karşı, 1989-90’daki BTKD/Kuruçeşme toplantılarından birinde, evet ben Stalin okulundan geliyorum ve o okulu bitirdim, ya siz kendi okulunuzu aştınız mı dediğini mealen anımsıyorum.

Onunla ilgili bir de Sovyetiklik ve reel sosyalizm konusu var. O, reel sosyalizm sahiplenmesiyle birlikte eleştirisini de yapıp, diyalektiğe özgü olarak, konuyu olguların içerdiği çelişkili bütünlük içinde ele almıştır. Sovyet toplumunun tarihteki en depolitize toplum olduğu, ayrıca bundan böyle her sosyalizm inşa girişiminin de birer reel sosyalizm olacağını gerçekçi bir biçimde defalarca dile getirdi.

Örgüt/parti-hareket diyalektiğine ve kendiliğinden kitle dinamizminin sosyalist harekete çok şey katacağına inanırdı.

Bir aydındı, örgütlü aydın, kendi deyişiyle örgütlü komünist olmayı doğru bildi.

Sosyalist insanların mücadeledeki sürekliliğinin örgüt fetişizmiyle değil siyasal bağlanmayla sağlanabileceğini vurgulardı.

Mütevazılık ve iddialılık bireşimi, kişiliğinin belirgin bir özelliği idi. Elbette hepimiz gibi subjektivitesi vardı ancak subjetivizmden uzaktı. Eleştiri söz konusu olduğunda dürüst ve kurama bağlı olmayı, objektif bakmayı, olgu ve olayların hemen görülmeyen olası nedenlerini titizlikle gözetirdi.

Kesinlikleri kadar esnek yaklaşımları da olan, uzlaşmayacakları kadar ortaklaşılacak doğrulara ulaşmayı da bilen bir siyasetçiydi.

Sosyal medyada birçok gencin onunla ilgili olumlu sözlerini gördüm. Evet, başvuranlara, soranlara düşündürücü açıklamalar yapan verici bir insandı.

Son zamanlarında da görüldüğü gibi ideolojik veya siyasal özeleştiri yapabilen ve hatta herhangi bir konuda hatasını görürse özür dileyebilen bir insandı.

Güçlü bir espri-mizah anlayışı vardı, karikatür yeteneği de. Sosyalizmden uzaklaşan eski bir arkadaşıyla karşılaştığımda, bu işleri bırakıp mizah yazsın-çizsin dediğini her anımsadığımda gülümserim.

Kişisel bir notla bitireyim. Benden 13 yaş büyüktü ve çok iyi bir ilişkimiz vardı. Son yüz yüze görüşmemiz yaklaşık iki yıl önce ben Ankara’dan ayrılırken veda için evine gittiğimde oldu. Aramızda yıllar önce siyasal ayrılık olmuş ama temasımız sürmüştü. Şu oldu, bu oldu, hepsi bir yana idi artık, siyaset, sosyalist hareket, arkadaşlar, birçok şey konuşmuştuk, veda zamanıydı: En iyi arkadaşım sendin dedim, sağ ol dedi.

Ölümünden bir süre önce yaptığı bir sosyal medya paylaşımından biliyoruz ki mutlu idi. Emek verdi, emeğiyle yaşadı, verici oldu, sosyalist harekete çok şey kattı, saygıyla, sevgiyle anılıyor. Ne mutlu… İyi ki vardı, iyi ki tanıdık. Hep aramızda olacak.