Mustafa Kemal’in sahiden de “Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır” diye bir sözü var mı, varsa nerede ve ne zaman söylendi, bağlamı neydi, bunlara dair elimizde kesin bir bilgi yok. Velev ki söylenmiş olsun, bu söz mutlaka Milli Mücadele döneminde, ulusal bağımsızlık adına savaşırken söylenmiş olmalı; oradaki “teferruat” da, “Meclis’e gerek yok, ülkeyi KHK’lerle yönetirim, hukuk, kanun tanımam, kimseye de hesap vermem” anlamına geliyor olmamalı.


Bu sözün kamuoyunda bilinir olduğu hadiseyi hatırlıyor musunuz? Ogün Samast, Hrant Dink’i vurduktan sonra yakalandığında, Samast’la birlikte poz veren polislerin arkasındaki duvarda yazıyordu ve verilmek istenen mesaj belliydi: Samast, Dink’i vatan için öldürmüştü ve Dink gibilerin ölmesi teferruattı. İnsan düşünüyor tabi, kökleri bir çınar gibi bu topraklara uzanmış, sımsıkı tutunmuş Hrant mı vatandır, yoksa Samast’lar ve onun ortakları Hayal’ler, Tuncel’ler, arkalarındaki gölgesizler mi diye…

Şimdilerde bir kez daha “gerisi teferruattır” zamanlarındayız, çünkü bir kez daha bize mevzubahis olanın vatan olduğunu, bu yüzden geriye kalan her şeyin bir teferruattan ibaret sayılması gerektiğini söylüyorlar. Sahi ne oldu Man Adası belgeleri, Sarraf davası ve dağıtılan rüşvetler, yapılan yolsuzluklar ne oldu, var mı bunları hatırlayan, var mı bunları konuşabilen?

OHAL’i, KHK’leri, Meclis’in ve Anayasa Mahkemesi’nin devre dışı bırakılmasını, askıdaki anayasayı, yargı bağımsızlığının sonunu, halkın omzundaki ağır vergi yükünü, asgari ücreti, hayat pahalılığını, Aladağ’da, Ensar’da, imam-hatiplerde diri diri gömülen çocukları konuşabiliyor muyuz? Bunları konuşacak bir mecra kaldı mı, toplumun bunları duyacak hali kaldı mı?

Savaşlar tam da savaştan başka bir şey konuşulmasın diye çıkarılır, savaş muktedirlerin hakikatin üzerine örtmek için buldukları en kullanışlı örtüdür. Çünkü orada insanlığın en ilkel duygularına seslenirsiniz. Bir düşman bulmak, bir savaş başlatmak, milliyetçiliği ve dindarlığı körüklemek, toplumu en ilkel korkularına esir etmek ve böylece sessizleştirmek, konuşacaksa da sadece savaşın dilini konuşmasını istemek… Savaş egemenlerin elindeki en işe yarar araçtır, kendi krizlerini hep böyle çözmeye, yitirdikleri meşruluğu hep böyle yeniden tesis etmeye çalışırlar.

Egemenlerin açtığı her savaş aslında içeriye karşı açılmış bir savaştır, her savaş aynı zamanda kavramlar ve isimler üzerine verilen bir savaştır. Düşman sadece dışarıda değildir, asıl düşman içeridedir, milli birlik ve beraberliğe kastetmektedir, bozgunculuk yapmaktadır, bizim gibi ve bizim dilimizle konuşmamaktadır. Bu nedenle aykırı ses çıkaran bir meslek odası da, greve giden işçi de artık bir milli güvenlik sorunudur, düşman ilan edilmiştir ve tıpkı sınırların ötesindeki düşmanlar gibi etkisiz hale getirilmesi, susturulması gerekir.

İşte Türk Tabipleri Birliği örneği ortada. “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” demenin bedelini günler süren gözaltıyla ödedi yöneticileri, kürsülerden vatan haini ilan edildiler, hedef gösterildiler. Birliğin kapatılması bile gündeme geldi ve en son “Türk adını kullanamazsınız” denildi, tıpkı Türkiye Barolar Birliği’ne “Türkiye adını kullanamazsınız” denmesi gibi.
Dedik ya, “Her savaş aynı zamanda kavramlar ve isimler üzerine verilen bir savaştır” diye, “yerli ve milli ittifak” kavram ve isimler üzerine de savaş veriyor tam olarak; Türk kavramını da, Türkiye adını da tekeline alıyor. “Mevzubahis vatan”sa, kimin Türk olduğuna da, neyin vatan olduğuna da karar verme yetkisine yalnızca “vatan savaşı” verenin, yani kendisinin sahip olduğunu söylemiş oluyor böylelikle. Kör milliyetçilikle İslamcılığın “vatan savaşı” dediği şeye destek verenlere ise “ellerim bomboş” şarkısını söylemekten başka bir seçenek kalmıyor geriye.

Bu noktada bize düşen Nazım’ın dizelerini hatırlamak ve hatırlatmak yıllar sonra bir kez daha. O ünlü şiirde Nazım kendisine “Vatan hainliğine devam ediyor” diyenlere “Evet vatan hainiyim” dedikten sonra “vatan”ın ne olduğu sorgusuna girişiyordu bütün edebi hüneri ve siyasi maharetiyle. “Çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan” diyordu, “Fabrikalarınızda al kanımızı içmekse, mızraklı ilmihalse, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan” diyordu, “Vatan kurtulamamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim.”

“Mevzubahis vatansa” diyenlere önce vatanın ne olduğunu sormalı. Çaresizlikten kendini yakan insanlar mı, her gün iş cinayetlerinde ölen işçiler mi, tarikat, cemaat okullarında ömürleri çalınan çocuklar mı, hayali ihracat mı, kaçırılan vergiler mi, rüşvet mi, yolsuzluk mu, asgari ücret mi, işsizlik mi, geçim derdi mi?

Hayır, vatan bu değil, bu da vatan savaşı değil, vatan kasalarınızsa gerisi teferruat hiç değil, o teferruat üzerine dün konuşanlar vardı, bugün de konuşanlar olacak. Bu vatanda bir arada, eşitçe, özgürce, kardeşçe yaşamak için, susulmayacak, konuşulacak.