Paris komününün ikinci günü… 1871 baharında kentteki tüm devrimci eğilimler sivil bir ayaklanma başlatmıştı. Özgürlük için birleşmiş ama daha belirsiz bir istek “La Sociale!” haykırışında toplanmıştı. Meydanlar emekçilerle, yoldaşlarla dolmuş direndikçe direnen, güçlenen bireyler sömürüye zulme karşı yan yana, kucak kucağa şarkı söyleyerek, dans ederek dirilmişlerdi. Kentlerini, meydanlarını, cadde ve sokaklarını tutkuyla sevmişlerdi. Bizlere sirayet eden o ruh belleklerde yer eden ‘AN’lar. Duyumsadığımız, hissettiğimiz (onların/bizlerin) akışkan olanın toplamı, zemini zamanı uzamda.

Nanosaniyeler çağında başka bir deyişle bu büyük çağ yangınında insanlar; insan oluşlarının hazzında teorilerin peşi sıra bilginin ışığında güneşe koşmuşlar… Dünya da canlılar gezegenin septilyon ağırlığının ve veya göreliliğin bilincinde devrimi mümkünlü kılmışlar. İfade özgürlüğünün coşkusunu taşıyarak, umut ilkesini dirimsel kılarak çağlar boyu sahnelenen; fark ve tekrarlardan oluşan bu absürd oyunu sürdürmüşler.Zaman yırtık… Göreli... Mevzunun ontolojik boyutu tüm sosyal hayat zaman ve mekân içinde geçmektedir. Hareket herkes için aynı olmayıp gözlemciye göre değişir, beliren alametler kopacak kıyametin habercisi... Hayalet dansı yerküreyi sarmıştı. Mekânın etnografyası… Hatırlayalım Marx ve Engels çalışmalarında, kentsel çevrenin öneminin özellikle farkındadırlar.

BLOCKUPY (işgal et ve engelle) aktivistleri Frankfurt’ta dayanışarak barışçıl bir dille insanlığı tutsak eden ve etmek isteyen sisteme meydan okuyarak, talpeplerini dile getirdi. Vahşi kapitalizmin beyinleri sömüren dişlisini durdurabilmek için yoldaşlarımız türlü renk ve kostümle isyandaydı! Frankfurt’ta meydanlar yanan ateşle alev alev… aktivistlerin şölenine dönmüştü. Protestoda binler garabet banka binasını sarmışken Robocop görünümlü kolluk kuvvetleri copları kuşanmıştı. Dünya ayakta, faşizme karşı omuz omuza haykırmaktaydı. Düşlerinin peşi sıra güneşe akın vardı…Güneşin zaptı yakındı. Paranın hükümranlığını korumak isteyen devletler bitmek bilmeyen iç güvenlik yasaları veya borç kanunlarıyla yurttaşlarını baskı ve zulme, açlığa, sefalete terk ediyordu.

Yanan gezegen talana dayanamıyor aktivistler yıkıma karşı canlarını siper ederek, ağaçlarına sarılıyordu. Taksim Gezi Direnişi’nde olan, oradan HAZİRAN uyanışına varan birlikler, ayaktaydı. İfade özgürlüğünün yok sayıldığı ülkemizde, konunun vahameti uluslararası ihtarlarla saray ve çevresine bildiriliyordu. Distopik yansı, sarayı ama özellikle diktatörü sinirlendirmiş, ziyadesiyle panikletmişti. Vaktiyle Doğu Roma’nın başkenti olmuş İstanbul’da meydanımız bir kez daha yasaklanmıştı. 1 Mayıs işçi bayramını Taksim Meydanı’nda kutlayacak binlerce emekçi, yoldaş mücadeleye devam bilinciyle şenlik hazırlıklarına başlamıştı. Türkiye sol bileşenleri; sosyal, ekolojik ve etnik çoğulcu temsiliyetin kent mücadelesinin etrafında örgütleniyordu. Haziran güneşi doğacak Mayıs’ta bahar bayramını birlikte meydanımızda kutlayacaktık. Absürd oyun’un sahneleri ışık hızında…