Aslı Aydıntaşbaş, Cumhuriyet’teki yazısının başlığını, “Islık çalmak dışında ne yapılır?” diye koymuş; çok hoşuma gitti. Sözün bittiği yerden söz ediyor ama gidişatı durdurmak için değilse de birbirimize destek olmak adına seçimi yine yazmaktan yana.

Haklı tabii; gazetecilerin, yazarların işi yazmak. Üstelik basında yazmanın, iş olmanın dışında, gerçekleri ve farklı sesleri ortaya çıkarmak için vazgeçilmez önemde olduğuna da kuşku yok. Basının 4. kuvvet olduğu düşüncesi kuşkusuz boşuna değil.

Değil ama bunun için düşünce ve ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne ihtiyaç var ki, uzun süredir onları bu memlekette ara ki bulasın! Gidişatın her geçen gün daha kötüye doğru olduğu da ortada. Örneğin, yalnız onca gazetecinin tutuklanması ve binlerce akademisyenin işten çıkarılması yetmiyor; her yeni KHK ile düşünce ve ifade özgürlüğüne yeni kısıtlamalar getirildiğini görüyoruz.

Örneğin en son KHK ile işten atılan 631 akademisyen içinde FETÖ üyesi olmayan birçok masum insanın varlığını düşünmemek mümkün değil; en azından, içlerinde akademisyenlerin barış bildirisini imzalayan 42 akademisyenin olduğunu biliyoruz.

Kısacası kamuda olduğu gibi üniversitelerde de temizlik yapılıyor ve bunun tek anlamı var; iktidara boyun eğmek için, özgür düşünmeyi üniversitelerden kovmak...

Öte yandan aynı KHK ile, terör olaylarındaki yayın yasakların yetmezmiş gibi, acılı anne ve babaların ağıtlarına yer verilmesinin bile teröre destek olarak görülebileceği anlamına gelecek sınırlamalar getirilmiş durumda.

Bunun anlamı da, yalnız terörden değil, terörü konuşmaktan bile “korkmamızın” istenmesi. Yani, bu ülkede şu veya bu nedenle kovuşturulmaktan kurtulmanın tek yolu “dilimizi kısmak ve susmak”tan geçmekte!

AAh 15 Temmuz, sen nelere kadir ettin birilerini demeyeyim de ne diyeyim!

Uzatmayayım; bu koşullarda bu ıslık çalma işini ciddiye alsak yeridir demek istiyorum!

Zaten, zaman zaman söylenmeyen, yazılmayan ne kaldı ve hala aynı konuların, konuştuğumuz meselelerin bir kez daha, bir kez daha geçmenin ötesinde ne yapılıyor diye düşünür ve yazarım ya, işte bir çare demek istiyorum!

Rejim de, sistem de değişiyor!

Cumhurbaşkanlığı değil başkancı sistem!

Partili cumhurbaşkanı ve tek adam yönetimi!

Kuvvetler ayrılığı değil kuvvet yoğunlaşması!

Başkan yasamayı da ele geçiriyor!

Yüksek yargı üyelerinin çoğunluğunu cumhurbaşkanı atayacak!

Cumhurbaşkanı başkomutan!

Ve bu çerçevede yeni yazılar ama eskimiş anlatımlar! Gerisinde bir fikriyat var kuşkusuz ama biraz plak takılmış hissi uyandırmakta.

Kısacası, bilinenleri yazmak ve konuşmak dışında, ıslık çalmak daha etkili bir anlatım yolu olmaz mı diyorum!

Sokaklarda dolaşırken, işte çalışırken, Meclis’teki oturumlarda bir yandan da ıslık çalsak…. Hatta, Meclis “ıslık çalmak” açısından en uygun mekan olabilir diye düşünüyorum!

Neden derseniz, bir kaç gerekçem var. Birincisi, kör kör parmağım gözüne dedirtecek cinsten hukuksuzluklara karşı AKP’lilerle kavga dövüşe girmek pek bir anlam taşımıyor. Hem bir sonuç alınamamakta, -yüzlerce komisyon çalışması ve Meclis oturumları buna örnek- hem de toplumda muhalefet partililere bakışı olumsuz etkilemekte.

Yani, bir bakanın bile “suç işliyorum, sana ne” diyecek kadar şirazeden çıktığı durumlarda yanlışı söylemenin, yanlışa itiraz etmenin bir faydası olacağını beklemek zor.

İkincisi, AKP ve Erdoğan iktidarının kendisine demokrasi, hukuk, özgürlük ve de laiklik konusunda bilinen doğruların çok dışında bir anlam dünyası yarattığı gibi, kendi yarattığı anlam dünyasına ulaşmak adına her yolu mubah gördüğü de ortada. Tüm bunlara karşı, akıl, sağduyu ve hukuk-içinde kalan yol ve araçların pek işe yaramadığını görmemek ise ancak “körleşme” ile açıklanabilir!

Özetle, anayasanın çok yönlü çiğnendiğini sağır sultanlar duydu, bunlar duymadı!

Çünkü iki dilli bir memleket var ve birinin ötekini tümüyle ortadan kaldırmaya yöneldiği ortada. Hükümranlık öyle hal aldı ki, “ak” dediklerine “kara “ demek bile yalnız olanaksız değil “suç” olacak gibi!... Buna karşı, hem kendi dilinizin dışında öteki dili öğrenmek ve o dille onun taraftarlarına ulaşmak hem de yeni ve cazip yöntemler bulmaktan başka yol da yok.

Islık çalmak böyle bir yol olabilir! Sessiz ama çok şey anlatan; zarif ama gücü var; muhalif ama paylaşılmaya yatkın.

Islığa zaman zaman şarkılar da eklenebilir. Özellikle işi yazmak olan gazete yazarları ıslığı yazıya uyarlayabilirler. Yani yazmak istediğini yazarken, araya da şarkılardan seçmeler serpiştirebilir. Anayasa değişikliklerinden mi söz edecek; bir kaç satır yapılan anayasa değişikliği ve bir kaç satır uygun bir şarkı-türkü...

İşte bir kaç örnek:

Anayasa değişikliğine göre milletvekillerini Cumhurbaşkanı seçecek!

“Sen yeter ki sev kulun olayım

Bir dile bin yıl kölen olayım” (Sertap Erener, “Sen yeter ki sev” şarkısı)

AKP’liler gizli oyu açık oya dönüştürdü! Suç işliyorsun diye bağıran CHP’liye Sağlık Bakanı Recep Akdağ “suç işliyorum, sana ne; sana mı soracağım” gibi veciz bir cevap verdi!

“Ben seçtim, sen ettin içine

Bulduk belamızı aşkın en arsızı

Düştü, üşüştü, başüstü, bana küstün

Sen suçlu, sen güçlü

Bana yetmedi bu dürüstlüğüm” (Doğukan Medetoğlu, “Sevemedim” şarkısı)

Özetle, mezarlıktan geçerken korkudan kurtulmak için başvurulan şu ıslık meselesi bana gayet hoş göründü.

Beğenmediniz mi? Öyleyse siz daha iyilerini bulun; engel yok! Ama lütfen, şu karanlığa biraz ışık-umut getirin.