Erdoğan, 5 Mayıs’ta partisinin Kayseri Kadın Kolları kongresinde bir konuşma yapmış ve şöyle demişti:

“Birileri bir fitne fesat kaynatıyor. Bu ne biliyor musunuz? ‘Oyumu cumhurbaşkanına vereceğim ama parlamentoda AK Parti’ye vermeyeceğim.’ Böyle bir şeye siz ne diyorsunuz? Böyle bir şey olabilir mi? Bu oyunu da bozmaya var mıyız? Bu oyun, bu tezgâh… Kimlerin olduğunu anlıyorsunuz. İnşallah bu münafıklar çetesini 24 Haziran’da hep birlikte yere gömeceğiz.”

Bahçeli ise 7 Haziran’da Kadir Has Kongre Merkezi Spor Salonu’nda düzenlenen “24 Haziran Yeni Bir Doğuş: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Neden, Nasıl” başlıklı toplantıda AKP’li vekilleri şu sert cümlelerle uyarmıştı:

“Özellikle AKP’li milletvekili adayları; kendinize dikkat edin, fitneye düşmeyin. MHP üzerinde oyun oynamaya kalkmayın. Cumhurbaşkanı adayımız Recep Tayyip Erdoğan’dır. MHP’yi dışlamaya gücünüz yetmeyecektir. Bunu böyle bilin!”

Aynı günlerde MHP Antep 2. sıra Milletvekili Adayı Avukat Sermet Atay, bir açıklama yaparak AKP adaylarının “Cumhur İttifakı’nın gereklerini yerine getirmediklerini” ve bu vekil adaylarının gittikleri her yerde MHP’ye oy vermeyin çağrısı yaptıklarını söylüyordu. Atay, “AKP Milletvekili Mehmet Erdoğan seçim sahasında MHP aleyhine çalışıyor” diyor ve AKP’li kurmayların ne yapmaya çalıştıklarına anlam veremediğini de belirtiyordu.

Bugünden geriye doğru baktığımızda anlaşılmayacak bir şey olmadığını görebiliyoruz. Erdoğan’ın “nifak” açıklaması da, Bahçeli’nin uyarıları da, sahadaki AKP-MHP gerilimi de, AKP’den MHP’ye ciddi bir oy kayışı olacağının, daha doğrusu AKP’deki emanet “ülkücü oyları”nın MHP’ye geri döneceğinin anlaşılmasıyla ilgiliydi ve taraflar buna göre hamleler yapıyorlardı.

Peki bunun nedeni neydi, neden AKP’den MHP’ye bir oy kayması olmuş, MHP kendi içinden daha ilk seçimde % 10 civarı oy alan bir parti çıkarmasına, üstelik doğru dürüst bir seçim çalışması yapmamasına rağmen bir önceki seçimdeki oylarını korumayı nasıl başarmıştı?

Önce 7 Haziran seçimlerine bakalım. Bu seçimde AKP’nin oyları % 40.87’ye düşerken, MHP’nin oyları % 16.29’a yükselmişti. Sadece dört ay sonra yapılan 1 Kasım seçimlerinde ise AKP’nin oyu % 49’a yükselecek, MHP ise 11.9’a düşecekti. Peki bu dört ayda ne olmuştu hatırlıyor muyuz? Savaş siyaseti yeniden devreye sokulmuş, toplum çok sert bir şekilde kutuplaştırılmış, Suruç’ta ve Ankara’da çok kanlı katliamlar gerçekleşmiş ve toplum güvenlik kaygılarıyla sandığa götürülerek rejim inşasına uygun bir sonuç alınmıştı.

Peki 24 Haziran’da ne oldu? AKP’nin oyları % 42.6’ya düşerken, MHP İYİ Parti’ye rağmen % 11.1 oy aldı ve 1 Kasım’daki oy oranını büyük ölçüde korumayı başardı. Yani MHP’den İYİ Parti’ye belli ölçülerde oy kayması oldu ama AKP’den de MHP’ye bunu telafi edecek ölçüde oy kaydı. Dolayısıyla son üç seçimde de konjonktüre bağlı olarak sağ oyların büyük ölçüde AKP ile MHP arasında gidip geldiği görüldü.

Buradan çıkarabileceğimiz iki sonuç var: Birincisi, İYİ Parti bir “doktrin partisi” olarak kurulmadı, yani lider kadrosunun önemlice bir bölümü ülkücü kökenli olsa da kendisini “ülkücülük” üzerinden kurmadı ve ülkücülüğün diliyle konuşmadı. Bu da MHP’den İYİ Parti’ye oy kaymasını sınırladı, ülkücü taban partisinde kalmayı tercih etti. Ve ikincisi, özellikle 15 Temmuz sonrası, MHP, devlet aygıtı ve bürokrasi içerisinde Cemaatten boşalan yerleri doldurmaya başladıkça, ülkücü tabanın özgüveni tekrar yerine gelmeye ve devlet partisi olduklarına dair kanaat yeniden güçlenmeye başladı. Yani AKP zirvedeyken özellikle taşrada güç istencinden kaynaklı olarak bu partiye yönelen oylar, tekrar kendi mecrasına döndü.

Doğudaki oy artışına gelince, muhtemelen burada da, özellikle savaş süreciyle birlikte bölgeye yığılan güvenlik aygıtına mensup personel, yani polis, asker, jandarma, özel harekâtçı, uzman çavuş, istihbaratçı kadrolar MHP’ye yöneldi, içeride ve dışarıda izlenen savaş politikaları bu kadrolar arasında ülkücülüğü yeniden başat ideoloji haline getirdi. Afrin Operasyonu boyunca sahadan gelen görüntüler hatırlanırsa, dediğim daha iyi anlaşılacaktır: Yapılan bozkurt işaretleri, duvarlara çizilen üç hilaller, üniformalara runik alfabeyle “Türk” yazılması vesaire, hepsi milliyetçiliğin güvenlik aygıtı içerisinde yeniden yükselişinin göstergeleriydi.

Yani eğer komplo teorilerinin iddia ettiği üzere “devlet aklı” MHP’ye AKP’ye bekçilik etme görevini vermediyse ya da iktidar hileyi gözlerden kaçırmak için kendi oylarının düşmesine dahi razı olup ortağının oylarını yükseltmediyse, MHP oyları yukarıda izah etmeye çalıştığım süreçle bağlantılı olarak kimsenin beklemediği bir oranda çıktı.

Bu tablonun Saray’ı MHP’ye hiç olmadığı kadar bağımlı hale getirdiğini öne süren tezler, eğer meseleyi basitçe parlamento aritmetiği üzerinden okuyorlarsa, bunun çok gerçekçi olmadığını, yeni rejimin ülkeyi yönetmek için Meclis’e pek de ihtiyacı olmadığını söyleyebiliriz. Bakılması gereken yer ise esas olarak devlet aygıtı ve bürokrasidir, ortaklar arasında bir gerilim yaşanacaksa, esas olarak burada yaşanacak, MHP’nin yeniden devlete yerleşmesinin kritik sonuçları olacaktır.