Kral Midas’ın hikâyesi bu topraklarda geçer. Midas bir kral olarak, sonsuz bir kudret arayışında misafir ettiği tanrıdan, ona dokunduğu her şeyi altına çevirebilecek bir güç vermesini ister. Soylu olmayan bir kökenden gelen Midas, kral olmasına rağmen kendini güvende hissetmez; her şeyi altına dönüştüren dokunuşu, bu zafiyeti gidermenin bir aracı olarak görür. Ne var ki bu isteği gerçekleştiği andan itibaren Kral Midas’ı büyük bir trajedi beklemektedir; dokunduğu her şey sevdikleri de dahil olmak üzere, soğuk bir metale dönüşür.

Altın ya da paranın bugün en büyük güç sembolü olduğunun hepimiz farkındayız. Ama aynı zamanda bu maddiyatçılığın Kral Midas hikâyesinin işaret ettiği trajediyi de içinde barındığını biliyoruz. Freud, enteresan bir biçimde bilinç altında paranın dışkı ile özdeşleştirildiğini öne sürer. Bu tez, Midas’ın trajedisiyle taşıdığı paralelliğe karşın şaşırtıcıdır. Yaşamımızı bu derece belirleyen ve bir arzu nesnesine dönüşen paranın, midemizi kaldıran dışkı ile, bilinç altında da olsa eşit bir statü kazanması kolay sindirebileceğimiz bir çıkarım değildir. Freud’un tezi oldukça karmaşık bir akıl yürütme biçimine dayandığı için burada ele almak mümkün değil. Ancak bu tezi desteklemek açısından okuyucuya, paranın bütün çekiciliğine karşın çok geniş bir kesim için bir kirlenme, yolsuzluk ve kötülüğün kaynağı olarak gösterilmesini hatırlatmakla yetineceğim.

Öte yandan eğer Freud’un altın/para ve dışkı özdeşleştirmesine görsel bir delil isteniyorsa; geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya da yansıyan Dipsiz Göl görüntülerine bakmak yeterli! Gümüşhane’nin Taşköprü Yaylası’nda bulunan 12 bin yıllık eşsiz güzellikteki Dipsiz Göl artık bir çamur çukuru! Çoğumuzun bildiği gibi Dipsiz Göl, geçtiğimiz kKasım ayında define aramak için ilgili kamu otoritesinden izin alınarak kazılmıştı. Olayın ortaya çıkışı sonrasında bu izni veren Gümüşhane Kültür ve Turizm İl Müdürü görevden alındı. Geçtiğimiz günlerde İl Müdürü göreve dönse de, tekrar su verilen Dipsiz Göl, artık dibi görünmeyen bir çamur çukurundan ibaret!

Büyük kentlerdeki devasa örnekler yerine Gümüşhane örneğini iki açıdan önemli buldum. Birincisi, Dipsiz Göl’ün uzunca bir sürede oluşan doğal yapısını hoyratça bozan bu müdahalenin çok benzer bir biçiminin çok daha büyük ölçekte Kanal İstanbul Projesi çerçevesinde İstanbul’un Kuzey’indeki orman ve su havzalarına yapılacak. Uzmanlar, doğayı paraya tahvil etmeyi amaçlayan bu devasa projenin geriye Dipsiz Göl gibi bir çamur deryası bırakacağını söylüyor.

Dipsiz Göl örneğini vermemin ikinci nedeni, dokunduğu her şeyi altına çevirme hırsının en ücra köşelere kadar nasıl sirayet ettiğini göstermesi! Üstelik bu tür bir tahribat, izinli biçimde definecilik gibi bir fantezi çerçevesinde gerçekleşebiliyor.

Kuşkusuz geçtiğimiz dönemin en büyük tahribatı başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük kentlerde oldu. İstanbul’un yaşadığı tahribatı görmek için siluetine bakmak yetiyor! Bir Ankaralı olarak yapılı çevreyi altına/paraya tahvil eden organize hırsın en son hedefi haline gelen Saraçoğlu Mahallesi’ne yaptığı dokunuşları kaygıyla izliyorum. İşleri bittiğinde Saraçoğlu Mahallesi’nden geriye kalanın ne olacağını hepimiz biliyoruz!

Meselenin ilginç sayılabilecek yönü bu tahribatı yapanların da aslında durumun farkında olması! “İstanbul’a ihanet ettik” yönlü değerlendirmeleri hatırlayalım. Zizek’in dediği gibi, ne yaptıklarını biliyorlar ama yine de yapıyorlar.

Kral Midas pişmanlık getirdiğinde, tanrılar ona nehre gidip elini yıkmasını söyler. Midas ellerini yıkayıp sarayına döndüğünde dokunup altına dönüştürdüğü her şeyin eski halini aldığını sevinç içinde görür.

Mesele şu ki geldiğimiz noktada pişmanlık getirenlerin ellerini yıkayabilecekleri bir nehir yok! HES projeleri ile onlar da altına çevrildi.

Akmıyorlar artık!