Film, karanlık bir Amerika tablosu çiziyor. Hem kelimenin gerçek anlamıyla, hem de politik anlamıyla. Bir yanda dini fanatiklerin oluşturduğu tekinsiz tarikatlar, diğer yanda ise militaristleşmiş bir kontrol devleti bütün ağırlığıyla yaşamın üzerine çökmüş

Midnight Special: Mahpushanede parlayan ışık

Jeff Nichols, yeni kuşak Amerikan film yönetmenlerinin en önemlilerinden biri. Bizde bildiğim kadarıyla bir tek ‘Sığınak/Take Shelter’ adlı filmi vizyona girdi ki bu filmle Cannes'da Eleştirmenler Haftası'nda en iyi film ödülünü kazanmıştı. ‘Midnight Special’, Nichols'ın dördüncü filmi. Nichols, önceki filmi ‘Mud’ ve bir sonraki filmi ‘Loving’le olduğu gibi, ‘Midnight Special’la da Cannes'da Altın Palmiye için yarıştı.

‘Midnight Special’ın olay örgüsü kendi fantastik çerçevesi içinde dahi çok fazla boşluk içeriyor. Ama filme kendinizi teslim ettiğinizde, kaptırıp gidiyorsunuz. Çok iyi bir kurgu, çok iyi bir müzik, çok iyi bir sinematografi ve iyi oyunculuklar, insana büyük bir sinema izleme keyfi yaşatıyor. Filmi, seyrettikten sonra üzerine düşünmek en iyisi. O zaman da eliniz boş dönmüyorsunuz. Hikâyenin kendisi belki değil ama işaret ettikleri anlamlı.



Filmin asıl hikâyesi ve derdi
‘Midnight Special’, karanlık bir Amerika tablosu çiziyor. Hem kelimenin gerçek anlamıyla, hem de politik anlamıyla. Bir yanda dini fanatiklerin oluşturduğu tekinsiz tarikatlar, diğer yanda ise militaristleşmiş bir kontrol devleti bütün ağırlığıyla yaşamın üzerine çökmüş. Fiilen üzerine çöktükleri ise, olağanüstü özellikleri olan Alton adlı bir çocuk. Alton'un bir peygamber olduğuna inanan tarikat bir yandan, çocuğun bir tür silah olduğunu düşünen devletin tahakküm araçları (FBI, CIA, NSA) diğer yandan, Alton'u kontrolleri altına almaya çalışıyorlar. Alton'un babası Roy (Nichols'ün favori oyuncusu Michael Shannon) bir arkadaşıyla birlikte Alton'u, kendi potansiyelini gerçekleştirebileceği bir geleceğe ulaştırabilmek için bu iki canavardan (Leviathan'dan da diyebiliriz, Zvyagintsev'nin son filmine gönderme yaparak) kaçırıyor. Filmin asıl hikâyesi de, derdi bu: Bu berbat çağda, çocuklarımızı devletin ve yobazların elinden kurtarıp kendi potansiyellerini gerçekleştirebilecekleri bir hayata nasıl yönlendirebiliriz? Bu soru, Amerika'nın sorusu olduğu gibi, bizim de sorumuz. Pırıl pırıl parlayan, kelimenin tam anlamıyla ışık saçan Alton, nasıl kurtulur? Nichols'un cevabı, Asiye'nin kurtuluşuna verilen cevaptan farklılaşıyor fakat. Nichols, eleştirdiği düzenin değişiminden çok, metafizik bir cevapta karar kılıyor. Fakat hem ‘Asiye Nasıl Kurtulur?’ hem de ‘Midnight Special’ (Alton Nasıl Kurtulur?) sorunu aynı yerde, düzende görüyorlar.

Alton, kendisi ışık saçarken, ışığa ve sese karşı korunmak zorunda. Bu nedenle havuz gözlükleri ve koruyucu kulaklıklar takıyor. Bunları, günümüzün imge ve ses bombardımanı altında ezilmekten korunmak olarak okuyabiliriz. Alton'a yardımcı olan ve devletine ihanet eden bir NSA (National Security Agency-Ulusal Güvenlik Kurumu) çalışanı var filmde. Adam Driver'ın canlandırdığı bu karakter, NSA'de çalışıp, bu bilgileri basına sızdırarak " vatanına ihanet eden" Edward Snowden'i hatırlatıyor. NSA, bütün dünyayı dinleyen ve kayıt altına alan "büyük birader"imiz. Snowden, şu anda sürgünde yaşıyor ve hikâyesi nefis belgesel ‘Citizenfour’la sinemaların perdelerine yansımıştı.

‘Midnight Special’ı bütün bu örtük anlamlarının dışında, iyi çekilmiş ama basit bir film olarak da seyredip zevk almak mümkün. Sonunda, "ya ne saçma hikâye bu!" diye çıksanız bile, iyi yapılmış bir film seyrettiğinizi yadsımanız zor.


Yönetmen bize ne diyor?
Filmin adı, efsanevi bluescu Lead Belly'nin 1934 tarihli bir şarkısından geliyor. Lead Belly şarkıyı hapisteyken yazmış. Midnight Special ise, Geceyarısı Expresi'nin adı. Şarkı, hücresinden, trenin ışıklarını görüp özgürlük hayaline kapılan mahkûmun dünyasını anlatıyor. Yaşadığımız hapishaneden biz kaçamasak bile, çocuklarımız kaçacak demeye getiriyor Jeff Nichols.