National İmagery and Mapping Agency (NIMA), 1996 yılında ABD’de on bine yakın çalışanıyla askeri uydular tarafından kaydedilen...

National İmagery and Mapping Agency (NIMA), 1996 yılında ABD’de on bine yakın çalışanıyla askeri uydular tarafından kaydedilen bütün imgeleri merkezi bir sistemde tasnif etmek ve numaralandırmak için kuruldu. Başta savunma ve istihbarat amaçlı olan bu kuruluş, 1997’den bu yana Global İnformation Dominance isimli bir programa öncülük ederek dünyadaki ticari imge akışını denetlemekte. Japonya’da ise hükümet ülke sınırları içerisinde banyo ettirilen her fotoğraf başına bir ücret ödemekte ve kopyalarını satın almakta. Ne için? Yanıtı zor değil; imgelerin denetimini kontrol altında tutmak istiyorlar. Bu imgelere bakan gözü denetlemek anlamına geliyor. Gözün denetimi ise bakışı doyurmaktan geçiyor. Bakış göze indirgeneceği yerde simgeselliğin egemenliğine havale ediliyor.

NIMA’nın ve Japon imge istihbarat örgütünün ister ticari imge akışını ellerinde tutmak ve toplumu denetlemek olsun, ister 1871 yılında Paris polisinin komüncülere karşı fotoğrafik bir arşiv yardımıyla giriştiği kanlı harekât olsun, camera obscuradan günümüze uzanan bu serüven, Foucault’nun gözetim ya da denetim toplumu tespitiyle ilintili. 

İmgeler toplum üzerinde bu kadar etkiliyse o zaman üzerinde biraz durmaya değer.

İmgeler, yalnızca görünmeyeni görünür kılmazlar, aynı zamanda görünmeyeni kendi içinde saklarlar. (Örneğin, güç imgesi aynı zamanda güçsüzlüğü de içinde saklar.)

İmgeler pornografik olabilmektedir, görüntünün içinde gizlenen kör bir alandır bu. Kastedilen, popüler bilinçteki yaygın anlamıyla cinsel ilişkiyi her türlü ayrıntısıyla göze getiren temsil biçimi değildir. Bu imgeler kişinin kendine ait gözünü yitirmesine yol açar ve göz ile bakış arasında oluşan bakışım alanını yok eder ya da kendine özgü bir oyunla perdeler ve duyuları zaman içinde köreltir.

Kendi aşırılığını dayatan, kendi bakılma arzusunu dışavuran ve kendini hakikat olduğu iddiasıyla ortaya koyan bütün imgeler pornografiktir diyor Jameson.

Pornografi, göz ile bakış arasındaki ayrımı ortadan kaldırıyor ve seyirciyi ekranda gördüğü imgeler karşısında edilgen hale sokuyor, yani felce uğratmış nesnesel bir bakışa indirgiyor. Bu yüzden iktidarın dolaşıma soktuğu imgeler bir anlamda pornografiktir de.

Hızla akan imgeler düşünmeye zaman bırakmıyor. Seyirciyi televizyon başında mıhlıyor.(Son dönemlerde ekranları kaplayan ve gazetelerin körüklediği savaş söylemleri ve imgeleri karşısında herkes mıhlanmış görünüyor.)

Savaşın ve şiddetin imgeleri; yalnızca jetler ve onlardan atılan bombalar, patlamalar, yıkıntılardan menkul imgeler değil, insana ve yaşama dair yıkımların imgeleridir de… İletişim teknolojileri ile dolaşıma sokulan görsel imgeler, algılarımızı şekillendirirler... Kastedilen imgelerin dolaşıma sunuluş biçimleri ideolojiktir, milliyetçidir, ötekileştiricidir, hınç duygularını körükleyicidir. Üstelik bütün bu imgeler söylemlerle beslenmektedir. Barışın dili değildir bu söylemler. Dindardırlar ama dini alet etmekte sakınca görmezler. Milliyetçilerdir, ama medya yoluyla sundukları dilin ve yaydıkları bu imgelerin yalnızca ötekileştirdiklerine değil kendini içinde tanımladığı milletine de zararı dokunacağının farkında değillerdir, farkında iseler de görünen odur ki umurlarında değildir. Ötekileştiricidir, tam da bu yüzden kendi de insanlıkları tartışılır hale gelir. Hınç söylemleriyle beslenirler ama körükledikleri ne yazık ki yol ayrımıdır. 

Ne yapmalı? Az sayıda birey ve bir-iki örgütlü güç bir şeyler yapmaya çabalarken, STK’lar, birçok meslek örgütleri, demokratik kurum ve kuruluşlar, sendikalar ne için varlar? Doğrudur, açıp okuduğunuzda tüzüklerinde ‘barışı katkı sağlamak’ yazmaz belki ama örgütlülüklerinin amaçlarını da unutmuş gibidirler. Farkında değiller midir acaba, ülke kaosa doğru sürüklendikçe olan bu ülkenin evlatlarına dolayısıyla kendi evlatlarına olacak. Şimdi savaşa militanca, yiğitçe dur deyip kalkan olmazlarsa yarın kaynayan kazanda pişen aşa tuz serptiklerini görmeleri geç olmayacak mı?

John Berger “Görme Biçimleri”  nde her imgede bir görme biçimi yatsa da bir imgeyi algılayışımız ya da değerlendirişimiz aynı zamanda görme biçimimize de bağlıdır dedikten sonra bir örnek veriyor; Shelia yirmi kişi arasında tek bir insandır, ama yalnız bizi ilgilendiren nedenlerle gözümüz ondan başkasını görmez.

Buradan bir çıkarsama yapalım ve sorularımızı soralım. Savaşın imgeleri görünürken ve dili onca sivriyken barış için kıllarını kıpırdatmayanların görme biçimleri çıkara mı dayanmaktadır? Barışın imgeleri yeterince dolaşımda değilse bunun için özeleştiri yapmaya niyetleri var mıdır? Yoksa iktidarın karşısında/ televizyonlarının başında gözüne fener tutulmuş tavşan misali donan yalnızca mıhlanmış bakışlar mıdır?

Üzgünüm, ama iktidar tarafından avlandınız galiba?