Büyük çabalarla ve riskler alınarak anlatılmak, açıklanmak istenen şeyler bazen çok basit bir şekilde hiç kimsenin üstünü örtemeyeceği şekilde apaçık ortaya çıkar. Buna rağmen bazen “sehven” denilerek bazen “yol kazası” denilerek yalana devam edilmek, üstü örtülmek istenir.

İki gün önce böyle bir olay yaşandı. Kendi açıklamasına göre 1 milyon 112 bin işçinin üye olduğu Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) başkanı olan Ergün Atalay’ı ve yaşanan tüm sahtekârlığı açık unutulan bir mikrofon ele verdi.
Türk-İş toplu iş sözleşme süreci başladığında en düşük işçi ücretinin 3 bin 500 liraya yükseltilmesini, tüm kamu işçilerine brüt 300 lira, ilk altı ay yüzde 15, ikinci, üçüncü ve dördüncü altı aylarda enflasyon artı 3 puan refah zammı talep ediyordu. Üstelik bu noktadan geri adım atılmayacağını gerekirse eylem ve greve başvurulacağını ilan etmişti başkan.

Ancak “sürpriz” bir şekilde anlaşma açıklandı: “3 bin 500 TL’nin altındaki işçiye 150 TL zam, tüm işçilere bu yıl için ilk altı ay yüzde 8, ikinci altı ay için yüzde 4, 2020 için ilk altı ay yüzde 3, ikinci altı ay yüzde 3 enflasyon farkı oranında zam.”
Sendikaların beklentinin çok altında kazanımlara evet dediği toplu iş sözleşmesi pazarlıkları daha önce de olmuştu. Ama bu “pazarlığı” diğerlerinden farklı kılan, Ergün Atalay’ın açık unutulan mikrofona yansıyan “Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle” sözleri oldu. Bu sözlerin öncesi ve sonrasının da olduğu muhakkak.

Ama en az mikrofona yansıyan sözler kadar vahim olan sözler, daha sonra açıkça edildi. Ergün Atalay “Cumhurbaşkanı ile görüşerek” bu kararı aldığını söyledi FoxTv ekranlarında. Nitekim Harb-İş Sendikası Eskişehir Şubesi; “Hükümetin 220 günde Türk-İş ile sadece 3 defa görüşme yapması hükümetin işçi konfederasyonunu dikkate almadığının bir göstergesi değil midir? Türk-İş Genel Başkanının hem siyaset üstüyüm demesi hem de ‘Zam oranını Cumhurbaşkanı ile görüşerek aldık, yoksa bunu da vermeyeceklerdi’ demesi içine düştüğü açmazın ve teslimiyetin yansımasıdır.Biz gerçek enflasyonun altında zam alan, aldığı tüm zammı da vergi olarak devlete geri ödeyen emekçileriz. Türk-İş ile Hükümet arasında varılan anlaşmayı da Türk-İş’in bu tutumunu da kabul etmiyoruz. Hükümetin masasına oturan değil Hükümetle masaya oturan, emekçilerin hak ve hukuklarını gerçek manada koruyan, sınıfsal bir duruşu olan Türk-İş istiyoruz.” Diyerek anlaşmayı protesto etti.

İşte bir siyaset üstü “Reis meftunu” daha! Değişmeyen ise, halk ve emek karşıtı tutumu meşrulaştırmak için kullanılması “siyaset üstü” retoriğinin.

Türk-İş Başkanı için haklı olarak epey tepki ve istifa çağrısı yapılmışken utanç verici konuşmanın diğer tarafı ile ilgili aynı oranda tepki oluşmadı. Oysa hem aslında belirleyicinin Cumhurbaşkanı olduğu bir pazarlıkta belirleyiciymiş gibi davrandığı, hem emek ve ekmek üzerine bir aldatmacanın ve tiyatro pazarlığın figüranı olduğu, hem de gaz almak için Sendika Başkanı tarafından verilen “Tarım Bakanlığı geçicilerini çözeceğini söyle sen burada” talimatını yerine getirdiği için asıl istifayı “hak eden” taraf Çalışma Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk olmalı.

Açık bir mikrofon bize, bakanımızın aslında “bakan hükmünde” olmadığını, sendikamızın sendika olmadığını, toplu pazarlığın pazarlık olmadığını ve “sarayda yapıldığını”, sendika başkanımızın ise “siyaset üstü!” olduğunu net bir şekilde göstermiş oldu.
Dünyadaki sendikaların karşı karşıya kaldığı değişen koşullara uyum sağlama zorluğu yanında, ülkemize özgü sorunlarla da boğuşmak zorunda işçilerimiz ve “hakiki” sendikalarımız.