Edebiyat tarihçilerince sembolizmin öncüsü gösterilse de, sembolist akımla ortak bir yanı yoktur Rimbaud’nun Henry Miller’ya göre ve hatta sürrealistlerle de ilgisi yoktur. Birçok akımın babasıdır Rimbaud ve hiçbiriyle akraba değildir

Miller ve Rimbaud: Büyük Buluşma!

DENİZ POYRAZ

“Eylem, yaşam değildir; fakat kendi kuvvetini israf etmenin bir biçimidir.”
Arthur Rimbaud


Arthur Rimbaud, 19.yy’ın ortasında dünyaya geldi. Bu yüzyıl kimilerine göre huzursuzluk, kaos, anarşi kimilerine göre de ilerleme ve devrimler yüzyılıydı. Sanat, felsefe ve edebiyat tarihi kitaplarında geçen en uzun ve belki de en mühim isim listesi yine bu yüzyıla ait olacaktı: Kierkegaard, Nietzsche, Wilde, Ibsen, Gide, Doyle, Gogol, Zola, David, Goya, Monet, Manet, Gogh, Matisse…

Öte yandan, Gomrich’in belirttiği üzere 19.yy sanatının tarihi, hiçbir zaman, çağının başarılı ve en çok para kazanan ustalarının tarihi değil; tersine, kendi adlarına düşünme korkusuzluğunu ve inatçılığını gösteren, zamanın egemen kurallarını korkmadan eleştiren ve böylece sanatları için yeni olanaklar yaratan bir dizi yalnız insanın tarihi olacaktı. Arthur Rimbaud ya da yalnızların en yalnızı ve en lanetli şairi, Fransız şiirinin kaderini sonsuza dek değiştirmek ve kendinden sonraki tüm şairleri etkilemek üzere olduğunu bilmeden, dizelerini art arda sıralamaktaydı. Rimbaud’nun tanrısı, kötülüğün derinliklerini kulaçlamış olan Baudelaire’di. Fakat Baudeleaire sadece yüreğini açmıştı okura. Oysa Rimbaud yüreğini söküp çıkartıyor ve yavaş yavaş yiyip bitiriyordu satır aralarında…

Ondokuzuncu yüzyıl dışsal olarak maddi ilerlemeye adanmış, tamamı fiziksel dünyaya ait olan bir keşifler ve icatlar yüzyılı görünümü verir. Fakat sanatçıların ve düşünürlerin demir attıkları iç taraflarında derinlere inen bir huzursuzluk gözlemleriz. Rimbaud bu çatışkıyı birkaç sayfada özetler yazdıklarıyla. Fakat bu yetmiyormuş gibi, o dönemin karakteristiği olan esrarengiz damgayı kendi yaşamına da vurur. Gerçek anlamda çağın insanıdır; tıpkı Goethe, Shelley, Blake, Nietzsche, Hegel, Marx ve Dostoyevski gibi.

Miller’nın Gözüyle Rimbaud

miller-ve-rimbaud-buyuk-bulusma-199605-1.“Her şair birkaç hayranlık uyandırıcı pasaj, birkaç unutulmaz cümle ortaya koyar, fakat Rimbaud’da bunların sonu gelmez; yağmalanmış bir mücevher kutusunun değerli taşları gibi sayfalarının arasına serpiştirilmişlerdir. Bu yetenek de, bir kimseyi Rimbaud’yla bağlayan bağları kopmaz kılar.” Bu sözler Seksus - Pleksus - Neksus üçlemesinin yazarı, 20.yy’ın büyük ve sıradışı kalemi Henry Miller’ya ait. Miller’nın Rimbaud’ya duyduğu kıskançlık zamanla hayranlığa dönmüş; bugün ne yazık ki baskısı bulunmayan ‘Rimbaud ya da Büyük İsyan’ adlı deneme işte böyle ortaya çıkmış.

“O, dehasından ötürü kıskandığım bir şair; tüm ötekiler, ne denli büyük olsalar da bende kıskançlık doğurmuyorlar. Rimbaud’yu gençliğimde okumuş olsaydım, belki de asla tek bir satır yazamazdım,” diyen Miller, Rimbaud’nun adını ilk kez 1927 yılında, Brooklyn’de kasvetli bir evin bodrum katında, otuz altı yaşındayken işitmiş. Küçüklüğünden beri sözcüklerin tınısına, tılsımına, büyülü güçlerine aşık olan Miller, daha Rimbaud üzerine okuduğu ilk sayfada bu yeteneğin onda da bulunduğunu fark etmiş.

Miller’nın Rimbaud’yu sevmesinde yaşamöyküsel yakınlıklar da etkili olmuş. Miller’nın annesi de Bayan Rimbaud gibi kuzeyli bir tipmiş: soğuk, eleştirel, gururlu, merhametsiz ve püriten. Rimbaud gibi Miller da doğduğu yerden nefret ediyormuş. İlk başkaldırısı anne - baba evinden, nefret ettiği kentten, ülkesinden ayrılmayı hedefliyormuş. Miller da Rimbaud gibi büyümüş de küçülmüş bir çocukmuş. “Çocukluğumun ilk yıllarından itibaren tutkulu bir okuyucuydum. Noel hediyesi olarak kitaplardan başka bir şey istemezdim. Kendimi eğitilmiş bir maymun yavrusu gibi hissediyordum,” diyor o günlerden bahsederken.

Rimbaud şiiri üzerine uzun uzun tahlilde bulunan Miller’nın, vesileyle sözü kendi çağının şairlerine ve şiir ortamlarına getirmesi ayrıca dikkate değer: “Rimbaud, yaşamını sürdürebilmek için, şair mevkiinde bulunup da olduğundan başka bir şey olmayı reddetti. Bizim şairlerimiz, isimlerine kıskançlıkla titizleniyorlar, fakat mevkiilerinin sorumluluğunu üstlenmeye hevesli görünmüyorlar. Kendilerini şair olarak kanıtlamadılar; sadece kendilerini böyle adlandırabildiklerine sevindiler. Onların dudakları arasında çıkacak olana bağlı bir dünya için değil, birbirleri için yazıyorlar. Kendilerini kasıtlı olarak anlaşılmaz kılmakla, yeteneksizliklerini haklılaştırmaya çalışıyorlar. Övgü düzdükleri kendi küçük benlerinin içine hapsolmuş durumdalar; kendilerini dünyadan uzak tutuyorlar çünkü ilk temasta tuzla buz olacaklarından korkuyorlar.”

Artık ancak seçkin bir erkekler ve kadınlar birliği için var oluyorsa, sanatın vazifesi sona ermiştir, diyor Miller. Çünkü artık söz konusu olan sanat değil, anlamsız bir bireyselliğin yayılmasına hizmet eden, gizli bir derneğin şifreli dilidir ona göre. Sanat insanî coşkuları uyandıran, gözleri açan ve öngörü, cesaret ve inanç kazandıran bir şeydir. Ve sorar Miller gizleme gereği duymadığı bir ironi ile: “Son yıllarda herhangi bir sözcük sanatçısı, dünyayı Hitler’in yapabildiği kadar heyecanlandırmış mıdır? Herhangi bir şiir dünyayı atom bombasının sarstığı kadar sarsmış mıdır? Ortada beşinci sınıf bile olsa bir şair görebiliyor musunuz?”

Uyaklı veya uyaksız yazan dize kuyumcularına şair demiyor Miller. Onun için şair, dünyayı temelden değiştirebilme durumunda olan kişidir. Bu durumda yine Rimbaud’ya çeviriyor gözümüzü: “Rimbaud’nun arılığı, hiçbir yerde, eseri boyunca koruduğu bu tavizsiz temel seste olduğundan daha açık bir biçimde gün ışığına çıkmaz. Çok çeşitli insan tipleri tarafından anlaşılır, tıpkı çok çeşitli insan tipleri tarafından yanlış anlaşıldığı gibi. Taklitçilerinin foyası hemen meydana çıkartılabilir.” Edebiyat tarihçilerince sembolizmin öncüsü gösterilse de, sembolist akımla ortak bir yanı yoktur Rimbaud’nun Miller’ya göre ve hatta sürrealistlerle de bir ilgisi yoktur. Birçok akımın babasıdır Rimbaud ve hiçbiriyle akraba değildir.

“Gizem insanın kalbinde…”
Savaşların, bombaların, artan kitlesel ölümlerin 21.yy’ından edebiyatın bu iki büyük ustasının yaşamlarına, yazdıklarına bakmak insana dair umutlarımızı besliyor az biraz; ayrıca iyi yazın’ın her devir yeni okumalara ve yorumlara açık olduğu ortada. Şiir, şair ve sanat ilişkisinden hâlâ heyecan duyabilen okura Henry Miller’nın şimdilik yalnızca sahaf raflarında bulunabilen ‘Rimbaud ya da Büyük İsyan’ kitabını şiddetle tavsiye ederken, sözü Miller’ya bırakıp veda edelim…
“Atom enerjilerinin gizemli bir yanı yok; gizem insanın kalbinde. Atom enerjisinin keşfedilişi, artık birbirimize asla güvenemeyeceğimizin keşfedilişiyle aynı zamanda gerçekleşmiştir. Yazgısal olan burada yatmaktadır: hiçbir bombanın yok edemeyeceği bu yedi başlı korkuda. Gerçek dönek, komşusuna inancını yitirmiş insandır.”

Not: Cengiz Uğur’a teşekkürler…