Türkiye’deki hâkim siyasetin ve sermayenin öne çıkmış inşaatçı kolunun, kısmen dahi “hesap soran” bir siyaset tarzını tehlikeli bulduğu ve bulacağı bir kez daha anlaşılmış bulunuyor.

Millet İttifakı sonrası

Oğuz OYAN

Yazımın başlığı, Birgün Pazar’ın dosya konusuyla uyumlu olarak, “Piyasacı mantıkla nereye kadar?” idi ve epeyce de ilerletmiştim yazıyı. 3 Mart Cuma öğleden sonra Akşener’in “Masa”dan kalkmasıyla birlikte hem gündem hem de yazım değişmiş oldu.

Şimdi bu yeni gündemi birçok açıdan ele almak mümkün. En sıcak dönemden başlayalım: 2 Mart toplantısında “Masa”dan bir sonuç alınmaması ve Akşener’in 6 Mart’a kadar süre istemesi esasen işin o kadar bile beklemeyeceğinin bir işareti gibiydi. Nitekim İYİP il başkanlarının 3 Mart sabahı için Ankara’ya çağrılmış olması da bunun göstergesiydi. Sonuçta, ihtimal dahilinde olan şey gerçekleşiverdi.


İYİP, bu ittifakın başından beri en zayıf halkasıydı. Masa’nın diğer partileriyle arasında en fazla mesafe olan partisiydi aynı zamanda. Sadece Cumhurbaşkanı (CB) adayı açısından değil. İYİP liderliği ve yönetimi, toplumdaki ağırlığının çok ötesine giden yüksek siyasi ihtirasların peşindeydi: Merkez sağın ve milliyetçi sağın ana gövdesini oluşturmak, ilerde başbakanlığı hak edebilecek dolayısıyla CHP’nin siyasi ağırlığını aşabilecek bir kitle desteğine sahip olmak, bir bakıma ilan edilmiş hedefleriydi. Ama CB adayı konusundaki talepleri bunun daha da ötesini hemen kazanmak sevdasını gösteriyordu. Gerek Ankara gerekse İstanbul belediye başkanları, eğer aday olabilirlerse, Akşener sayesinde CB adayı yapılmış olmanın şükran borcunu unutmayacak ve İYİP bir taşla birden fazla hedefe ulaşmış olacaktı.

“Merkez sağın ve milliyetçi sağın ana gövdesini oluşturmak” dediğimizde, bu, MHP’yi de içine alan; daha muhafazakâr zeminde bir yeni-merkez sağı oluşturmak üzere yola çıkan (ama şimdilik bunu başaramayan) DEVA ve Gelecek Partilerini (veya tabanlarının önemli bölümünü) de kendi içinde eritmek isteyen; irili ufaklı diğer sistem partilerini de (Zafer, Memleket, Toplumsal Değişim, Bağımsız Türkiye partilerini vb) kendi liderliğinde buluşturan ve böylece sistemin -şimdilik- anamuhalefet hareketini oluşturan bir siyasi “toplanma merkezi” oluşturmayı kastediyoruz. Bunun “Masa” içinde kalarak gerçekleştirilmesi olanaksızdı (Gerçi Masa dışında da zor gözüküyor; çünkü bu yönde genişlemeyi CHP artık daha çok isteyecektir). İYİP, “Masa”nın, kendisinin genişlemesi önünde bir engel oluşturduğu değerlendirmesini epeydir yapıyordu.

Adaylık ve seçimlerle sınırlı olmayan bir mesele de İYİP’nin ittifakta kalmasını güçleştiriyordu herhalde: HDP’nin seçimlerde desteği olmadan “Masa”nın yüzde 50 barajının geçemediği bir siyasi tablo oluşmuş durumdaydı. İYİP tabanından ziyade İYİP’nin ülkücü yönetici takımının bunu sindirmesi mümkün olamamış gibiydi. Kaldı ki, CB seçimleri alınsa bile, seçim sonrasındaki dönemde Meclis’te çoğunluğun sağlanması yani yasama organının bir çoğunluk iradesine sahip olması da “Masa + HDP” fiili ittifakıyla sürdürülebilirdi. Veya… buna razı olmayarak Masa’dan seçim sonrasında kopacak bir İYİP’nin, AKP ile ittifakı gündeme gelebilecekti (MHP’nin yerine geçerek veya onu da kapsayarak). Yani şimdi ipler koparılmazsa seçim sonrasında zaten koparılacaktı. Ancak “6’lı Masa” dağıtılmadan seçimlerden Kılıçdaroğlu’nun CB olarak çıkmış olduğu bir olasılıkta, İYİP ile AKP arasında yapılacak bu tür bir ittifak bir tür “bölünmüş veya yarım-iktidar” sağlayabilecekti.

İYİP yönetiminin tüm bunlar üzerine çalışıp kafa yorduğu anlaşılıyor. Aylardır yönetim kademelerinden verilen işaretlerle Kılıçdaroğlu’nun adaylığının asla kabul edilmeyeceğinin çeşitli şekillerde belli edilmesi de, seçim sonrasını da kapsayan bu hesapların bir sonucu olmalıydı.

İYİP yönetimi içindeki tartışmaların AKP ve devletin istihbarat birimleri tarafından da yakından izlendiğine kuşku yoktur. İzlemenin ötesine gidilip aralarında görüşmeler olmuşsa bu olasılık da hiç şaşırtıcı bulunmamalı. Ülkücü hareketin doğasına uygundur. Ancak İYİP’nin kuruluşundan itibaren etrafında toplamaya çalıştığı cumhuriyetçi yönetici ve seçmen yapısına uygun değildir. Bu nedenle de İYİP’yi bu kararından sonra bir siyasi depremin beklediği açık olmalı. Akşener’in giderayak -biraz da kendi bölücü davranışını temize çekmek adına- CHP listelerinden seçilmiş iki büyükşehir belediye başkanını adaylığa davet etmesi de durumunu kurtaramaz. Tam tersine, bu hareketi CHP’ye yönelik bir bölme operasyonu olarak algılanacak ve tepki görecektir. Eğer bu belediye başkanlarından birisi (daha büyük olasılıkla Ankara BB Başkanı) bu davete icabet ederse, bu tepkinin süreceği varsayılabilir.

Kartlar yeniden karılacak

Bu haftadan itibaren Türkiye’de siyaset sahnesi her türlü gelişmeye açık olacak görünüyor. Aslında seçim sonrasında ortaya çıkması beklenen siyasi kaos biraz erkene alınmış oldu da denilebilir. Çünkü “Altılı Masa” veya “Millet İttifakı” olarak tanımlanan ilkesiz ittifakın, yukarıda belirtilen nedenlerle seçimlerden hemen sonra dağılması zaten gündeme gelecekti. Bu ittifak, HDP’siz bir Meclis çoğunluğunu sağlayabilmiş olsaydı, muhtemelen ömrü biraz daha uzun olurdu. Ama gene de bu durumda dahi kendi iç çekişmeleri nedeniyle bir yılın ötesine gidebilmesi zor olurdu. Türkiye yeniden bir erken seçim veya daha büyük olasılıkla bozulmuş/yenilenmiş ittifaklar sarmalına girerdi.

AKP’nin depremden sonra niçin 14 Mayıs’ta seçim ısrarını sürdürdüğü, İYİP’nin hamlesinden sonra belki daha fazla açıklığa kavuşmuş görünüyor. AKP cenahı herhalde bu gelişmeyi bekliyordu ve stratejisini bunun üzerine kurmuştu. İYİP’yi Cumhur İttifakı’na hemen çekemese bile, “Masa”daki bölünmenin bu kadar kısa sürede toparlanamayacağını hesaplamış olmalıydı.

Peki, Erdoğan’ın karşısına çoklu adayla gidilmesi halinde muhalefet açısından hâlâ bir başarı ihtimali var mıdır? İYİP’nin muhalefet olarak kalmayı sürdürmesi ve aday çıkarması durumunda, CB seçiminin ikinci tura kalması olasılığı hâlâ mümkün olabilir. Ama ikinci tur o kadar da kolay kazanılamayabilir. Çünkü ikinci tura muhtemelen Erdoğan-Kılıçdaroğlu yarışması kalır; İYİP tabanı (artık ne kadarı kalmışsa) burada tercihini nasıl kullanır sorusunun karşılığı önem kazanır. Bu arada, Meclis çoğunluğunu İYİP dışı muhalefet kazanamamışsa, Erdoğan’ın ikinci turda eli daha da güçlenir. Çünkü artık İYİP dahil bir muhalefet toplamından söz edilemeyecektir.

Sonuç: İlkesiz ittifaklar yürümez

Ülkücü hareketin genleri “derin” siyasetin çizdiği parametrelerin dışına pek çıkamaz. Bunu 2002 yılında 57. Hükümetin içerden bölünmesinde ve erken seçimlere sürüklenmesinde görmüştük (Gerçi ilk hamle DSP içinden Atlantik ötesi ittifakları da içeren bölünmeyle gelmişti; ama asıl belirleyici olan Bahçeli’nin hamlesi olmuştu). İYİP yönetimi şimdi bu genlerine dönüş yapmış görünüyor. Bir “merkez sağ” partisi olamayacağını, belki de Türkiye’de artık bir merkez-sağ siyasete yer bulunmadığını da kanıtlamış olarak.

Türkiye’deki hâkim siyasetin ve sermayenin öne çıkmış inşaatçı kolunun, kısmen dahi “hesap soran” bir siyaset tarzını tehlikeli bulduğu ve bulacağı bir kez daha anlaşılmış bulunuyor. Üstelik bu muhalefet türünün bir restorasyoncu vizyondan öteye gitmeyeceği, neoliberal politikaları sürdüreceği bu kadar açıkça ifade edilmişken bile.

Sosyalist solun tam da bu ilkesiz ittifaklara karşı sesini yükselteceği bir döneme girilmiş bulunuyor. Aslında sosyalist sol bu dönemin seçimlerden hemen sonra zaten gündeme geleceğini biliyordu, ama şimdi görev daha erkene çekilmiş durumda. Toplumun soldan gelecek değerlendirmelere ve bunalımdan çıkış önerilerine her zamankinden daha fazla kulak kabartacağı bir döneme de girilmiş oldu. Çoklu depremler zaten bir bilinç sıçramasına yol açmıştı. Düzen siyasetinin dışına çıkabilmek bakımından şimdi buna yenilerinin eklenmesi gerekiyor.