Başkanlık yolunda anayasa halkoylaması için, “Millet ne derse o olur; kaçmayın Milletten” diyen Başbakan Yıldırım’a, aşağıdaki sorular eşliğinde şimdilik birkaç ön hatırlatma:

1- Ohal’de anayasa değişikliği mümkün mü?
OHAL, sıkıyönetim, savaş, işgal vb. ortam koşullarda anayasa değişikliği yasak ve kayıtlamaları öngören birçok anayasa vardır. Fransa (1958), Portekiz (1976), İspanya (1978), Brezilya (1988), Romanya (1991), Belçika (1994) örnekleri belirtilebilir. Bizde bu tür kayıtlar bulunmamakla birlikte, sıkıyönetim döneminde yapılan 1971 Anayasa değişiklikleri, öğretide, meşruluk bakımından uzun süre tartışıldı. 1982 Anayasa yapım ve oylaması sırasındaki ortam ve koşulların gölgesi de, -Anayasa’da yapılan “sivil”(!) ve olumlu yöndeki değişikliklere karşın- silinmiş değil. Bugün ise, ülke genelinde geçerli bir olağanüstü hal (OHAL) ortamında yapılacak anayasa değişikliği, benzer bir tartışmayı beraberinde getirecek. Üstelik bugünün koşulları, 1970’ler ortamından çok daha ağır; sıkıyönetim ötesi bir durum ve bir savaş ortamı.

2- Rejim değişikliği mümkün mü?
Böyle bir ortamda, Anayasa değişikliğinin de ötesinde köklü bir rejim değişikliği öngörülüyor. Oysa, rejim değişikliği, genellikle kopma dönemlerinde veya darbe sonrasında olur. Buna karşılık, darbe bastırıldığı halde, OHAL ortamında rejim değişikliği yapmak, demokratik hukuk devleti açısından son derece sorunlu olduğu gibi, darbe girişimi öncesi dönem üzerinde de ciddi soru işaretleri yaratıyor.

3- Hükümet ve CB anayasa girişiminde bulunabilir mi?
Anayasal statüsüne rağmen Başbakan’ın başlıca iki gündemi var: bir, inşaat sektörü üzerine konuşmak ve icraat; iki, parlamenter rejiminin kötülükleri üzerinde konuşup bunu ortadan kaldırma yönündeki icraatı. Oysa, Anayasal girişimin hangi kimin tarafından ve nasıl yapılacağı madde 175’te ayrıntılı olarak yazılı ve bunda Başbakanın yeri yok.

4- Anayasal kamuoyu oluşabilir mi?
Bu şekildeki görev ve yetki gaspı, sorumluluğu beraberinde getirdiği halde, olağandışı ortam ve koşullarda, hak ve özgürlükleri boğma sonucunu doğurmakta.

Halkoylaması, seçmenlere sunulan seçeneklerin saydam ve korkusuz bir biçimde tartışılabildiği ve serbest tercihlerin ortaya çıktığı bir ortamda mümkün olabilir… Oysa güncel manzara şöyle: görsel-işitsel medya büyük ölçüde CB ve hükümet denetiminde. Bunların parti ayağı, AKP ve MHP. Devlet organları yönünden uzantıları: valiler ve diğer kamu görevlileri.
Muhalefet partileri, çok sınırlı olarak medyada yer bulabiliyor; STÖ ve uzmanlar ise, başkanlık rejimi propagandası yapmaları ölçüsünde.

Bu bakımdan, ortam ve koşullar, 1971, hatta 12 Eylül döneminden de olumsuz; çünkü, o zaman sadece devlet radyo ve TV yayını vardı; dolayısıyla, siyasal iktidarın propaganda araçları sınırlı idi. Bugün, CB konuştuğu zaman, birkaç eğlence ve magazin kanalı dışında, bütün yayınlar “canlı yayın” adı altında kesiliyor. Başbakan için de benzer bir uygulama söz konusu; şimdi bir de kanallar arasında ortak yayın icat edildi.

Kısacası, görsel-işitsel iletişim özgürlüğü temelinde örgütlenmesi ve hizmet vermesi gereken medya (özgürlük alanı)’nın, parti ve tek adam hizmetinde seferber edildiği bir ortamda “anayasal kamuoyu” oluşamaz.

Türkiye’nin sorunları ve çözüm yollarının serbestçe tartışılamadığı bir ortamda, “millet ne derse o olur; kaçmayın milletten” sözü, demokratik söylemden çok, seçmen iradesini saptırmak amacıyla kullanılan bir slogan olmanın ötesinde bir anlam ifade etmez.

5- Bahçeli, Erdoğan kültünü kırabilir mi?
AK Parti kurmay ve çömezleri için son bir haftadır varsa yoksa Bahçeli: toplumun önünü açan, ileriyi görebilen büyük devlet adamı… Kılıçdaroğlu ise, “kaçan kişi”… Zaten AK Partililer, iktidar partisi lideri iken de, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasında, birinci ve ikinci sıralaması yapmamışlardı; ikinci derecede popülaritesi olan kişi Öcalan idi. Şimdi ise, TBMM’de temsil edilen en küçük parti liderinin popülaritesi, sadece, Çankaya köşkünde oturan Yıldırım’ı değil, Külliye mukiminin de önüne geçti.
“Fiili durum son bulsun” sözlerinin üzerine atlayan AK Parti kurmaylarına, CB’nin anayasa-dışı konumunu da tescil ettiren Bahçeli.

Bu iki erken katkısına karşın, tehlikeli bir oyun fitilini de ateşlemiş oldu: ya kendisi ile birlikte birinci adamı da götürecek ya da Türkiye’yi…

Özetle; bu ortam ve koşullarda “anayasa yoluyla rejim değişikliği”, meşru ve demokratik olmamanın ötesinde, toplumun bugünü ve gelecek kuşaklar açısından tehlikelidir de.