Şehir hastaneleri aracılığı ile ülkenin geleceğine ipotek konulduğunu son kitabında anlatan Gazeteci-Yazar Çiğdem Toker, “81 milyar dolarlık bir yük. 25 yıllık sözleşmeler antidemokratik sözleşmelerdir” diyor.

Milletin cebinden şehir hastaneleri: Çiğdem Toker, yeni kitabını BirGün'e anlattı
Çiğdem Toker (Fotoğraf: DepoPhotos)

Sercan MERİÇ

Gazeteci-Yazar Çiğdem Toker, Tekin Yayınevi tarafından yayınlanan “Şehir Hastaneleri: Milletin Cebinden Kamu-Özel İşbirliği” kitabında şehir hastanelerinin ülkeye nasıl bir yük getirdiğini anlatıyor. Toker, 25 yıllık sözleşmelerin detaylarının kamuoyundan gizlendiğini ifade ederken, şehir hastanelerinin toplam yükünün 81 milyar doları aşkın olduğunu kaydediyor. İktidarın “yerli ve milli” sloganlarının şehir hastaneleri sürecinde nasıl boşa düştüğünü de anlatan Toker, Londra Uluslararası Tahkim Mahkemesi ve Lozan’daki imtiyaz sözleşmesini örnek gösteriyor.

Kitabın girişinde şehir hastanelerinin bildiğimiz anlamda devlet hastanesi olmadığına vurgu yapıyorsunuz. Nasıl tarif etmek gerekir bu yapıları?
Devletin arazisi üzerinde özel sektörün 25 yıllık süre ile kendisinin bir hastane yapıp işletmesi ve 25 yılın sonunda da devlete tekrar vermesine dayalı bir sistem. Sağlık Bakanlığı, Hazine arazisi üzerinde yapılan bu hastanelere kiracı oluyor. İşin en önemli kısmı bu. Her sene hem kullanım bedeli adı altında kira bedeli hem de orayı yapan ve işleten şirketlerin sunduğu hizmetler karşılığında ayrıca bir para ödeniyor. Bunlar içinde her yıl bütçeden kaynak ayrılıyor. Kamu görevlisi konumundaki doktorlar kadrolu olarak orada çalışıyor ama hastanenin işleticisi ve kazananı özel sektör.

ŞEHİR HASTANELERİ: MİLLETİN CEBİNDEN KAMU- ÖZEL İŞBİRLİĞİ Çiğdem Toker Tekin Yayınevi, 2023ŞEHİR HASTANELERİ: MİLLETİN CEBİNDEN KAMU- ÖZEL İŞBİRLİĞİ Çiğdem Toker Tekin Yayınevi, 2023

İngiltere’den alınan bu model 2003 yılındaki Sağlıkta Dönüşüm programı ile hayatımıza giriyor doğru mu?
Evet, bu konuda Dünya Bankası’nın birtakım çalışmaları var. Türkiye’nin şehir hastaneleri sistemini alması ve uygulaması AKP iktidarı öncesinde başlıyor. AKP iktidarı döneminde de çok hızlanıyor. Erdoğan zaten “bu fakirin hayali” diye tarif ediyor şehir hastanelerini… Çok sistemli bir şekilde yasama organı çalıştırılıyor. Kanun değişiklikleri yapılıyor, ardından yönetmelikler çıkarılıyor. Devasa ölçekli bir mevzuat oluşturuluyor, çok süratli bir şekilde hukuksal altyapısı hazırlanıyor ve 2010’dan biraz önce ihale süreçleri başlıyor.

3 Temmuz 2005’te TBMM’de kabul edilen 5396 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun da çok kritik. O kanunun detaylarını anlatabilir misiniz?
Kamu-özel işbirliği modelinin dayanağını oluşturan bir kanun değişikliği bu… Aslında bu maddeyle sistemin mimarisini kuruyorlar. Şehir hastanelerinde yap-kirala-devret adını verdikleri bir model uygulanıyor. Şu anda 18 şehir hastanesi var. 14’ü açıldı, 4’ü inşaat halinde. 30 şehir hastanesi planlanmıştı ama maliyetin ne kadar büyük olduğu, bütçeyi ne kadar tahrip edeceği görülmeye başlandıktan sonra frene basıldı. Her birinin kiracısı Sağlık Bakanlığı…

2040’lı yıllara kadar bu kira sözleşmeleri geçerli olacak. Geleceğimizin nasıl ipotek altına alındığını özetleyebilir misiniz?
Şehir hastaneleri, 2023 yılı bütçesine 46,6 milyar lira ödenek konuldu. Sıradan insanlar açısından bu rakamı tahayyül etmek kolay olmayabilir. Bunlar çok büyük tutarlar. Yani 2040’lı yıllara Prof. Dr. Uğur Emek’in hesapladığı bir tutar var. 81 milyar dolarlık bir büyüklükten bahsediyor. Ticari sırları olan, kamuoyuna açıklanmayan, milletvekillerine dahi bilgi verilmeyen 25 yıllık sözleşmeler antidemokratik sözleşmelerdir. Çünkü o tarihe kadar bizim yaşayıp yaşamayacağımız belli değil. Bu hastanelere kredi veren finansman kuruluşları Türkiye’de ve yurtdışında bu paraları tahsil edeceklerini biliyorlar. Bizden toplanan vergilerden harcanacak bir büyüklükten bahsediyoruz.

Bu sistemde banka-finans-siyaset işbirliği var. Bankalar, finans kuruluşları ve siyasetin çıkarları nasıl işliyor bu organizasyonda?
Bankalar tabii ki para satıyorlar en kaba tabirle ve kârlılık esasına göre çalışmak durumundalar. Kârlı olmayacak bir projeye neden para versin finansman kuruluşları? Burada olay dönüp dolaşıp ülkeyi yönetenlerde düğümleniyor. Siyasetçi de kendi siyasi ömrünü konsolide ediyor. Otoriter rejimlerde büyük kamu yatırımlarının sevildiği, kendi seçmenleri nezdinde bir çekim merkezi olduğu çok konuşulan bir şey. Bizde de çok farklı bir manzara görmüyoruz. Ama 1000-1500 kişilik hastanelerin yönetim ve sağlık hizmetleri açısından akılcı olmadığı zaten kanıtlanmış bir şey. Uzmanlar ideal yatak sayısının 300-350 olduğunu belirtiyor. Öte yandan bizde kapatılan hastaneler boyutu da var.

Ankara Şehir Hastanesi.Ankara Şehir Hastanesi.

Çok köklü hastaneler kapatıldı bu süreçte değil mi?
Çok köklü hastaneler kapatıldı. Yani bu hastanelerin değerini azaltmak için çok eski olduğu söyleniyor. Eskiyse yaptırırsınız, yenilersiniz. Ankara’nın köylerinden, İç Anadolu’daki civar kentlerden pek çok yoksul vatandaş geliyordu bu köklü hastanelere. Şimdi ulaşım ve erişim başlı başına bir soruna dönüştü.

Köklü hastanelerin çevresindeki eczane, lokanta, kırtasiye, tuhafiye gibi küçük esnaflar da çok zarar gördü bu süreçte…
Öyle görünüyor… Mesela Ankara’da eskiden hastane bölgesi olarak bilinen Sıhhiye’ye bugün gittiğinizde metruk, terkedilmiş bir görüntüyle karşılaşırsınız. Bahsettiğiniz gibi küçük lokantalar, eczaneler, medikal dükkanları kapandı. Bunların bir kısmı belki Bilkent’e taşınmıştır ama orası eski havasını kaybetti. Esnaf aleyhine de gelişen bir süreç oldu. Şehir hastaneleriyle ilgili Sayıştay raporlarında çok ilginç, çok çarpıcı tespitlerle karşılaşıyorsunuz. Alanlar gerekenden fazla kullanılıyor. Alanın büyüklüğü zaten başlı başına bir bütçe zararıyken bir de daha fazla suistimal edilerek kullanıldığını Sayıştay raporlarında okuyabiliyoruz.

Şehir hastaneleri ile ilgili gizlenmeye çalışılan pek çok gerçeği Türk Tabipleri Birliği (TTB) ortaya çıkardı. TTB’ye yönelik iktidarın baskısının arkasındaki sebeplerden birisi de bu olabilir mi?
Olabilir de olmayabilir de… Şunun altını bir kez daha çizmek gerekiyor. Gerçekten de hiç kimsenin haberi yokken başlattıkları dava süreçleriyle kamuoyunu bilgilendiren, vatandaşlar nezdinde farkındalık yaratan, hiç bilmediğimiz bilgilerin dolaşıma girmesini sağlayan TTB’dir.

Yerli ve milli vurgusu yapan iktidarın bu şehir hastaneleri meselesinde bu söylemin tam tersi hamlelerine de şahit olduk. Öncelikle Londra meselesini ve Lozan’la ilişkilendirdiğiniz imtiyaz konusunu da öğrenebilir miyiz sizden?
Yasama sürecinde bir torba kanuna eklenen bir madde ile şehir hastanesiyle ilgili çıkacak uyuşmazlıkların Londra Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nde giderilmesine yönelik bir madde kondu. Bu madde gündeme geldiğinde dönemin Sağlık Bakanlığı Müşteşar Yardımcısı bir açıklama yaptı ve mealen şöyle dedi: “Bu projeleri destekleyecek olan uluslararası finans kuruluşları, ilerde bir uyuşmazlık çıktığında Türkiye’deki mahkemelere baskı yapılacağı endişesi taşıdıkları için Londra’yı istediler.” Kitapta Lozan Sözleşmesi’ndeki imtiyazlar bahsini de hatırlattım. İsmet İnönü’nün hatıratında okuduğumuza kadarıyla imtiyaz sözleşmeleri özel olarak gündeme geliyor Lozan görüşmelerinde... İmtiyaz sözleşmesi kamu hizmetinin yabancı şirketlere gördürülmesi anlamına geliyor. Osmanlı döneminden kalan bu imtiyaz sözleşmelerinin görüşülmesi bayağı uzun sürmüştür. Sonuçta bir geçiş dönemiyle konuyu çözmüşler. Ben de bu şehir hastanesi sözleşmelerinin aslında birer imtiyaz sözleşmesi olduğunun altını çizmek isterim.