Adına artık alenen Kürt Sorunu denilen sorun, uzunca bir süredir “yaygın” görsel ve basılı-yazılı medyanın ilgi odağı halinde.

Adına artık alenen Kürt Sorunu denilen sorun, uzunca bir süredir “yaygın” görsel ve basılı-yazılı medyanın ilgi odağı halinde. O denli ilgi odağı halinde ki, sorun bir şekilde siyasal olarak meselenin “tarafları” ve “muhatapları” tarafından masaya yatırılıp “hâl yoluna” girerse, adeta üzülecekler. Ne olacak bu medyanın hali, durduk yerde “işsiz kaldık” kabilinden bir belirlemeyi belki de yine soru olarak alenen kendilerine soracaklar…
 
Malum “Mesele”, hemen her gün özellikle de AKP hükümetinin “”adı “açılım” olan “milli mutabakat” mevzuunun, daha sonra da “anayasa referandumu” ile kamuoyunun gündemine taşınması ile daha çok gündem tutar oldu.
 
O denli çok “siyasal stratejist”          ile o denli çok “askeri uzman” ile ve yine o denli çok “Kürt siyasetçisi” ile ekran aracılığıyla tanışır olduk ki!
 
Bunlardan stratejist ve askeri uzman olanlarına çok fazla bir şeyler söylemenin pek anlamı olmasa gerek. Stratejilerinin tutar tarafı yok. Çünkü kısa süre içinde büyük anlamlar yükleyerek ifşa ettikleri stratejilerini diplomatik manada sınıfta kalarak yine kendileri boşa çıkarıyor. Askeri uzman ve emekli generallere ise sanırım en güzel soruyu çok izlenen bir tv kuşak programının fragmanı, spotuyla soruyor: “Emrinizde 60 bin askeriniz vardı da neden bitiremediniz?”
 
Kendi adıma artık bu iki kesimi de, konuştuklarını da pek ciddiye almadığımı, hatta önemsemediğimi ifade edeyim. Amiyane tabiriyle tükettiler kendilerini.
 
Kanımca asıl sorun, yaygın medyanın “Kürt siyasetçi” kimliğiyle kanal kanal dolaştır(t)dığı ve dönüp dönüp aynı sözleri aylar ve yıllardır tekrarla(t)maktan bıkmadan mekânlarımıza mecburi ve davetsiz konuk ettirdiği adları lazım değil malum “şahsiyetler”.
 
Tümünün de ortak noktaları var bu “Kürt şahsiyetler”inin…
 
Bir defa hemen tümü ağız birlik etmişçesine Kürtlerin son otuz yıldır kanları, canları pahasına ve büyük bedeller ödeyerek bugünlere taşıdıkları ve artık çözüm sürecine soktukları Kürt ulusal ve demokratik mücadelesine törensel eda ile amiyane tabiriyle “ağız bozmaları”.
 
Her biri değişik kanallardan nasipleniyorlar. Kimileri medyada kendilerine yer kapmışlar. Yaygın medyanın “sol”dan sağa kimi örneklerinde “Zaman” mekân kavramına takılmaksızın “Taraf” olmuşlar. Kimileri de, Kürdü “ıslah” etmek için yine Kürdün diliyle dillendirilen devletin “şaş”kın kanallarında sağdan bol sıfırlı rakamlarla kanal silahşorluğu yapıyorlar.
 
Ve bütün bunları yaparlarken çok da pervasız davranıyorlar. Kürt siyasal mücadelesinin “açık siyasetçileri”nin bunca zamandır çözüme dair onca mütedeyyin önermelerine karşılık, bunların hiçbir altyapısı olmadan yüksek perdeden dillendirdikleri federasyon-bağımsızlık söylemleri nedense hiçbir sıradan ve basit bir tek soruya dahi gerek duyulmuyor. Elbette bu belirlemem özerklikten bağımsızlığa kadar bütün önermeler ve taleplerin haklı ya da haksızlığından azadedir.
 
Hiçbir aklıselim sahibi, bu “Kürt siyasetçilerini” dinlerken o çıplak ve sorulması gereken soruyu muhataplarına sormayı akıl etmiyor / edemiyor. “Sizin toplumsal tabanınız neye denk düşüyor. Hangi örgütlülük ve kitlesellik size bunları söyletiyor”. Sormuyor, çünkü biliyor Kürtlerin açık ve demokratik siyasetçilerinin milyonlarca desteği bulan kitle tabanları ve örgütlülükleri var. Asgari ve demokratik ölçütler içinde gerçekleşebilecek talepleri, 80 senelik ve tekçi, ırkçı cumhuriyetin taşlarını yerinden oynatmaya yeter.
 
Oysa arkalarında hiçbir toplumsal destekleri olmayan bu “Kürt şahsiyetlerinin” alabildiğine yüksek perdeden dillendirdikleri Kürde dair “talepkârlığın” zerre kadar kıymeti yok. Çünkü o “bağımsızlık-federasyon” gibi istemlerin onların istemiyle realize olma şansı yok.
 
En ilginci de şu ki; bu yakada yani Kürt yakasında bu şahsiyetlerin bütün konuştuklarının zerre kadar kıymeti yok. O denli yok ki, İstanbul’da konuşan bu Kürt kimlikli “Beyazlar” doğdukları topraklara “yüzleri kızardığı”ndan uzunca bir süredir uğrayamıyorlar.
 
Ve en önemlisi de bu bir bilgisayar oyunu. Oyunu kuranlar, oyuncular dâhil konuşulması gerekenleri önceden kurmuş / kurgulamışlar. Herkes bir aktör gibi sahnesini alıp repliğini yapıp, kelamını edip “aferin”ini alıp sahneden iniyor bir sonraki güne ya da geceye kadar.
 
Bütün bu kurgusallığın “gün”e değen yüzü de kısmi “anayasa değişikliği” referandumunda gizli.
 
AKP iktidarı kendini oyluyor…
 
CHP, Hayır’la yeni ve demokratik bir anayasa önermesinde.
 
Yine AKP, Evet’le 13 Eylül sabahı başlatacağı yeni bir anayasanın müjdesini vermede.
 
Dolayısıyla “Evet” diyenlerin de “Hayır” diyenlerin de “Yeni bir Anayasa” ile problemleri yok…
 
BDP ise bence son otuz yılın demokratik Kürt siyasetinin “en kararlı” duruşunu “Boykot”la vererek bu oyunda yokuz “Demokratik bir Anayasa istiyoruz” diyor. Ve en önemlisi de, Kürt “işadamlarının” ve kimi “stk” temsilcilerinin iktidar yandaşı Evet’çiliğine karşı,  Kürt yoksullarının ve emekçilerinin aynı zamanda “sınıfsal” manada bir siyasal karşı duruşuna da denk düşüyor “BOYKOT”.
 
İşte bütün bu nedenlerle AKP iktidarı Kürt cenahında 12 Eylül referandumunu bir önceki genel seçimin “rövanş”ı gibi görüyor. Rövanşı gibi görüyor ve “Evet” deyin AKP’yi Kürt coğrafyasında da Evet’lerinizle birinci parti yapın ki Kürtlerin BDP şahsında siyasal temsiliyetini tarihe gömelim diyor.
 
Peki, siz ne diyorsunuz…
 
Not: Bu yazı Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır mitinginden bir gün önce yazıldı.